Prof. Dr. Sinan Adıyaman
TTB Merkez Konseyi Başkanı
24 Ocak 2018 tarihinde yapılan “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı basın açıklamasının ardından Sağlık Bakanlığı’nın kendi bünyesinde çalışan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyeleri hakkında başlattığı idari soruşturmalar kapsamında, TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Selma Güngör’ün aile hekimliği sözleşmesinin feshedildi. TTB Genel Sekreteri Dr. Bülent Nazım Yılmaz “Devlet Memurluğundan Çıkarma” talebi ile yüksek disiplin kuruluna sevk edildi. Son olarak da 19 Kasım’da Dr. Yaşar Ulutaş’ın aile hekimliği sözleşmesi feshedildi.
Sağlık Bakanlığı kendi bünyesinde çalışan üç TTB Merkez Konseyi üyesi hekimi cezalandırarak aynı zamanda TTB faaliyetlerine de müdahale etmeye, TTB’yi etkisiz kılmaya ve baskı altına almaya çalışmaktadır. Bu uygulama ile Sağlık Bakanlığı, yasaların TTB Merkez Konseyi’ne tanımladığı görevleri kamusal sorumluluğa, hekimlik değerlerine ve insan haklarına uygun olarak yerine getirme görevlerini engellemeye çalışmaktadır.
Meslek örgütleri toplumdan doğmuş, demokrasi ile büyümüştür. TTB sağlığın, fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik hali olduğunu hep akılda tutarak sağlıklı, barış içinde yaşanabilir bir çevrenin hak olarak hayata geçirilmesini, insan eli ile yaratılan her türlü şiddetin nedenlerinin ortadan kaldırılmasını, sosyal iyilik halinin sağlanmasını talep etmekte ve bu taleplerin karşılanması için mücadele etmektedir.
Bir hekim meslek örgütü olarak “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” açıklaması, tüm politik karar ve ideolojilerden bağımsız olarak, dünyada ve ülkemizde sağlığı tehdit eden bütün durumların ortadan kaldırılması talebini içermektedir. Yine bu önerme akademik çalışmalarla da kanıtları ortaya konmuş dünyada bütün hekimler tarafından kabul görmüş evrensel bir ortak değerdir.
Dünya Tabipler Birliği (WMA); “Türk Tabipleri Birliği bu yılın başlarında yaptığı “Savaş bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı açıklamayla yalnızca apaçık bir gerçeği, savaşın önemli sağlık sorunlarına yol açtığını belirtmiştir. Bu açıklama Dünya Tabipler Birliği politikalarıyla da uyumludur ve sağlık üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle savaştan mümkün olan her durumda kaçınılmalıdır” diyerek bu evrensel ilkeye ışık tutmuştur.
TTB, asırlardır insanlık değerlerinin birikiminden süzülerek gelmiş iyi hekimlik değerlerinin en önde gelen savunucusudur. Bu nedenledir ki yıllardır yapılan onca baskıya ve kötülüğe rağmen güçlenerek varlığını sürdürmektedir. TTB’nin geçmişine baktığımızda dava süreçleriyle ilk kez karşılaşmadığını görüyoruz. TTB, tarihinde hekimlik meslek etiği değerlerini savunduğu ve emek, barış, demokrasi ve insan hakları mücadelesi verdiği için dördüncü kez yargılanıyor.
İlk dava Kasım 1985’te TTB Merkez Konseyi’nin idam cezasının kaldırılması için yürüttüğü çalışmalar nedeniyle açıldı. O dönemde hekimler, idam cezasının infazında bulunuyordu. Adalet Bakanı’nın suç duyurusu sonrasında, Ankara Cumhuriyet Savcılığı, TTB’nin altı yöneticisinin Cumhurbaşkanı, Başbakan ve TBMM üyelerine ölüm cezasının kaldırılması için bir mektup yazarak siyasetle uğraştıkları gerekçesiyle görevlerine son verilmesi için bir iddianame hazırlıyor. Dönemin TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek soruşturma sırasında, “Ölüm cezasının tabiplik mesleği ile bağdaşmayacağı, mesleğin asıl amacının insanı yaşatmak olduğu ve bu nedenle idam cezasının kaldırılmasını dilediklerini”, “Bir doktorun ölüm cezasının infazında bulunmasının tıp meslek etiği kurallarına aykırı olduğuna inandıklarını” belirtiyor. Ankara 3. Asliye ve Hukuk Mahkemesi’nde 29 Aralık 1985 tarihinde başlayan yargılamanın sonunda, TTB Merkez Konseyinin ölüm cezasına karşı gösterdiği tavrın TTB’nin amaçlarına aykırı olmadığına karar veriyor. Bilindiği gibi, dava açılmasından 19 yıl sonra, 2004 yılında, önce Anayasa’dan, ardından da Türk Ceza Kanunu’ndan ölüm cezaları ile ilgili maddeler çıkartıldı. O dönemde dile getirdiğimiz hekimlik mesleğinin en temel görevi insanı yaşatmaktır sözü, bugün de geçerlidir, yarın da geçerli olacaktır.
TTB Merkez Konseyi üyelerine ikinci dava, Aralık 2000’de cezaevlerinde yaşanan açlık grevleri/ölüm oruçları sürecinde, amaçları dışında faaliyet gösterdikleri iddiasıyla açılmıştır. Bilindiği gibi, 19 Aralık 2000 günü açlık grevleri/ölüm oruçlarının yapıldığı cezaevlerine “Hayata Dönüş” adı verilen, ikisi güvenlik görevlisi olmak üzere toplam 22 kişinin yaşamını yitirdiği, sonraki günlerde ölenlerin sayısının 32 kişiye çıktığı bir operasyon yapılmıştır. Bu kez amaç dışı faaliyet sayılan tutum, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülere, eşit, ayrımsız, hekimlik etik ilkelerine uygun bir sağlık hizmeti verilmesini savunmak, açlık grevindekilere zorla tıbbi müdahale yapılmasına karşı çıkmak olmuştur.
Davaya gerekçe olarak, TTB Merkez Konseyi’nin cezaevlerinde yaşanan açlık grevleri üzerine 22 Aralık 2000 tarihinde yaptığı basın açıklaması gösterilmiştir. Söz konusu açıklamada, “hekimlik mesleği ve Türkiye’de hekimlik değerlerinin savunucusu olan TTB’nin varoluşundan bu yana insan yaşamı, sağlığının korunması ve geliştirilmesi noktasını varlık sebebi olarak gördüğü” belirtilmiştir. Açıklamada açlık grev yapanlar için, “TTB ve hekimlerin her bir ölümün acısını yüreklerinde hissettikleri ve süreçte yaşamın ölüme galip gelememesine dayanamadıkları” vurgulanmış, operasyona yönelik olarak “öldürerek hayata döndürmeye herkes inansa da hekimlerin inanması beklenmemelidir” denilmiştir. TTB Merkez Konseyi dava açılması üzerine ise; hekimlerin, hiçbir etki ve nüfuza kapılmaksızın, vicdani ve mesleki kanaatlerine göre hareket etmekle yükümlü olduklarını, TTB’nin açlık grevi ve ölüm orucunda bulunanlar konusunda hekim tutumu ile ilgili olarak kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla açıklamalar yaptığını belirtmiştir. TTB Merkez Konseyi üyelerinin görevlerine son verilmesi istemiyle açılan dava, 15. Asliye Hukuk Mahkemesini tarafından reddedilmiştir. Aynı açıklama nedeniyle yürütülen ceza soruşturmasında ise takipsizlik kararı verilmiştir.
