Prof. Dr. Özden Şener
TTB Genel Sekreteri
Sunucu eski hakeme hitap ediyor: "Hocam pozisyona ne diyorsunuz?" Akademik unvan sahiplerine de böyle sesleniyorlar, aralarında bir hoca öğrenci ilişkisi olmasa da. Bir hürmet ifadesi! Hocalık evvelce bugünkünden daha muteber bir unvandı herhalde. Çok çeşitli nedenlerle hocalar başkalarının fikrinden öte bizzat kendileri değersizlik hissediyorlar.
Tamam! Tıp fakülteleri "sağlıkta dönüşüm"den nasiplerini almışlardır. Kamu finansmandan çekildikçe kaynak yaratma gayretiyle fakülte yönetimleri sağlık hizmetini önceleyen politikaları tercih etmişler, fakülteler bilimsel bilginin üretildiği yerler olmaktan uzaklaştırılmışlardır.
Tamam! Her gün daha çok hasta bakma, fakülteye gelir kazandırma motivasyonu ön plana çıkmıştır. Öğretim üyeleri tanımlı görevlerini, eğitim ve araştırma faaliyetlerini ikinci plana atmış ve hem kurumun hem de kendi gelirlerinin azalmasını engellemek için yönetimlerin daha çok hasta bakılması taleplerine boyun eğmişlerdir.
Biliyoruz! Ne yazık ki performans verilen her emeği yutan bir bataklık gibi, bir kara delik gibidir. Verilen hasta hizmeti artsa da geriye kalan; gelirleri giderek düşen ama aynı zamanda bilim kurumu olmaktan da uzaklaşan tıp fakülteleridir.
Pekala! Hocaları akademik hayattan soğutan yalnızca sağlık hizmeti baskısı değildir. Akademik unvanın dudak uçuklatan yöntemlerle kimileri için kolay erişilebilir olması, önemli bir emekle sahip olunanı değersizleştirmektedir. Böyle unvan sahibi olanlara karşılık üzücü olan bir husus da çeşitli nedenlerle akademik unvana sahip olmayan ama akademiye, eğitime katkı veren gerçek hocaların da varlığıdır. Özellikle eğitim hastanelerinde nice bu vasıfta hoca vardır.
Evet! Kimi fakülte ya da üniversite yönetimlerinin akademik kurulların talebi hatta bilgisi dahi olmadan bölümlere kadro ihtiyacı belirlemesi, sonra kişiye özel ilanlarla kendilerince bölümlerde, kurumda bir egemenlik kurma gayreti de pek çok fakültenin sorunu olarak karşımızda durmaktadır.
Doğru! Sağlıkta dönüşüm ve kadrolaşma politikasının bileşkesinin asistan dağılımlarına da yansımaları olmuştur. Yeni açılan fakültelere ve 2. basamaktan dönüştürülen eğitim hastanelerine de paylaştırınca yıllardır belli bir düzen içinde uzman hekim yetiştiren pek çok fakültede asistan kalmamış, buralarda hocalar asistan nöbeti tutmaya başlamışlardır.
Tablo budur!
Ve bu tablo karşısında elbette tıp fakültelerinin sorunları herkesten çok, kendileri de yönetici olabilen, yöneticilerin belirlenmesinde söz sahibi olabilen, akademik kurullar aracılığıyla görüş ve talep bildirme olanağına sahip olan öğretim üyelerini ilgilendirmelidir.
Ne var ki; öğretim üyeleri bu ilgiyi kaybetmiş görünmektedir. Daha ziyade bir etkisizlik duygusu ve vazgeçmişlik görüntüsü hakimdir. Bu duyguyla öğretim üyelerinin fakültelerde yaşanan çöküşü engelleyebilmesi mümkün değildir.
Bugün tıp fakültesi öğretim üyelerinin temel sorunu fakültelerin içinde bulunduğu durum olsa gerektir. Her şeye rağmen öyle olmak zorundadır. Fakülteleri diriltmek hocalara düşen bir görevdir. Bu her şeyden önce bir onur mücadelesidir. Bu kuvvet bizde vardır. Ve ölümsüz Yaşar Kemal'in aşıladığı umut; "Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir."