Gezi Direnişi sırasında 8 Temmuz 2013 günü hukuksuz bir şekilde gözaltına alınan Taksim Dayanışması üyelerine açılan davanın ilk duruşması 12 Haziran 2014 Perşembe günü Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek.
Hiçbir hukuki kanıt olmadan, tamamen polis tarafından uydurulmuş fezlekelere dayanarak hazırlanan ve mahkeme tarafından daha önce iki kez reddedildiği halde siyasi iktidarın Taksim Dayanışması’ndan “suç örgütü” yaratma konusundaki ısrarlı çabasının sonucu olarak kabul edilen 3. iddianame ile açılan davanın “sanıkları” arasında, Taksim Dayanışması’nda Türk Tabipleri Birliği’ni temsilen bulunan İstanbul Tabip Odası Eski Genel Sekreteri Dr. Ali Çerkezoğlu da yer alıyor. Dr. Ali Çerkezoğlu ile Gezi direnişi ve bu hukuksuz yargılama süreci üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Jülide Kaya
Tıp Dünyası
–İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mesut Erdinç Bayhan'ın, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Mücella Yapıcı ile sizin de aralarında olduğunuz 26 kişi hakkında hazırladığı 12 sayfalık Gezi İddianamesi İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. İlk iddianamede “suç işlemek için örgüt kurmak”la suçlanıyordunuz, yeni iddianamede ise "suç örgütü lideri olmak"la… Bu iddianamede yer alan “suç”lamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu söylemem gerekiyor. Benim de içinde bulunduğum Taksim Dayanışması sekreteryası ve aktivistlerine açılan dava Gezi ya da Haziran Direnişi’nin ilk ya da tek davası değil. Dolmabahçe Valide Sultan Camii’inde yaralıları tedavi eden hekimlerin de içinde olduğu yüzlerce kişilik İstanbul davaları var. Kırklareli’nde oda başkanımızın 300’ü aşkın kişiyle birlikte yargılandığı davalar, Hatay’da, Eskişehir’de, Ankara’da hekimlerin de içinde olduğu davalar, soruşturmalar var.
Bizim davanın özelliği, Taksim Dayanışması’nı “suç örgütü” bizleri de “suç örgütü kurucusu” olarak tanımlamaya çalışması. Yani Gezi sürecini ve Haziran’ı bizim üzerimizden kriminalize etme, suç kategorisine taşıma telaşı. Oysa Gezi’nin bir parçası olmaktan her zaman gurur duydum. Bu sürecin ülkemizin demokrasi ve özgürlük mücadelesinde ve aynı zamanda hekimlerin bu mücadele ile kurdukları çok anlamlı ilişkide özel bir yeri olduğuna inanıyorum.
“Örgüt kurma” ya da “örgüt yöneticisi” olma suçlamalarına yanıtım ise çok kısa ve basit. Evet, ben bu ülkenin çok büyük, yaygın, etkili ve önemli bir örgütünün yöneticisiydim. Bu ülkenin parkına da, meydanlarına da, özgürlük talebine de, sağlık hakkına sahip çıktığı gibi sahip çıkan bir örgütün, Türk Tabipleri Birliği örgütünün bir yöneticiydim. Zaten örgütlü olmayı ve örgüt kurmayı hayatımın en doğru işlevlerinden biri olarak görüyorum. Üniversitede öğrenci derneği, hekimliğin ilk yıllarında Sağlık Sendikası kurdum. Türk Tabipleri Birliği, ben hekim olduğumda güçlü bir emek ve demokrasi geleneği taşıyan örgüt olarak zaten kurulmuştu, bana önce aktivisti, ardından İstanbul Tabip Odası ve TTB Merkez Konseyi’nde olmak düştü. Yani bu örgütün hem üyeliğini hem de yöneticiliğini yaptım. Savcılık makamı tabip odamızın birçok meslek odası, sendika, dernek ve siyasi parti ile birlikte içinde yer aldığı Taksim Dayanışması’nı suç örgütü olarak göstermek istiyorsa, meşhur tabirle yanıt vereyim: Hiç kusura bakmasınlar ama buradan suçluluk duyulacak bir örgüt değil tarihe kazınmış gururla taşınacak bir mücadele örgütü çıkar.
–Gezi direnişinin üzerinden 1 yıl geçti. Gezi direnişi üzerine neler söyleyebilirsiniz?
