OHAL ilan edilmesinin ardından, Türkiye’de sol, sosyalist, muhalif kesimlere yönelik baskıların görevden almalarla birlikte daha da arttığı günleri yaşıyoruz. Daha önce “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladıkları için kamuoyunda hedef gösterilen akademisyenlerin büyük bölümünün 1 Eylül günü yayımlanan 672 sayılı KHK ile gece yarısı görevden alınmaları bunu gösteriyor.
TTB’nin çeşitli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki görevden alınan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Prof. Dr. Nilay Etiler, Prof. Dr. Ümit Biçer, ve Doç. Dr. Özlem Özkan ile Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki görevinden alınan Dr. Mihriban Yıldırım süreci Tıp Dünyası’na değerlendirdiler.
Tıp Dünyası – ANKARA
Prof. Dr. Nilay Etiler:
Bu darbe fırsatçılığına karşı toplumsal muhalefetin sesinin yükselmesi lazım
Biz bütün hukuk yollarını deneyeceğiz ve üniversiteye, derslerimize, öğrencilerimize geri döneceğiz. Anayasa Mahkemesi’ne (AYM), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurular yapacağız. Ama bunların dışında toplumda iktidara aykırı düşüncelere sahip olan insanların sindirilmesi için bir anlam taşıyor bu. Bu haksızlığa ve darbe fırsatçılığına karşı toplumsal muhalefetin ve toplumun sesinin yükselmesi lazım. Bırakın memleketi düşünenleri, çocuğunun geleceğini düşünenlerin bu haksızlık ve hukuksuzluklara itiraz etmesi lazım.
Bizler bugüne kadar bu iktidarı rahatsız edecek çalışmalara imzalar attık. Ben iş cinayetlerini çalıştım. Onur Hoca Dilovası’nı çalıştı. Sosyal bilimciler arasında Türkiye’de muhafazakarlığın yükselişi ile ilgili çalışanlar var, sendikal haklar ile ilgili çalışanlar var, iş güvenliği çalışanlar var. Ürettiğimiz bilimsel bilgiler iktidarın işine gelmiyordu. Toplum için bilim yapan bir grup insanız biz. Bugüne kadar demokrasinin ve insan haklarının var olması için mücadele ettik. Darbe girişimi ile alakası olmayan bir konunun buraya monte edilmesi büyük bir haksızlık duygusu yaratıyor. Ama bu haksızlık sona erecek ve bu hesap dönecek.
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu:
Akademik faaliyetlerimize devam edeceğiz
Bu sürecin iki boyutu var: Bir tanesi “bu suça ortak olmayacağız” metni Türkiye’de devlet ve hükümet eliyle yaratılan korku duvarını çatlatan, yer yer parçalayan bir girişim oldu. O nedenle çok yüksek bir tepki ile karşılaştı kamuoyunda desteğin yanı sıra. Bugün yapılmak istenen şey, Türkiye üniversitelerinden toplu bir tasfiye. Bu listede 44 imzacının yer alması bunun başlangıcı. Aynı zamanda Barış İçin Akademisyenler’den öç alma, yeniden üniversite camiasında korku yaratma girişimi. Genel anlamda böyle değerlendirmek ve buna göre strateji belirlemek gerekir.
Biliyorsunuz, 2218 imzacı var, bunlardan sadece 44’ü, Dünya Barış Günü’nde, 1 Eylül’de resmi gazetenin mükerrer sayısı ile memuriyetten ihraç edilmiş olduk, bu da bir ironidir. Bununla birlikte üniversiteden 2346 kişi memuriyetten çıkartıldı bu kararname ile. Bunların sadece 44’ü barış akademisyeni. Ama biliyoruz ki esas mesele Barış Akademisyenleri. Eğer biz bu şekilde bunu toplumsal bir tepkiye dönüştüremezsek, engelleyemezsek, durduramazsak, akademideki tasfiyeler devam edecek. O bakımdan nasıl barış için hepimiz kol kola girdik, bebekler ölmesin, çocuklar ölmesin, analar ağlamasın diye çaba gösteriyoruz; yine aynı şekilde bunu bu aşamada da yapmamız gerekir.
Biz 44 imzacı, kararnamede yer alan diğer üniversiteliler gibi mağdur değiliz. Biz hükümetin, devletin savaş kararına, barışa karşı olan tutumuna karşı tarafız, barıştan yana tarafız. Bağımsız üniversiteden, parasız eğitimden, eşit işe eşit ücretten, emekten yana tarafız. Biz bilimsel bilginin toplum için üretilmesinden yana tarafız. Biz hayattaki duruşumuzla ve bu taraflılığımızla varız, dolayısıyla biz mağdur değiliz!
Bu taraflılığımız kapsamında da süreci öncelikle hukuksal olarak yürüteceğiz, İdari Mahkeme, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi… Onun dışında toplumsal dayanışmayla, meslektaşlarımızla, öğrencilerimizle, halkla, aydın-siyasetçilerle, dayanışmayla yürüteceğiz. Bu yanlışın bir an önce giderilmesi için çaba göstereceğiz.
