Dr. Hafize Öztürk Türkmen
Dr. Müge Yetener
TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu
“Anıtsayaç’ta bu kadar kadın ismi yeter,
Yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan.”
Birhan Keskin / Aslı Serin
Kadın örgütleri ve Adalet Bakanlığı verilerinden, son 12 yılda 5 bin kadının öldürüldüğünü öğreniyoruz. Kadınlara yönelik bir cins kırımı, adı konmamış bir savaş hüküm sürüyor ve “kadının yaşam hakkı” nı daha yüksek sesle dillendirmenin elzem olduğu zamanları yaşıyoruz.
Rakamların konuya mesafe koyan soğukluğundan uzaklaşıp, faillerin hiç de meçhul olmadığı bu cins kırımının nedenlerine bakalım; kadınlar kolun kırılıp yen içinde kaldığı aileden başlayarak sokakta, iş yerinde, toplu taşımda, okulda, karakolda, yaşamın her alanında tacize, tecavüze, dayağa maruz kalıyorlar, öldürülüyorlar..
Kadın katliamının, artan taciz ve tecavüzlerin AKP dönemi boyunca adım adım oluşturulmaya çalışılan “makbul kadın” resmiyle ve toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden belirlenmesi çabasıyla yakın ilgisi var. Aynı ideolojiden beslenen heteronormatif yaklaşım, toplumda LGBTİ bireylere karşı zaten varolan homofobik, ayrımcı, dışlayıcı tutumların nefret söyleminden nefret suçlarına dönüştürülmesini teşvik ediyor. Cezasızlık pratiği bu alanda da şiddetin her türlüsünün sürdürülmesine ve giderek yaygınlaşmasına katkı sağlıyor.
Kadınların en mahrem meseleleri devletin en önemli konuları arasında yeralıyor. Kahkahalarından kaç çocuk doğuracaklarına, bunu ne yolla yapacaklarına varıncaya kadar belirlenmeye çalışılıyor. Kadınlara yönelik fetvalar söz konusu olduğunda, bunun gündem saptırma olduğu, filanca önemli yasanın meclisten geçmesinin önlenmeye çalışıldığı yorumları yapılıyorsa da artık biliyoruz ki, kadınlar AKP nin en önemli gündemi…
Kadınları değersizleştiren, ikincilleştiren her türlü, dini, geleneksel, kültürel söylem, kadınlara şiddet ve katliam olarak geri dönüyor.
Kadın cinayetleri tıpkı gözaltında işkence, faili meçhuller, sistemik devlet katliamları ve yoketmeler gibi politiktir. Patriyarkal sistemde yaşam kamusal ve özel olarak bölünmüş, toplumsal cinsiyetçi roller gereği kadın özel yaşamla özdeşleşmiş, kamusal alan ise erkeğe ait olmuştur. Şiddet kadınları kamusal yaşamdan uzaklaştırma, var olduğu alanları sınırlama, özel alanda çizilmiş rollere hapsetme görevi görür. Aile içindeki şiddet de “özel” olarak olağanlaşır ve görünmezleşir. Bu yüzden özel olan politiktir. Şiddet kadınları disiplinize etme, hizaya sokma işlevi gördüğü için patriyarkal sisteme içkindir , sistemin devamını sağlar ve sistematiktir.
Barış zamanlarında yaşamın her alanında üretilen cinsiyetçi roller, savaş / çatışma süreçlerinde kışkırtılmış bir erkeklikle sürdürülür. Kadın bedeninin toprakla özdeşleşmesi onun savaş alanına dönüşmesine yolaçar. Savaşın ve göçün bir cinsiyeti vardır. Kadınlar ve erkekler farklı etkilenir. Uluslararası Af Örgütü yayımladığı brifingde IŞID tarafından kaçırılan Ezidi kadınların ve kız çocukların maruz kaldığı işkenceyi gözler önüne serdi. Irakta binlerce kadın IŞID savaşçılarına satıldı, hediye edildi , taciz ve tecavüze maruz kaldı.
Kürt illerinde kolluk kuvvetlerinin taciz ve tecavüzü bildiğimiz bir olgudur. İstatistikler 15 yılda 241 polis, 91 asker, 45 gardiyan, 17 özel timci, 15 korucu tecavüzden yargılanmış, ama hiçbiri ceza almamıştır.
