Prof. Dr. Raşit Tükel –
Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) geçmişine baktığımızda dava süreçleriyle ilk kez karşılaşmadığını görüyoruz. TTB, tarihinde hekimlik meslek etiği değerlerini savunduğu ve emek, barış, demokrasi ve insan hakları mücadelesi verdiği için dördüncü kez yargılanıyor.
İlk dava Kasım 1985’te TTB Merkez Konseyinin idam cezasının kaldırılması için yürüttüğü çalışmalar nedeniyle açıldı. O dönemde hekimler, idam cezasının infazında bulunuyordu. Adalet Bakanının suç duyurusu sonrasında, Ankara Cumhuriyet Savcılığı, TTB’nin altı yöneticisinin Cumhurbaşkanı, Başbakan ve TBMM üyelerine ölüm cezasının kaldırılması için bir mektup yazarak siyasetle uğraştıkları gerekçesiyle görevlerine son verilmesi için bir iddianame hazırlıyor. Dönemin TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek soruşturma sırasında, “Ölüm cezasının tabiplik mesleği ile bağdaşmayacağı, mesleğin asıl amacının insanı yaşatmak olduğu ve bu nedenle idam cezasının kaldırılmasını dilediklerini”, “Bir doktorun ölüm cezasının infazında bulunmasının tıp meslek etiği kurallarına aykırı olduğuna inandıklarını” belirtiyor. Ankara 3. Asliye ve Hukuk Mahkemesi’nde 29 Aralık 1985 tarihinde başlayan yargılamanın sonunda, TTB Merkez Konseyinin ölüm cezasına karşı gösterdiği tavrın TTB’nin amaçlarına aykırı olmadığına karar veriyor. Bilindiği gibi, dava açılmasından 19 yıl sonra, 2004 yılında, önce Anayasa’dan, ardından da Türk Ceza Kanunu’ndan ölüm cezaları ile ilgili maddeler çıkartıldı. O dönemde dile getirdiğimiz hekimlik mesleğinin en temel görevi insanı yaşatmaktır sözü, bugün de geçerlidir, yarın da geçerli olacaktır.
TTB Merkez Konseyi üyelerine ikinci dava, Aralık 2000’de cezaevlerinde yaşanan açlık grevleri/ölüm oruçları sürecinde, amaçları dışında faaliyet gösterdikleri iddiasıyla açılmıştır. Bilindiği gibi, 19 Aralık 2000 günü açlık grevleri/ölüm oruçlarının yapıldığı cezaevlerine “Hayata Dönüş” adı verilen, ikisi güvenlik görevlisi olmak üzere toplam 22 kişinin yaşamını yitirdiği, sonraki günlerde ölenlerin sayısının 32 kişiye çıktığı bir operasyon yapılmıştır. Bu kez amaç dışı faaliyet sayılan tutum, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülere, eşit, ayrımsız, hekimlik etik ilkelerine uygun bir sağlık hizmeti verilmesini savunmak, açlık grevindekilere zorla tıbbi müdahale yapılmasına karşı çıkmak olmuştur.
Davaya gerekçe olarak, TTB Merkez Konseyinin cezaevlerinde yaşanan açlık grevleri üzerine 22 Aralık 2000 tarihinde yaptığı basın açıklaması gösterilmiştir. Söz konusu açıklamada, “hekimlik mesleği ve Türkiye’de hekimlik değerlerinin savunucusu olan TTB’nin varoluşundan bu yana insan yaşamı, sağlığının korunması ve geliştirilmesi noktasını varlık sebebi olarak gördüğü” belirtilmiştir. Açıklamada açlık grevl yapanlar için, “TTB ve hekimlerin her bir ölümün acısını yüreklerinde hissettikleri ve süreçte yaşamın ölüme galip gelememesine dayanamadıkları” vurgulanmış, operasyona yönelik olarak “öldürerek hayata döndürmeye herkes inansa da hekimlerin inanması beklenmemelidir” denilmiştir. TTB Merkez Konseyi dava açılması üzerine ise; hekimlerin, hiçbir etki ve nüfuza kapılmaksızın, vicdani ve mesleki kanaatlerine göre hareket etmekle yükümlü olduklarını, TTB’nin açlık grevi ve ölüm orucunda bulunanlar konusunda hekim tutumu ile ilgili olarak kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla açıklamalar yaptığını belirtmiştir. TTB Merkez Konseyi üyelerinin görevlerine son verilmesi istemiyle açılan dava, 15. Asliye Hukuk Mahkemesini tarafından reddedilmiştir. Aynı açıklama nedeniyle yürütülen ceza soruşturmasında ise takipsizlik kararı verilmiştir.
Yakın dönemde benzer bir durum Gezi olayları sonrasında açılan davalarda yaşandı. Bir kez daha hekimlik mesleğimizi yapmamız dava konusu yapıldı. Hekimler bu süreçte de, mesleki değerlerine bağlı kalarak olağandışı durumda ortaya çıkan sağlık sorunlarının giderilmesi, yaralıların gerekli sağlık hizmetine ulaşmasının sağlanması için gönüllü olarak çaba gösterdiler. TTB’nin Gezi protestolarında sağlık sorunu olan herkese ayrımsız sağlık hizmeti verilmesini savunması, gönüllü sağlık hizmetlerini desteklemesine Sağlık Bakanlığının yanıtı gecikmedi. “Hukuka aykırı yetkisiz ve kontrolsüz, revir adı altında sağlık hizmet birimleri oluşturarak amaçları dışında faaliyet gösterdikleri” gerekçesiyle Ankara Tabip Odası, Hatay Tabip Odası ve İstanbul Tabip Odası’na Yönetim ve Onur Kurullarının görevlerine son verilmesi talebi ile Bakanlık tarafından dava açıldı. Bu davalar da beraat ile sonuçlandı.
Şimdi ise barış ve demokrasi taleplerimiz soruşturuluyor, yargı konusu yapılıyor. Barışla ilgili bir söz söylediğimizde ya da barışı talep ettiğimizde, savaşsız çatışmasız bir ülke ve dünya istediğimizde suçlanır olduk. Son olarak, “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” açıklamamız nedeniyle gözaltına alındık. Sağlık Bakanlığı tarafından amaç dışı faaliyet gösterdiğimiz gerekçesiyle görevden alınmamız talebiyle bir kez daha dava açıldı.
TTB olarak sağlığı sadece klinik düzeyde tanımlamıyoruz. Hastalıkların tedavisi kadar, sağlığın çevre koşullarıyla, yaşadığımız ortamla ilişkisini her fırsatta vurguluyoruz. Toplumsal iyilik halinin ülkemizde ancak demokratik bir ortamın oluşması ile mümkün olduğunu biliyoruz.
Biz yine yaşamdan yana tavrımızı sürdürüyoruz. İnsan yaşamını ve sağlığı her türlü kavramın önüne, herşeyin merkezine koyuyoruz. İnsan sağlığına ve dolayısıyla yaşamına zarar veren her şeyi, hekimliğin doğasına aykırı ve kabul edilemez buluyoruz. En başta hekimlik değerlerimizin bir gereği olarak, barıştan, demokrasiden yana olmaktan hiçbir koşulda vazgeçmeyeceğiz.