Yakın dönemde benzer bir durum Gezi olayları sonrasında açılan davalarda yaşandı. Bir kez daha hekimlik mesleğimizi yapmamız dava konusu yapıldı. Hekimler bu süreçte de, mesleki değerlerine bağlı kalarak olağandışı durumda ortaya çıkan sağlık sorunlarının giderilmesi, yaralıların gerekli sağlık hizmetine ulaşmasının sağlanması için gönüllü olarak çaba gösterdiler. TTB’nin Gezi protestolarında sağlık sorunu olan herkese ayrımsız sağlık hizmeti verilmesini savunması, gönüllü sağlık hizmetlerini desteklemesine Sağlık Bakanlığının yanıtı gecikmedi. “Hukuka aykırı yetkisiz ve kontrolsüz, revir adı altında sağlık hizmet birimleri oluşturarak amaçları dışında faaliyet gösterdikleri” gerekçesiyle Ankara Tabip Odası, Hatay Tabip Odası ve İstanbul Tabip Odası’na Yönetim ve Onur Kurullarının görevlerine son verilmesi talebi ile Bakanlık tarafından dava açıldı. Bu davalar da beraat ile sonuçlandı.
Şimdi ise barış ve demokrasi taleplerimiz soruşturuluyor, yargı konusu yapılıyor. Barışla ilgili bir söz söylediğimizde ya da barışı talep ettiğimizde, çatışmasız bir ülke ve dünya istediğimizde suçlanır olduk. Son olarak, “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” açıklamamız nedeniyle gözaltına alındık. Sağlık Bakanlığı tarafından amaç dışı faaliyet gösterdiğimiz gerekçesiyle görevden alınmamız talebiyle bir kez daha dava açıldı.
Biz yine yaşamdan yana tavrımızı sürdürüyoruz. İnsan yaşamını ve sağlığı her türlü kavramın önüne, herşeyin merkezine koyuyoruz. İnsan sağlığına ve dolayısıyla yaşamına zarar veren her şeyi, hekimliğin doğasına aykırı ve kabul edilemez buluyoruz. En başta hekimlik değerlerimizin bir gereği olarak, savaşsız bir dünyadan, demokrasiden yana olmaktan hiçbir koşulda vazgeçmeyeceğiz.
TTB Merkez Konseyi üyelerinin meslek kuruluşunda yürüttükleri görevleri, Devlet memuru olarak yürüttükleri görevlerinden bağımsızdır. Bu durum başta 135, 25, 26, 27 ve 33. maddeler olmak üzere Anayasa’da düzenlenen demokratik hakların bir sonucudur. Sağlık Bakanlığı bu soruşturmalarla kendini yargının yerine koymakta ve yargının kararını bekleme sabrını bile gösterememektedir. Sağlık Bakanlığı’nın kendi kurumlarında çalışan TTB MK üyelerini görevleriyle ilgisi olmayan nedenlerle memuriyetten çıkarma talebiyle soruşturması, Anayasa’nın meslek örgütleriyle ilgili hükümlerini hiçe sayması anlamına gelmektedir.
Aynı zamanda meslek örgütlerinin ve sendikaların anayasa ve uluslararası anlaşma ve haklardan kaynaklı özgürlüklerine yönelen saldırı ve müdahaleleri de asla kabul etmeyecektir.
İlk duruşmamız 27 Aralık’ta Ankara Adliyesi’nde gerçekleştirilecek. Savaşların olmadığı, barış içinde, eşit, adil, sağlık hakkının güvence altında olduğu bir dünyada hekimlik yapmak isteyen herkesi, bu özlemle çaba harcayan 2016-2018 dönemi TTB Merkez Konseyi yöneticileri ile dayanışmaya çağırıyoruz.
Bir kez daha kararlılıkla ifade ediyoruz: Türk Tabipleri Birliği, hekimlerin mesleklerini demokratik değerler, etik ilkeler ışığında sürdürmekte ısrar ettikleri bir kurum olarak, odaları ve üyeleri ile birlikte gerekli demokratik mücadeleyi sürdürecektir.