AKP 1 Kasım seçimlerindeki taktiğini esas itibariyle toplumu korku ve terör yoluyla teslim almaya odakladığı için sağlık da dahil sosyal politikaları öne çıkmadı. Gene de, geçmiş dönemden kalma ucuz propaganda afişleri billboardlarda yerini aldı, hamileliği balayında ortaya çıkan hastanın kara ve hava ambulanslarıyla hastaneye yetiştirildiği AKP reklamlarını hep birlikte izledik.
Dr. Osman Öztürk
Aslında daha beş ay önce 47,5 milyon seçmen olarak sandığa gitmiş, oylarımızı kullanmış, irademizi ortaya koymuştuk.
7 Haziran seçimlerinin en önemli gündemi başkanlık tartışmasıydı. İktidardaki AKP ve bizatihi AKP Genel Başkanı olarak çalışan Cumhurbaşkanı Erdoğan hedeflerini açık olarak söylemişlerdi. AKP Anayasa’yı değiştirecek milletvekili sayısına ulaşacak ve Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle “bekleme odasına alınan” parlamenter sisteme son verilerek başkanlık sistemine geçilecekti.
Ne var ki, öyle olmadı. 7 Haziran’da sandığa giden seçmenler öyle güçlü bir tepki verdi ki, AKP değil Anayasa’yı değiştirmek, hükümet kuracak milletvekili sayısına bile ulaşamadı.
Ancak seçimlerden büyük oy kaybıyla çıkan AKP, MHP’nin uzlaşmaz tavrını fırsat bilerek sonuçları yok saydı ve yeniden seçimi dayattı.
“Sopalı seçim”den “canlı bombalı seçim”e
7 Haziran öncesinde “Verin 400 vekili ve bu iş huzur içinde çözülsün.” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan 1 Kasım öncesinde de “400 milletvekili alınsaydı durum bugün çok farklı olurdu.” sözleriyle tehdidini sürdürdü: AKP tek başına iktidar olmadıkça ve Anayasa’yı değiştirecek güce ulaşmadıkça memlekette hiç kimseye rahat ve huzur yok!
Start 20 Temmuz’da Suruç’ta patlatılan canlı bombayla otuz iki gencimizin hunharca katledilmesiyle verildi.
Peşinden 12 Eylül döneminde bile yaşanmayan günlerce sokağa çıkma yasakları, ölülerin gömülmesine bile izin vermeyen insanlık dışı uygulamalar, diyalize gitmek için ellerinde beyaz bayrakla yola çıkan hastalar, ölü bedenlerin çırılçıplak soyularak teşhiri, zırhlı araçların arkasına bağlanarak sürüklenmesi ve çatışmalar, çatışmalar, çatışmalar.
Belli ki bütün yönleriyle iyi hazırlanmış bir senaryo hızla hayata geçirildi ve kendimizi birdenbire bütün ülkeyi saran bir dehşet çemberinin içinde bulduk. Ve 10 Ekim 2015 günü Ankara Garı’nın önünü kan gölüne çeviren bombalarla seçim kampanyası doruğuna ulaştı.
Böylece Türkiye şimdiye kadar görülmemiş bir şiddet ortamında, muhalefet partilerinin canlı bomba korkusuyla miting bile yapamadığı, iktidar partisinin nerdeyse tek kale oynadığı bir seçim dönemi yaşadı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk seçim 1876’da yapılmış, 1912 seçimleri ise tarihe “sopalı seçim” olarak geçmişti. 1 Kasım 2015 seçimi de hafızalara canlı bombalarla kazındı.
Başkanlıkta ısrar neden?
Şimdi gündem tekrar Anayasa ve başkanlık tartışması.
Peki bu ısrar neden?
İlk bakışta Tayyip Erdoğan’ın kişisel ihtirası gibi görünüyor. Ancak, eğer öyle olsa, zaten fiili olarak başkanlığını yürüttüğü AKP’nin tek başına iktidarında fiili başkan olarak davranmasının da önünde hiçbir engel yok. Oysa mesele daha derin.
Başkanlık sistemi, AKP’nin en başından beri kurmaya çalıştığı mezhepçi totaliter diktatörlüğün olmazsa olmaz koşulu. Başkanlık olmadıkça AKP’nin büyük ölçüde hayata geçirdiği rejim değişikliğinin nihai, geri dönülemez aşamasına ulaşamayacağını biliyor, onun için ısrar ediyorlar.
Sağlıksız seçimden sağlığın payına düşen
AKP 1 Kasım seçimlerindeki taktiğini esas itibariyle toplumu korku ve terör yoluyla teslim almaya odakladığı için sağlık da dahil sosyal politikaları öne çıkmadı. Gene de, geçmiş dönemden kalma ucuz propaganda afişleri billboardlarda yerini aldı, hamileliği balayında ortaya çıkan hastanın kara ve hava ambulanslarıyla hastaneye yetiştirildiği AKP reklamlarını hep birlikte izledik.
