Dizi şiddetine örgütlü tepki

Haberler

Hekimlikle ilgili uygulamaların yer aldığı televizyon dizilerinde, hekimlerin mesleki bağımsızlığını kesintiye uğratan sahnelerin, şiddet ve zorbalık içeren görüntülerin artması hekim kamuoyunun yoğun tepkisine yol açtı. Son olarak “Cesur Yürek” adlı dizide yer alan ağır şiddet içerikli sahneler üzerine harekete geçen TTB, RTÜK’e, dizinin yapımcı şirketine ve dizinin yayımlandığı kanala tepkisini iletti.

Tıp Dünyası – ANKARA

Hekimlikle ilgili uygulamaların yer aldığı televizyon dizilerinde ya da benzeri programlarda, hekimlerin mesleki bağımsızlığını kesintiye uğratan sahnelerin, şiddet ve zorbalık içeren görüntülerin artması hekim kamuoyunun yoğun tepkisine yol açıyor.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, son olarak “Cesur Yürek” adlı dizide yer alan ağır şiddet içerikli sahnelerin hekimlerin yoğun tepkisini çekmesi üzerine, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’na (RTÜK), dizinin yapımcı şirketine ve dizinin yayımlandığı kanala tepki yazıları gönderdi.

TTB’den konuyla ilgili olarak yapılan açıklamada, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin her geçen gün arttığı, meslektaşlarımızın canına, fiziksel ve ruhsal sağlığına mal olduğu bir ortamda, tüm ilgililer bu vahim tabloya katkıda bulunmamak adına, sorumlu davranmaya ve sağlık çalışanlarından özür dilemeye davet edildi.

*****

Prof. Dr. Doğan Tılıç:

TV’de şiddetin normalleştirilmesi medya etiğine aykırı

Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi, sosyolog ve iletişim bilimci Prof. Dr. Doğan Tılıç, medyada kullanılan şiddet diliyle ilgili olarak Tıp Dünyası’nın sorularını yanıtladı.

Televizyonda ya da sinemada şiddetin, onu izleyenleri doğrudan şiddete yönelttiği ve onu izleyen herkesin şiddet uyguladığı gibi bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığını belirten Tılıç, “Ama zaten şiddete eğilimli olan insanların özendirilmesi, onlara yöntem önermesi, onları cesaretlendirmesi gibi bir etkisi olduğu söylenebilir” diye konuştu.

Televizyonun, sinemanın, genel olarak sanatın vatandaşları iyiye yöneltmeye, eğitmeye yönelik bir misyonu olması gerektiğinin altını çizen Tılıç, “Özellikle televizyon dediğimiz şey, herkesin evinde olan, herhangi bir ücret ödemediği, her yaş grubundan herkesin ulaştığı, hatta mecburen izlediği bir araç olduğu için orada bu tür şeylere dikkat etmek gerektiğini söyleşebiliriz” dedi.

Tılıç, özellikle sağlık alanında şiddet gibi, toplumda zaten sorun olan, toplumun yarası olan bir alanda, bunların “normalleştirerek”, “olağanlaştırarak” gösterilmesinin medya etiği açısından da kabul edilemez olduğunu vurguladı.

Sağlık alanı giderek daha sorunlu bir alana dönüşüyor

Prof. Dr. Doğan Tılıç, sağlık alanında artan şiddetin, alanın giderek daha sorunlu bir hale geliyor olmasından kaynaklandığını söyledi:

“Sağlık alanında şiddetin yükselmesinin doğrudan televizyonlarda bu türden olayların gösterilmesiyle ilgili olduğunu söyleyemem. Belki tersi daha doğru, bu bir tür facit daireye dönüşüyor; bu türden olaylar olduğu için gösteriliyor, gösterildiği için tekrarlanabiliyor. Ama bu türden olayların olması, iktidarın sağlık alanında mükemmel şeyler yaptığı yönündeki bütün iddialarına karşın, sağlık alanının giderek daha sorunlu bir alana dönüşmüş olmasıyla açıklanabilir.” 

Hukuk, yasa, diyalog çözüm aracı olmaktan çıktı

Toplumun olağanüstü depresif bir halde olduğunu, bunun bir kenarında toplumun her yerini saran şiddet olduğunu belirten Tılıç, “Giderek şiddet dışı yöntemler ve yollar, hukuk gibi, yasa gibi, diyolog gibi, çözüm için araç olmaktan çıkıyor. Yalnız sağlık alanında değil ki, trafikte, okulda, sokakta şiddet kullanıyor insanlar. Hayatın her alanında olağanüstü baskılanmış ve bunalmış insanların pek çok sorunun şiddetle çözülebildiğini gördüğü bir ortamda, çok duyarlı bir alan olan, hastanelere de yansıyor” diye konuştu.

