28 Ocak 2017 tarihinde tabip odalarından ve kollardan temsilcilerin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Yönetim Kurulu toplantısında, 14 Mart programını dört talep etrafında oluşturmaya ve 29 Ocak-14 Mart 2017 tarihleri arasında çeşitli etkinliklerle bu taleplerimizi yüksek sesle dillendirerek kamuoyuyla paylaşmaya karar verdik.
İlk talebimiz, en öncelikli olandı: “Haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen hekimler görevlerine iade edilsin!“. OHAL sürecinde şu ana kadar Sağlık Bakanlığı’ndan 1.565, tıp fakültelerinden 1.196 hekim olmak üzere toplam 2.761 hekim ihraç edildi. Adil ve demokratik yargılama usullerine uyulmadan keyfi bir şekilde işlerine son verilen hekimlerle sorunlarını tartışmak ve çözüm önerileri üretmeyi, meslek örgütümüzün bu dönemdeki temel sorumluluğu olarak görüyoruz. Bu sorumluluğumuzun gereği olarak, 29 Ocak 2017 tarihinde “OHAL Sürecinde İşten Atılan Hekimler: Kurumsal ve Mesleki Sorumluluklarımız Çalıştayı”nı gerçekleştirdik. Çalıştayda da ortaya konduğu gibi, TTB olarak, haksız ve hukuksuz olarak ihraç edilen meslektaşlarımızın görevlerine geri dönmesi için örgütsel ve hukuksal tüm olanaklarımızı seferber edeceğiz. Emeğin, demokrasinin, hukukun, toplumsal barışın ve iyi hekimlik değerlerinin savunucusu olan meslektaşlarımızın hastalarına ve öğrencilerine bir an önce kavuşabilmeleri, 14 Mart’a giderken öncelikli talebimizdir.
İkinci talebimizi, “Hastaya yeterli süre ve iyi hekimlik!” olarak belirledik. 14 yıldır sürdürülen Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlıkta poliklinik sayılarından acil başvurularına, ameliyatlardan BT, MR çekimlerine kadar her parametrede rekor artışlar gerçekleşmiştir. Sağlık Bakanlığı tarafından geçtiğimiz aylarda yayımlanan 2015 yılı Sağlık İstatistikleri Yıllığı’na göre, 2002 yılında 3.1 olan kişi başı “hekime müracaat sayısı” 2015 yılında 8.4 olmuştur. 2015 yılında acil servislere başvuru sayısı 110 milyon 915 bindir. Aynı yıllıkta, ülkemizde 2015 yılında yaklaşık 11.3 milyon MR, 13.7 milyon BT çekildiği bilgisi yer almaktadır. Uluslararası karşılaştırmalara göre, yataklı tedavi kurumlarında “1000 kişiye düşen MR görüntüleme sayısı” en yüksek olan ülke Türkiye’dir. Ancak, tüm bu artışlara yanında, 14 yıl boyunca hiç artmayan, aksine giderek azalan bir parametrenin olduğunu görüyoruz: Hastaya ayrılan süre. Sağlıkta Dönüşüm Programı ve onun ana unsurları arasında yer alan performansa dayalı ödeme sistemiyle, hasta bakımında niteliğin değil niceliğin öne çıktığı; hekimlerin kısa sürelerde çok sayıda hastaya bakmaya zorlandıkları; hastalara, doğru düzgün anamnez alınmasına, fizik muayene yapılmasına izin vermeyen sürelerin ayrıldığı; nitelikli sağlık hizmeti sunabilmenin koşullarının yok edildiği bir sağlık ortamı yaratılmıştır. İyi hekimliğin giderek kan kaybettiği bu dönemde, sesimizi yükseltiyor ve hekimlerin, hastalardan ayrıntılı bir görüşmeyle anamnez alabilmeleri, gerekli muayeneleri, tanı ve tedaviye ilişkin bilgilendirmeleri, sağlık eğitimini yapabilmeleri ve hastalarla sağlıklı bir iletişim kurabilmelerine olanak sağlayacak düzenlemelerin yapılmasını talep ediyoruz.
14 Mart sürecindeki üçüncü talebimiz özlük haklarımızın iyileştirilmesine yöneliktir: “Çalışırken ve emeklilikte emeğimizin karşılığı insanca ücret!”. Sağlıkta Dönüşüm Programı süresince hem iş güvencemizde kayıplar yaşadık hem de performansa dayalı ücretlendirme nedeniyle çalışırken aldığımız ücret emekliliğimize yansımıyor; emekliliği hak etsek bile daha uzun yıllar çalışmak zorunda kalıyoruz.