İstanbul Tabip Odası’nın yeni başkanı Selçuk Erez hocanın tabiriyle Gezi ve 31 Mayıs bu ülkenin “Özgürlük ve Demokrasi” bayramı olarak kutlanmalı. Çünkü ülkemiz tarihinde en geniş halk kesiminin katıldığı, herkesin kendi rengini vererek, doğrudan demokrasiyi esas aldığı; zeki, yaratıcı, genç, kadın niteliği baskın, barışçıl karakterinin yanı sıra polis şiddeti başta olmak üzere otoriter eğilimlere karşı direnişçi bir halk hareketi olarak Gezi’yi herkes bulunduğu yerden yeniden tanımlamalı ve kendi yaşamına uyarlamalı diye düşünüyorum. Kaybedilen gencecik canların, gözünü kaybeden onlarca insanın acılarını paylaşırken, onurlu mücadelelerinin ve anılarının ülkemizin geleceğini aydınlatan deniz feneri işlevi göreceğinden en ufak bir şüphem yok.
–Gezi eylemleri boyunca, hekimler Gezi’ye sahip çıktı. Neydi bunun nedeni?
Buradan Türk Tabipleri Birliği yayını olarak Tıp Dünyası’nda bu yazıyı okuyacak ya da göz atacak siyasi görüşü ne olursa olsun bütün hekimlere seslenmek istiyorum. Gezi ve Haziran’ı siyasi partiler arasında güncel iktidar yarışında bir araç ya da mevcut AKP iktidarına “zarar vermeye, oyunu azaltmaya” odaklı bir hareket olarak görürseniz çok yanılırsınız. Gezi’yi savunduğu değerler üzerinden okumaya, anlamaya çalışmakta fayda var. AVM/Rezidansa karşı parkı, inşaat rantı ve betonlaşmaya karşı doğayı, özel yaşama müdahale yerine özel hayata saygıyı, yani en geniş manada ‘Yaşama Sahip Çıkmayı’, hekimlik özelinde “yaralıyı tedavi edeni yargılayan” anlayış karşısında her koşulda yaralıyı tedavi etmeyi savunan bir değerler savunusu. Bu ikilemler karşısında hekimlerin Gezi’ye sahip çıkması, eylem ve etkinliklerinde yer alıp, yanı başlarında yaralananlara sağlık hizmeti sunması en doğal hekimlik refleksi olarak yaşandı. Ülkede iktidar partisi değişse de, benzer neoliberal, dayatmacı, otoriter eğilimler taşıyan bir başka parti gelse de, bu değerler ışığında hastanede ya da sokakta, yurttaş ya da hekim olarak aynı refleksi gösterecek olanlarla meslektaş olarak kalmak isterim. Tersi bir yaklaşımın hekimlikle, hatta yurttaşlıkla bir ilişkisinin olmadığını düşünüyorum.
–Öte yandan, Sağlık Bakanlığı, Gezi Parkı eylemleri sırasında "hukuka aykırı biçimde, yetkisiz ve kontrolsüz, revir adı altında sağlık hizmet birimleri oluşturarak amaçları dışında faaliyet gösterdiği" gerekçesiyle tabip odaları yöneticilerine dava açtı. Gezi sürecinde sağlık hizmeti sunan hekimler gözaltına alındı, sağlık hizmeti sundukları için yargı önüne çıkarıldı. Hekimlik yargılanabilir mi?
Çok klasik olacak ama Sağlık Bakanlığı yaptığı bu yasal değişikliklerle ve tehditkar, cezalandırma odaklı tutumuyla Gezi sürecinde tarih karşısında kepaze olacaklar listesinin başında yer almaya aday oldu. Yaralıyı tedavi ettiği için hapis ve milyon liralık para cezalarıyla hekimleri tehdit etmenin, demokratik ve insani bir refleksle yaralılara destek vererek onlarca yaralının yaşama dönmesini ya da kalıcı sakatlığının önlenmesini sağlayan Tabip Odaları yöneticilerine “görevden el çektirme” davaları açmanın başka bir tanımı bulunmuyor. Günlük yaşamda “suç” işlemişlerse herkes gibi hekimlerin de yargılanabileceklerini, ama varlık nedeni, asli işlevi olan yaralı tedavi etmenin yani HEKİMLİĞİN yargılanamayacağını bilmeyen tıp fakültesi diplomalı ama hekim olamayan Sağlık Bakanları’nın yönetici olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Orta çağları, engizisyonları, darbeci generalleri yaşamış insanlık tarihinin çok değil birkaç yıl içinde bu etik, deontolijik ve insanlık dışı anlayışı tarihte hak ettiği yere, tarihin çöplüğüne göndereceğine inanıyorum.
İddianameden…
Cumhuriyet Savcısı Mesut Erdinç Bayhan’ın hazırladığı iddianamede daha önce “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak”la suçlanan Mücella Yapıcı ve Ali Çerkezoğlu’nun da aralarında bulunduğu 5 kişi, bu kez “suç örgütü lideri olmak” ve “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etmek”le suçlanıyor. 5 kişi hakkında 3 yıl 3 aydan 13.5 yıla kadar hapis isteniyor. Diğer 21 kişinin ise “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ettikleri” öne sürülüyor.