Dikey mesajı sorgulamak ve tepki vermek çok önemli

Bu tarz sorunlu mesajlara kamuoyunun tepki göstermesini çok önemsediğini ve öğrencilerine de bunu sürekli öğütlediğini belirten Tılıç, şu anda medyada, en tepede iktidarlar, medya sahipleri, medya kurumlarının olduğu ve bunların yukarıdan aşağıya yönelik mesajlarıyla, toplumun atomize bireylerinin, vatandaşlarının neredeyse kurban haline getirildiği bir sistem bulunduğuna dikkat çekti.

Tılıç, “Oysa, bir iletişim sisteminin daha demokratik olabilmesinin yolu, aşağıdan yukarıya vatandaşların da medyanın işleyişine dahil olmasıyla, kendini ilgilendiren meselelerde medyanın üretimine müdahil olabilmesiyle mümkün. O yüzden, içinde ufak tefek sorunlu yönler olsa bile toplumun aşağıdan yukarıya örgütlü karşı mesajlar vermesini sağlıklı ve demokratik kitle iletişimi açısından önemli buluyorum. O zaman, o medya mesajlarını üretenler de karşılarında verdikleri bütün mesajları alıp tüketen bir kitle olmadığını, bunu sorgulayan bir kitle olduğunu gördüklerinde daha dikkatli ve sorumlu davranacaklardır” diye konuştu.  

Tılıç, sıradan vatandaşların bu tür şeylere tepki veremediğini ama toplumun örgütlü kesimlerinin bunu yapabilmesi gerektiğini vurguladı:

“Örgütlü yapılar, kendi alanındaki sorunlu medya mesajlarına tepki vermeli ki, medya üreticileri hiç değilse bir ölçüde kendilerine çeki düzen verilebilsin. Dizi, senaryo, kurgu olsa bile. Tabi burada hassas bir denge var, ifade özgürlüğüne, sanatsal yaratı özgürlüğüne müdahaleye varacak bir tepki olmamalı, anlamlı bir şey olmalı.”

***

Prof. Dr. Gülriz Erişgen

Medya şiddetin kabul edilemez olduğunu göstermeli

TTB Şiddete Sıfır Tolerans Grubu Yürütme Kurulu üyesi Prof. Dr. Gülriz Erişgen, Şiddete Sıfır Tolerans Grubunun çalışmaları ve bu konudaki raporlarının örneğin yöneticilerin söylemlerinin özellikle sağlık alanındaki şiddeti artırabildiğini ve bu konuda özen gösterilmesi gerektiğini gösterdiğini söyledi. TBMM Sağlık Çalışanlarına Şiddeti Araştırma Komisyonu tarafından hazırlanan raporda da aynı tespitin yapıldığını ekledi. Erişgen şöyle devam etti:

“Şiddetin kesinlikle kabul edilemez olduğunun gösterilmesi çok önemli. Gazetelerde yazılanlar, haberlerin veriliş şekli ya da dizilerdeki bu tür görüntülerin şiddeti tetikleyeceği çok açık. Tam tersi, kabul edilemez olarak da yansıtabilirler ve olması gereken de bu ama bunu yapmıyorlar. Adeta yangına körükle gidiliyor.

Sağlığa özel bir durum olduğunu da görüyoruz. Tek başına toplumdaki şiddetle açıklanmayan, sağlık politikalarının da sonucu olduğunu söylediğimiz şeyler de var. Medya bunu azaltmaya yönelik çabalar açısından çok önemli ama maalesef tersi oluyor.

Mesela biz kamu spotu çektik; hekimlerin neden bu işten bu kadar zarar gördüğünü, hekim zarar gördüğünde aslında hastasının da zarar gördüğünü anlattık ama ne yazık ki doğru dürüst yer bulmadı.

Sağlık çalışanlarının, bu konuda duyarlı herkesin tepkisini göstermesi gerekir. Sonuçta böyle yayınlar yapanlar bu suça katılmış oluyorlar. Bunu net bir şekilde söylemek gerekir. Bunun kabul edilemez olduğu yönünde yayın yapmak gerektiği hatırlatılmalı.”