AKP’nin 7 Haziran-1 Kasım seçimlerindeki sağlıkla ilgili propagandasını tek bir cümleyle özetlemek mümkün: Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır!
Finalde kim kazanacak?
1 Kasım seçimlerinden AKP’nin büyük bir moralle, muhalefetin ise büyük bir moral bozukluğuyla çıktığı, AKP’nin bu dördüncü iktidar döneminin nihai hesaplaşma için final olacağı açık. Ancak bu hesaplaşmadan kimin galip çıkacağını sadece 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarına bakarak kestirmeye çalışmak doğru olmaz. AKP’nin işi göründüğü kadar kolay değil.
Bir kere 7 Haziran’dan 1 Kasım’a oylarını ve milletvekili sayısını ne kadar arttırmış olsa da Anayasa’yı değil değiştirmek, referanduma götürmek için bile yeterli sayıya ulaşabilmiş değil.
Üstelik; AKP’nin çok daha güçlü olduğu bir dönemde, 2013 Haziran’ında “duru gökte çakan bir şimşek” gibi meydanları dolduran, AKreplere, TOMA’lara, biber gazlarına, mermilere karşı korkusuzca öne atılan bu ülkenin aydınlanmacı, modern, laik milyonlarca yurttaşının finalde de aynı cüret ve cesaretle sahneye çıkmayacağını kim söyleyebilir ki?
Neler olacak sağlıkta?
AKP’nin geçmiş on üç yıllık döneminde SSK hastanelerinin tasfiyesi, sağlık ocaklarının kapatılması, kamu hastane birlikleri, “performans” adı altında parça başı ödeme, kamu-özel ortaklığı, özel sağlık sektörünün teşviki, taşeronlaştırmanın dizginsizce yaygınlaşması gibi sağlıkta bir dizi “dönüşüm” gerçekleşti. Ancak hâlâ sağlığın özelleştirilmesini amaçlayan nihai hedefine ulaşmadı. Türkiye sağlık sektörü hâlâ kamu ağırlıklı, en büyük hastaneler hâlâ kamunun elinde ve de çalışanları hâlâ kamu personeli.
AKP’nin önümüzdeki iktidar döneminde sağlıktaki “dönüşüm” muhtemelen bu tablonun değiştirilmesiyle ilerleyecek.
Nitekim, seçimden hemen sonra gündeme getirilen 657 sayılı Devlet Memurları Yasası değişikliği gerçekleşirse, bütün kamu çalışanları gibi sağlık çalışanları da iş güvencelerini yitirecekler. Sözleşmesi iptal edilen ya da sona eren bir aile hekimini düşünelim. Kamuyla hiçbir ilgisi kalmayacağı gibi kendini anında işsizler ordusunun saflarında bulmuş olacak. Kendi personelini kendisi alıp çıkaracak olan bir kamu hastane birliğinde “ihtiyaç fazlası” bir hekimi de aynı akıbet bekliyor.
Kamu-özel ortaklığı adı altında yerli, yabancı ortaklı konsorsiyumlara yaptırılan ve önümüzdeki dönemde faaliyete geçecek “şehir hastaneleri”nin ise, mülkiyet dahil, kamuyla herhangi bir ilişkisinin kalacağını hayal etmek bile zor.
Şimdi sağlıkta özelleştirmenin de finaline gelmiş durumdayız.
Ülkemiz, geleceğimiz, mesleğimiz için
Tabii ki, AKP dördüncü kez tek başına iktidarı almış olsa da, bütün bu planların, hiçbir engelle karşılaşmadan hedefine varacağı söylenemez.
Şimdiye kadar “İstediğim hastaneye gidiyorum, istediğim eczaneden ilacımı alıyorum”la susturulan; kişi başı sağlık harcaması Avrupa Birliği ortalamasının üçte birini ancak bulduğu halde sağlıkta memnuniyet oranı istatistiksel bir mucizeyle on puan daha fazla hesaplanan halkın bu son darbeden memnun kalıp kalmayacağını bilemiyoruz.
AKP’nin on üç yıllık iktidarı döneminde mücadeleden asla vazgeçmeyen hekimlerin, sağlık çalışanlarının ise susturulamayacağını biliyoruz.
Ve de, Adnan Yücel’in o güzel dizeleriyle;
Tarihin en güzel yerinde
Son sözü hep direnenler söyler!
Öyleyse;
Ülkemiz, geleceğimiz, mesleğimiz için,
Seçimler bitti, mücadeleye devam!
Sonucu final belirler.
Mensubu olmaktan gurur duyduğum yegane mesleki örgütümüz olan TTB’nin ve mensuplarının, Hipokrat yeminine uygun olarak SİYASET DIŞI kimliğini hatırlamasını ve bu ulvi erdemini muhafaza etmesi gerektiğini düşünüyorum.