Kadim bir evrende, fi tarihinde, pireler tellal bile değilken, yeryüzünde henüz insanlar yerine ruhlar hüküm sürerken Sisi ve Nara iki iyi arkadaştılar. Arkadaşlıkları kardeşlikten öteydi, zira kardeş olamazlardı. Çünkü eğer bedene sahip olmuş olsalardı Sisi sarışın mavi gözlü, Nara esmer kömür gözlü olurdu.
Yeryüzü güllük gülistanlıktı o zamanlar. Herkes aynı telden ya, anlaşamamak ne mümkün. Yeryüzünde herkesin anladığı ve konuştuğu bir lisan hakimdi. Sisi ve Nara hem iki iyi arkadaş hem de iki asiydi aynı zamanda. Böyle nasıl geçer tarih? Hiçbir şey olmadan, her şey aynı. Tek düze bir evrende yaşamanın sıkıntısı önce onların içlerinde daha sonra diğerlerinde harlandı. Sisi ve Nara önderliğinde bir karar aldı yeryüzünün o zamanki sakinleri.
Dediler ki; “Biz hepimiz aynı dili duyar ve konuşuruz, bir kule dikelim yeryüzünün ortasında gökyüzüne uzanan, Tanrı’ya varalım farklı bir lisan duyalım da kurtulalım bu tekdüzelikten.” Düpedüz bir isyandı bu.
Önce çamuru yoğurdular, sonra başka şeyler kattılar ve pişirdiler toprağı. Adına tuğla dediler. Tuğlaları üst üste koymaya başladılar. Gel zaman git zaman kule yükselmeye başladı gökyüzüne Babil’den.
Tanrı önce olan biteni izledi. Sonra “Bana kulluk etsinler diye yarattıklarımı birbirleriyle iyi anlaşmaları için aynı lisanı öğretmem Tanrı’ya ulaşılabilir olma cüretini vermiş, ne yazık” dedi.
Daha fazla seyirci kalamazdı bu saygısızlığa. Emir verdi kuleye, “Yıkıl” dedi Tanrı. Kule yerle bir oldu anında. Eziyetleri toprak olduktan sonra bitsin diye Sisi ve Nara’nın takipçilerine zamanla yaşlanan bedenler verdi. Bir daha da birlik olup Tanrı’ya ulaşmaya kalkmamaları için her birine ayrı bir dil verdi. Elbette Sisi ve Nara’nın kabahatleri, cezalarını da büyük yaptı. Onların bedenleri yaşlandırılmadı ki eziyetleri ebediyen sürsün.
Sisi’ye de Nara’ya da her günün başlangıcında bir kayayı vadinin tepesine çıkarmaları şart koşuldu. Ne var ki günün sonunda kaya tekrar vadiye yuvarlanacaktı ve ertesi gün aynı şeyi tekrarlayacaklardı. Böylece tekdüzelik bahanesiyle karşı koydukları Tanrı onları bu tekdüzeliğe mahkûm etmişti. Sisi ve Nara’nın cezası evrenin sonuna kadar bu uğraşla meşgul olmaktı.
Babil Kulesi yıkıldıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Sisi ve Nara’nın arkadaşlıkları da. Sisi Olimpos Dağı’nda, Nara Himalaya Dağı’nda çekmektedir cezalarını. Her ne kadar ikisi de aynı cezayı çekseler de tıpkı farklı dillerde konuşmaları gibi farklı anlamlar yüklediler cezalarına.
Sisi, her sabah aynı ümitle işe koyuldu Olimpos Dağı’nda. Kayayı yuvarlayarak tepeye çıkardı. Fakat günün sonunda kaya vadiye gerisin geri yuvarlandığında ertesi gün “Bu kez olacak” umuduyla tekrar işe koyuldu. Oysa Nara her sabah bir heyecanla kayaya yüklendi Himalaya Dağı’nda. Günün sonunda kayanın gerisin geri vadiye yuvarlanmasını marazi kahkahalarla izleyerek neşesini buluyordu. Adeta ceza değil, eğer kaya tekrar yuvarlanacaksa vadiye, gönüllüsüydü bu işin. Biri ebediyen umudu, diğeri meczupluğu yüklemişti cezasına.
Babil Kulesi’nin yıkılması öyle bir milattı ki, öncesinde çoklukların birlikteliği sonrasında ise zıtlıkların çatışması hüküm sürdü yeryüzünde. Dünya sakinlerinin kimileri Sisi’yi, kimileri Nara’yı takip etti. Hepsi Babil Kulesi’nin yıkılmasından önceki evrenin hasretiyle yanıp tutuşarak…
Notlar: Babil Kulesi, Sisifos ve Naranam Delisi (Hint mitolojisi) öykünün malzemesi olarak kullanılmıştır.
Dr. Alper AKTAŞ
Samsun Tabip Odası, Dr. Ali Özyurt Kültür Sanat ve Edebiyat Kolu