Savaşlar, kadınların yaşam alanlarını, yaşam koşullarını etkiler ve değiştirir. Göçler, yoksulluk, alt yapı hizmetlerinin bozulması, yokluğu, eğitim ve sağlık kurumlarının yetersizliği veya yokluğu, savaşın yol açtığı ve kadınları etkileyen koşullardır. Savaşlar erkek dünyasında sorunların çözümü için şiddet uygulamayı meşru hale getirir, bu durum kadınlara şiddet olarak yansır ve ülkemizde kadın cinayetlerinin artışının temel nedenlerinden biridir.
Dr. Selma Güngör
Savaşlar biz kadınları çeşitli biçimlerde etkiler. Kadınları erkek olmaya çağırır. Daha çok toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirici, etki yapar. Kadının erkeğe yönelik tamamlayıcı rolünü bir zorunluluğa dönüştürür. Kadınlara savaşçı erkek yetiştirmek görevi özelinde yeni askerler yaratmak vazifesi verilir. Annelik kadınların tek var olma biçimine dönüşür. Doğurganlığı artırmak temel beden politikası haline gelir.
Savaş döneminde vatan topraklarının kadınsılaştırılması gibi temalar egemen söylemde yer alır, kadın bir kutsal nesne olarak kabul edilir. Bu söylemler kadınları erkeğin sahip olduğu nesneye dönüştürerek kadını varlığından soyutlar. Muzaffer taraf erkek, mağlup tarafı kadın olarak kurgulayan savaşlar bu yüzden sembolik tecavüzdür. Savaşlarda kadınlar, düşmanı aşağılama ve ulusun nesebini bozma çabası içindeki erkeklerin doğal ve öncelikli hedefi haline gelir.
Bunun dışında savaşlar, kadınların yaşam alanlarını, yaşam koşullarını etkiler ve değiştirir. Göçler, yoksulluk, alt yapı hizmetlerinin bozulması, yokluğu, eğitim ve sağlık kurumlarının yetersizliği veya yokluğu, savaşın yol açtığı ve kadınları etkileyen koşullardır. Savaşlar erkek dünyasında sorunların çözümü için şiddet uygulamayı meşru hale getirir, bu durum kadınlara şiddet olarak yansır ve ülkemizde kadın cinayetlerinin artışının temel nedenlerinden biridir.
***
Ülkemizde 80li yıllardan beri Kürt sorununun barışçı yollarla çözülemesinin yarattığı bir iç savaşın içindeyiz. Ülkemizin güney doğu ve doğu illerinde çatışmalar daha şiddetli yaşanmakta, ama düzeyleri farklı olsa da hepimizi etkilemekte. On binlerce insan öldü; yaralıların sayısını bile bilmiyoruz. Yüzlerce köy ve mezra yakıldı ve boşaltıldı. İki milyon kişi yaşadıkları yeri terk ederek göç etti, alıştığı, bildiği yaşam biçimlerini bırakmak zorunda kaldı. 2014’de başlayan barış sürecinin sona ermesi daha büyük bir şiddet sarmalı içinde yaşamamıza yol açtı. Günlerce süren çatışmalar, sokağa çıkma yasakları açlık, susuzluk, yalnızlık ve giderek artan ölümlerle sonuçlandı. Bombalanan ilçeler ve mahallelerde yaşayanlar yeniden göç etmek zorunda kaldılar.
2011’de komşumuz Suriye’de başlayan savaşla çatışmalardan kaçan Suriye halkının ülkemize sığınması ile savaşın dış göç boyutuyla karşılaştık. Bugün 3 milyondan fazla Suriyeli ülkemizde yaşıyor. Çoğunluğunu çocuk ve kadınlar oluşturuyor. Hükümetlerin pazarlık konusuna dönüştüler, dünyanın istenmeyen insanları haline geldiler. Geleceklerinin ne olacağını bilemeden yaşamak zorunda kalmak, göçmen olarak yaşadıkları sorunları çözümsüzleştiriyor.
Her iki savaş, barış isteyen biz sivillerin barış eylemlerinde patlayan bombalarla birleşiyor. Geçen yıl 10 Ekim’de TTB’nin de düzenleyicilerinden biri olduğu Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’nde 101 insan öldü, yüzlerce insan yaralandı.
***
İnsanlar ayrıcalık oluşturmak ya da ayrıcalıkları korumak için üstün hale gelmek ve yeryüzündeki kaynakların eşitsiz paylaşımına devam etmek için savaşıyorlar. Savaşların dinsel ya da etnik nitelikleri bu gerçeği değiştirmiyor. Savaşların son bulması tüm dünyada ırk, milliyet, dil, din kültür farkı gözetmeden eşitler olarak bir arada yaşamamızla mümkün. Ama en önemlisi, ilk en yaygın ve en eski ayrımcılık olan cinsiyetçiliğin tezahürü erkek egemenliğinin son bulmasıyla gerçekleşecektir.
***
Bütün bu ortamda barışı istemek suça dönüştü. Bu suça ortak olmayacağız diyen akademisyenlere idari soruşturma açıldı, bazıları ihraç edildi.
Kocaeli üniversitesinden ihraç edilen Barış için Akademisyenler grubunun kurduğu Dayanışma Akademisinde akademisyen Ruhi Demiray’ın ilk dersinde kötülükle baş edebilmek için etik düşünmeyi ve davranmayı öğrendik. Kant etik düşünmenin üç ilkesini şöyle koyuyor: Kendin düşüneceksin, kendini herkesin yerine koyarak düşüneceksin, düşüncenin bütününde hem kendin hem de başkalarının açısından, kapsayıcı, tutarlı bir perspektif ortaya koymaya çalışacaksın.
Biz kadınlar, evrensel etik davranışa yol açacak üç ilke kılavuzunda düşünmeye, gerçekleri anlayıp doğruları bulmaya çalışacağız. Eminim ki bu doğrular sonra bizim eylemimize dönüşecek.