Savaştan kaçan Suriyeli kadınlar da taciz, istismar ve tecavüzle yüzyüzeler. Ağır ve vasıfsız işlerde çok ucuza çalıştırılıyorlar, para karşılığı satılabiliyorlar…
Erkek eliyle uygulanan şiddet, devlet şiddetiyle kurumsallaşmıştır. Öteden beri bir devlet politikası olarak uygulanan gözaltında taciz, tecavüz olayları, ileri demokrasi vaadiyle iktidara gelen AKP iktidarında da hız kesmeden devam ediyor. Kadınlar gözaltı arabalarında, emniyette, fiziksel şiddetin yanında cinsel şiddete de maruz kalıyorlar. Transfobinin kimliklerini, bedenlerini ve hayatlarını değersizleştirdiği translar toplumsal nefretin hedefleri oldukları kadar, kolluk güçlerinin sürekli taciz ve tecavüzüne de uğruyorlar.
Son 10 yılda dozu giderek artan kadın düşmanı söylemler ve politikalar bize despotik ve muhafazakar bir yaşam dayatıyor. AKP iktidarının kadınları erkeklerle eşit görmeyen anlayışı “fıtrat” söyleminde somutlaşıyor. Bu söylem kadına ve erkeğe değişmez, sabit roller biçiyor. Dini referanslı kavramlar yoluyla toplumsal rızanın kolaylaşacağı öngörülüyor.
AKP politikalarında kadınlar sadece “anne” ve “eş” yurttaşlar olarak tanımlanıyor, bağımsız bireyler olarak kabul edilmiyor. Aile ve Dinamik Nüfusun Korunması programını da, esasen muhafazakarlıkla neoliberal politikaların bir harmanı olan AKP nin, kadın- erkek eşitliğini fiilen ortadan kaldırma girişimi olarak okumak mümkün. Bu programda hedeflenen, çeşitli vaatlerle kadınları çocuk doğurmaya teşvik etmek, doğum izni gerekçe gösterilerek tam zamanlı çalışma yerine esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasıdır. Eksik sigorta primleri ve düşük ücretlerin yanı sıra kadınlar için emeklilik hayal olacaktır. Yarı zamanlı çalışma nedeniyle kadınların nitelikli işlerde çalışma ve yükselme olanakları kısıtlanmış olacak, nitelikli işgücü içinde kadın işsizliği artacaktır. Çocuk bakımını sadece kadının sorumluluğunda gören bu anlayış, kadınların çalışması için öncelikli şartı bakım hizmetlerini yerine getirmesine bağlamaktadır.
Yaşlı ve hasta bakımını ücretlendirerek ve şartlı nakil transferleri yoluyla bir yandan eviçi kadın emeğini görünür kılar görünen AKP politikaları bunu hak temelli olarak değil, yardım temelli, gelire bağlı, değişken ve geri alınabilir biçimde uygulamakta. Bakım görevini kadınların sırtına yükleyerek cinsiyetçi rolleri sabitliyor, aile içinde ve dışardaki cinsiyet eşitsizliğini derinleştiriyor, kadınları emek piyasasında eğreti ve geçici kılıyor.
Kadınlar hem teşviklerle, hem de kürtaja getirilen fiili engellemelerle doğurmaya zorlanıyor. Ucuz işgücünü arttırmayı hedefleyen nüfus politikaları gereği kürtaja erişimin çeşitli yöntemlerle zorlaştırılması sözkonusu. Bu, hekimler üzerinde baskı kurarak, kürtajı geri ödeme listesinden çıkartmayı deneyerek, performans puanını düşürerek yapılmaya çalışılıyor. Devlet hastanelerinde kürtaj neredeyse hiç yapılmıyor. Diğer yandan doğum kontrolü yöntemlerine de erişim zorlaşmış durumda.
Rıza ve zora dayalı tüm baskılara, kadınlar için kamusal alanı daraltan, “hanımlara mahsus” çitlenmiş alanlar oluşturma çabalarına rağmen kadınların mücadelesi sürüyor, sürecek…
Pandora’nın kutusu açılmış ve erkek şiddeti her yere saçılmış olsa bile orada umut kaldığını biliyoruz. Mücadelemiz ve dayanışmamız bundan..