Bununla beraber Kocaeli’deki 19 imzacının bu kararnamede olmasının aracısı Kocaeli Üniversitesi Rektörüdür. Kocaeli Üniversitesi Yönetim Kurulu’nun 21 üyesi haberdar edilerek gönderilmiş bir listedir bu. 5 Ağustos’ta YÖK’e gönderilmiştir. Kendilerinden istenen liste bu değildir. Kendilerinden istenen liste FETÖ terör örgütü diye tanımlananların listesidir. Ama Sadettin Hülagü ve yönetimi Kocaeli Üniversitesi’nde dikensiz gül bahçesi istiyorlar, bu nedenle bizi listeye koymuş ve göndermişler. Ama bilsinler ki sadece biz değil, bizden sonra burada kalanlar da haksızlıklara, yanlışlıklara ses çıkaracaklar.
Biz bir yere gitmiyoruz, Kocaeli’de kalacağız. Kocaeli’de büro kuracağız ve akademik faaliyetlere ve derslerimize devam edeceğiz. Yakın bir zamanda alternatif açılış dersi yapacağız Eylül’ün son haftasında. Biz üniversiteyiz! Biz akademiyiz. Bizim onların maaşına, onların bize giydirdiği, başkalarına da gösteriş olsun diye giydirdiği akademik giysilere gereksinimimiz yok. Akademi bizim zihnimizde. Akademi bizim hayat biçimimiz. Toplum için bilimsel bilgi üretmenin yeri yurdu olmaz. Biz de devam ediyoruz.
Prof. Dr. Ümit Biçer:
Muhalif sesleri susturmaya yönelik darbe fırsatçılığı
7 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye’de başlayan süreç giderek otoriterleşme eğilimi göstermeye başladı. Ülkenin bir bölgesinde ortaya çıkan şiddet, insan hakları ihlalleri, hiçbir vicdan sahibi insanın, hekimin karşı koyamayacağı boyutlara ulaşınca, bu yönde çaba gösteren bir grup akademisyen olarak ortak bir bildirinin altına imza attık. 11 Ocak’ta açıklanan bu metin sonrasında, 15 Ocak’ta Kocaeli Üniversitesi’nde apar topar evlerinden derdest edilerek ilk gözaltına alınan ekipte yer aldık. Sonrasında hukuksal olarak açılan ve aslında bir garabet olan soruşturmalar silsilesinde biz sürekli olarak hukuka ilişkin itirazlarımızı ve bu konudaki düşüncelerimizi paylaştık. Bugüne kadar hâlâ hangi suçla suçlandığımızı bilmiyoruz, ne ile değerlendirildiğimizi, hangi disiplin yönetmeliğine göre bize işlem yapıldığını bilmiyoruz. Hukuksal olarak bunlarla ilgili itirazlarımızı dile getirmiştik. Komik bir şekilde; bize gönderilen bir yazıyla, itirazlarımızın kısmi olarak kabul edildiği söylenip, 23 Temmuz’da bize bir soruşturma günü verdiler. Aslında itirazlarımızın neresinin kabul edildiğini bilmediğimiz ve üniversitedeki yöneticilerin tamamı disiplin heyetini oluşturduğu ve itirazlarla ilgili bölümler konusunda da bizim haklılığımızı gösterdiği için biz yine savunma hakkımız saklı kalmak üzere itirazlarda bulunduk. Fakat biz 23 Temmuz’da itirazlarımızı yaparken, 15 Temmuz’da hakkımızda hazırlanan kararname ile aslında biz kamu görevinden çıkartılmışız.
Hala savunma hakkımızı kullanmış değiliz, görüşümüze başvurulmuş değil, suçumuzun ne olduğu belli değil. Türkiye’de bu anlamda yürüyen ceza soruşturmasının bile niteliği değişip, aslında bir terör faaliyeti olmaktan TCK kapsamında çıkarılmışken böyle bir uygulamaya kalkışılması, açıkçası bunun ne hukuki ne de idari bir yönü olduğunu düşündürüyor. Bu olsa olsa, 15 Temmuz’dan bu yana başlayan, darbe girişimi bahane edilerek, muhaliflere yönelik sürdürülen bir darbe fırsatçılığı, muhalif sesleri kamu kurumlarından, üniversitelerden, yargı ortamından çıkartılarak, tamamen iktidara biat eden, iktidarın söylediklerinden asla bir adım öteye gitmeyen bir grup oluşturarak devletin yeniden yapılandırılma çalışmasıdır.