Sağlık hizmetini, çalışanlar arasında rekabet yaratarak nicelik olarak değil, ekip anlayışı içinde nitelik olarak artırmayı hedeflemeliyiz. Ek ödeme sistemi terkedilmeli ya da gelirin önemli kısmı sabit ve emekliliğe yansıyan ücretten oluşmalı, ek ödemenin oranı beşte biri aşmamalıdır. Emekliliğe yansıyacak, güvenceli, görev tanımına, liyakat ve kariyere uygun bir ücretlendirme politikası izlenmelidir.
Nitelikli bir sağlık hizmeti üretmenin en temel bileşenlerinden birini çalışma koşulları oluşturur. İnsanca çalışma koşulları ve insanca yaşayacak ücret, birbirinden ayrı düşünülemez. Emeğimizin karşılığı olan ücretle birlikte, iş güvencesi ve çalışma koşullarımızın iyileştirilmesi, öncelikli taleplerimiz arasında yer almaktadır. Bu da, ancak, mesleki bağımsızlık, iş yükünün adil düzenlenmesi, takdir edilme, mesleki sağlık ve güvenliğin tesisi, fırsat eşitliği, örgütlenme özgürlüğü, çalışma ortamının demokratikleştirilmesiyle sağlanabilir. 14 Mart sürecinde, iş güvencesi, özlük hakları ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebimizi gündeme taşıyoruz ve hekim-emekli hekim ücretlerine ilişkin önerilerimizin hayata geçmesi ve TTB Fiili Hizmet Zammı Yasa Tasarısı Önerisi’nin yasalaşması için mücadele ediyoruz.
14 Mart programı çerçevesinde öne çıkarttığımız dördüncü talebimizde, can alıcı bir soruna dikkat çekiyor ve acil çözüm beklentimizi dile getiriyoruz: “Sağlıkta şiddet sona ersin!”. Sağlık alanındaki şiddet, sağlık hizmet sunumunun hemen tüm aşamalarında yaygın ve ciddi bir sorun haline dönüşmüştür. Sağlık Bakanlığı’nın Beyaz Kod uygulaması verilerine göre, yaklaşık üçte biri fiziksel şiddet olmak üzere, günde en az 30 sağlık çalışanı şiddete uğramaktadır. Son 5 yıl içerisinde, 2012 yılında Dr. Ersin Arslan, 2015 yılında Dr. Kamil Furtun ve Dr. Aynur Dağdemir, çalıştıkları sağlık ortamında uğradıkları şiddet sonucunda katledildiler. Sağlık ortamındaki şiddet, sıklıkla hasta ya da hasta yakınlarından sağlık çalışanlarına yönelse de, şiddetin ortaya çıkışına zemin hazırlayan sağlık politikalarını öncelikli olarak ele almamız gerekiyor. Ülkemizin son yıllarda içine sokulduğu şiddet sarmalı ve sorunları şiddetle çözme anlayışı, etkisini hastalarda, hasta yakınlarında da gösterebiliyor. Bu yönüyle, toplumsal düzlemde değerlendirmemiz gereken bir sorundan söz ediyoruz. Öte yandan, sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti artıran unsurlardan birisinin, şiddeti uygulayan kişilerin, cezalandırılmayacaklarını ya da önemsenmeyecek bir yaptırımla karşılaşacaklarını düşünmeleri olduğunu da görmeliyiz. Bu noktada, sağlık çalışanlarına yönelik şiddete asla hoşgörü gösterilmeyeceği, şiddet suçlarının mutlaka cezalandırılacağı düşüncesinin, toplum nezninde yerleşmesi önem taşımaktadır. 14 Mart etkinlikleri dolayısıyla, sağlıkta şiddetin sona ermesi için yetkililere ve topluma sesleniyoruz ve tüm hekimleri, TTB’nin sağlıkta şiddetle ilgili hazırladığı Yasa Tasarısı Önerisi’nin yasalaşması mücadelesinin içinde yer almaya davet ediyoruz.
14 Mart, tüm kötülüklere ve haksızlıklara karşın, iyilik, dostluk ve dayanışma; gelecek güzel günler ve barış içinde bir yaşam; iş güvencesi ve insanca çalışma koşulları; iyi hekimlik ve hastalara nitelikli sağlık hizmeti için hekimlerden yükselen güçlü bir ses olsun!
Prof. Dr. Raşit Tükel
TTB Merkez Konseyi Başkanı