Biz bu süreçte bize gösterilen destek, dayanışma duygusunu sıkça dile getiren sınıfın temsilcileri, insan hakları savunucuları, örgütleri ve kendi sendikal yapılarımızın bulunduğu yerde duruyoruz. Onlardan ne öndeyiz, ne gerideyiz. Bugün aynı şekilde yine hakikati dillendirmeye ve hakikat arayışının arkasında olduğumuzu ifade ediyoruz. Kocaeli’de odalarımızı boşaltırken de söylediğimiz tek bir şey vardı: Biz buraya döneceğiz dedik. Öğrencilerimizle birlikte döneceğiz, arkadaşlarımızla birlikte döneceğiz, asla vazgeçmeyeceğiz. Biz çünkü oradaki kadroları işgal ettiğimiz için bu çalışmaları sürdürmüyoruz. Bugüne kadar yaptığımız her şey ortada. Ben bir adli tıp uzmanıyım. Bosna’daki toplu mezarların açılmasında, Filistin’deki şiddet ve katliamlarla ilgili TTB’nin düzenlediği çalışmalarda, raporlarda yer aldım. Türkiye’de işkence ve insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak kendi alanımdan katkılar sağladım. Türkiye’nin neresinde bir toplu mezardan söz edilse, oraya gidip elimizden geldiği ölçüde katkı vermeye gayret ettim. Bundan sonra da devam edeceğim.
Hukuksal olarak bu işin peşini bırakmayacağım
Dr. Mihriban Yıldırım:
İlk önce 5 ağustosta görevden uzaklaştırıldığımı ileten bir tebligat aldım. Orada hiçbir gerekçe yoktu. “FETO ile ilişkili personel olduğu gerekçesiyle” gibi bir ifade yazıyordu. 137. madde kapsamında uzaklaştırıldım. 19 Ağustos’ta soruşturma tebligatını aldım. Soruşturma tebligatında da bir şey yazmıyordu. Aynı ifade vardı. Soruşturma tebligatında aslında gerekçenin açıkça belirtilmesi gerekiyor. 26 Ağustos’ta da soruşturmaya gittik. Soruşturma komisyonunun bana sunduğu kağıtta işlediği fiili suç nedeniyle diye yazıyordu. Buna itiraz ettim, çünkü bana daha önce hiçbir şey bildirilmedi. Bir fiili durumdan bahsedilmedi. Çünkü oradaki usulsüzlüğün onlar da farkındalar, bu şekilde soruşturma yürütülemeyeceğinin farkındalar.
Benimle ilgili bir soru sormadılar, kalıp sorular var, herkese aynı soruları soruyorlar: “Fethullah Gülen’i tanıyor musunuz?” Ben mesela evli değilim ama şunu sordular; “Çocuklarınız Fethullah Gülen’in okuluna gitti mi?” “kalkışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz, FETÖ’den ne zamandır haberdarsınız? sizce neden açığa alınmış olabilirsiniz gibi sorular soruldu. Ben soruşturmanın usulsüz olduğu şeklinde bir savunma hazırladım. Orada da sordukları sorulara cevap verdim. Zaten bir 1 hafta sonra da soruşturma sonuçlanmadan görevimden ihraç edildiğim haberini aldım. Bana herhangi bir şey tebliğ edilmeden. Her aşaması usulsüz ve hukuksuz bir şekilde, kendimi savunma hakkını vermediler.
Dava açmak için bayramdan sonrayı bekliyorum. Hukuksal olarak bu işin peşini bırakamayacağım, sonuna kadar hakkımı arayacağım. Tabii ki darbeciler hukuk çerçevesi içinde kesinlikle hesap vermeli, bu yetmez, sonuçta darbecileri besleyenlerin de hesap vermesi gerekiyor. Kandırıldık lafı bizi ikna etmiyor, bu bizi hala kandırmaya devam ettiklerini gösteriyor. Bu süreçte hepimiz için adil yargılanma bekliyorum. Bu herkesin ihtiyacı olan bir şey, hukuk herkese lazım.
Bizleri, yani sosyalistleri, solcuları, demokratları, bilim insanlarını bu gerici cemaatler ve tarikatlarla aynı kefeye koymaya izin veremeyiz, biz kendimizi biz FETO’cü değiliz diye açıklamaya çalışmayacağız, bizim kim olduğumuz, ne yaptığımız çok belli. Önce onlar, kim ne istedi, kim ne verdi önce bunu açıklasınlar. Nasıl ortaklıklar yapmışlar öncelikle bunu açıklasınlar. Bundan sonraki süreç için hepimizi ilgilendiren bir şey ve bir iş güvencesi tehdidi aslında.
Doç. Dr. Özlem Özkan:
Mücadelemize devam edeceğiz
Biz, bu suça ortak olmayacağız metniyle barış ortamının gerekliliğinin altını çizdik. Herkesin yaşam hakkı olduğunu düşünüyoruz, bundan geri adım atmadık, atmayacağız, mücadelemize devam edeceğiz. Devlet bizi istihdam ettiği için akademisyen olan kişiler değiliz. Akademisyenliğe devam edeceğiz.