Bağışıklama zorunlu olmalı mı?

Haberler

“Tıp etiği açısından birey özerkliği genellikle ön plandadır; zorla tıbbi müdahale olamayacağını savunuruz daima. Ancak kişinin karar verme yeterliğinin olmadığı durumlarda birey özerkliği ve buna bağlı olarak kişilik haklarının kullanımına dair bir istisna oluşur. Başkalarının yaşam ve sağlığı işin içine girdiği zaman bu hakkın kullanımı daha da tartışmalı hale geliyor. Dolayısıyla bağışıklama konusunda toplum sağlığı ve çocuğun üstün yararı söz konusu olduğundan “zorla” tıbbi müdahale haklı çıkarılabilmekte. Yine de insanlara zorla bir şey yapıyor olmak mutlu edici bir şey değil. Hepimizin birbirimize karşı sorumlu olduğumuz duygusunun yerleşik ve yaygın olduğu bir toplumda, “herkesin birbirine zimmetli” olduğu bir toplumda herkes için memnun edici çözümler bulabiliriz ve bu tür zorlamalara da gerek kalmaz.”

Tıp Dünyası – ANKARA

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. M. Murat Civaner, Türkiye’de 2015 yılında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir kararın ardından başlayan “aşı reddi” tartışmalarını ve aşıyı reddeden ailelerin sayısındaki artışa ilişkin olarak yapılabilecekleri tıp etiği yönünden değerlendirdi. Bağışıklama konusunda toplum sağlığı ve çocuğun üstün yararı söz konusu olduğundan “zorla” tıbbi müdahalenin savunulabileceğini belirten Civaner, “Benimsediğim pozisyon kimseyi mutlu edecek bir pozisyon değil. Çünkü insanlara zorla bir şey yapmaktan söz ediyoruz. Öyle bir sağlık politikası olmalı ki insanlara neden aşı yaptırılması gerektiğini iyi anlatmalıyız öncelikle. Zorla aşı yapacak olsak bile… İnsanların yanlış bilgilerle yargıya varmasını önlemeye çalışmak lazım. Tıp kurumuna karşı güven oluşturabilmek için ne yapılmalı diye düşünmek lazım. Toplum çapında ve gereğinde zorla müdahale gerekiyorsa, bunun sadece bir yasa maddesine dayanıyor olmaması lazım” diye konuştu.

Prof. Dr. M. Murat Civaner’in değerlendirmeleri şöyle:

Dünyada ve Türkiye’de durum

Dünya örneklerine baktığımızda; Batı ülkelerinde özellikle, önemli oranda zorunluluk olmadığını görüyoruz. İngiltere’de yok, ABD’de yok. Bağışıklanma zorunluluğunun olmadığı yerlerde liberal bir anlayışın egemen olduğunu görüyoruz; “bireye dokunamazsın” diyor. Son zamanlarda ciddi boyutta tehditler oluşmaya başladı biliyorsunuz. Salgınlar sonrasında İtalya ve Almanya okul yasağı getirmeyi planlıyor, ABD’de New York Belediyesi kamusal alana giriş yasağı getirmeyi düşünüyor. Bununla birlikte bu ülkelerde uygulama yaptırım düzeyinde; diğer deyişle yaptırımla bireyleri yönlendirmeye çalışıyorlar. Etkin bir bağışıklama programı için bilimsel olarak yeterli değil tabii.

Türkiye’de ise AYM kararına kadar bir sıkıntı yoktu. Aslında tartışma da yoktu. Bu kararın ardından hekimler kararsız kaldılar, okullar ailelere “aşı yapılsın mı, yapılmasın mı” diye onam formu göndermeye başladılar. Politikacılar aşıya inanmadıklarını beyan ettiler, bir takım medyatik figürler neredeyse ‘sağlıklı yaşam’ sloganıyla “ben de yaptırmıyorum” diye ortalıkta gezindiler. Aslında AYM kararı birey özerkliğinin toplum yararının üzerinde olduğunu dolayısıyla da ilke olarak bağışıklanmanın zorunlu tutulamayacağını söylemedi; bütün söylediği Umumi Hıfzısıhha Kanunu’na ulusal aşı takvimindeki aşıların isimlerinin yazılması gerektiğinden ibaret. Diğer deyişle Meclis Kanun’un ilgili maddelerine ek yaptığı anda bu sorun çıkaran hukuki detay çözülmüş olacak. Fakat işte, hatırladığım kadar üç yıldır bekliyoruz ve bu arada da yasal boşluk nedeniyle konu gündemde kalıyor. Ne yazık ki resmi rakamlar dahi aşı reddinin onbinlerce olduğu yönünde.

Etik boyut

Tıp Etiği açısından birey özerkliği genellikle ön plandadır; zorla tıbbi müdahale olamayacağını savunuruz daima. Ancak kişinin karar verme yeterliğinin olmadığı, akıl hastalığının olduğu, küçük ya da kısıtlı olduğu durumlarda birey özerkliği ve buna bağlı olarak kişilik haklarının kullanımına dair bir istisna oluşur. Başkalarının yaşam ve sağlığı işin içine girdiği zaman bu hakkın kullanımı daha da tartışmalı oluyor. Dolayısıyla bağışıklama konusunda toplum sağlığı ve çocuğun üstün yararı söz konusu olduğundan zorunlu bağışıklama haklı çıkarılabilmekte.

Totaliter politikalara yol açma riski

Öte yandan “bazı durumlarda toplum yararı birey özerkliğinin önüne geçer” cümlesi totaliter politikalara yol açma olasılığı yarattığı için tehlikeli. Bunun altını doldurmak ve iyi ayrıntılandırmak zorundayız. İnsanları aydınlatma, ortak yarar için ikna etme yükümlülüğünü de ortadan kaldırmaz ayrıca. Öyle bir sağlık politikası olmalı ki, insanlara neden aşı yaptırılması gerektiğini iyi anlatmalıyız öncelikle. Üstelik, insanların yanlış bilgilerle yargıya varmasını önlemeye çalışmak lazım. Tıp kurumuna karşı güven oluşturabilmek için ne yapılmalı diye düşünmek lazım. Toplum çapında ve gereğinde zorla müdahale gerekiyorsa, bunun sadece bir yasa maddesine dayanıyor olmaması lazım.

Çocuğun üstün yararı

Bu hukuki deyimi pratiğe geçirmenin standart ölçütü var: bilimsel bilgi. Aşıların otizme yol açtığı iddiası bilimsel olarak doğrulansa, doğrulanabilse, biz de “tiomersalli aşıları kullanmayın” diye çağrı yapardık. Oysa böyle değil; zamanında Lancet’te bir makale çıkmış, o da geri çekildi. Evet, ilaç şirketlerine bütünüyle güvenmemek sağduyulu bir yaklaşım. Ancak aşıların otizme yol açtığını söylemek için elimizde bilgi yok. Ama aksi yönde çok araştırma var. Bu araştırmalarda otizm riskinin artmadığı gösterilmiş. Elimizde böyle bir bilgi varsa, çocuğunun yararını gözeterek reddeden kişiler yanılıyor demektir. Bu durumda anne ve babayı bilgilendirmek lazım. Uygun dil kurulabilirse ikna edilebilir insanlar diye düşünüyorum.

“Herkesin birbirine zimmetli” olduğu bir toplum

Dolayısıyla, toplum sağlığı ve çocuğun üstün yararı söz konusu olduğunda “zorla” tıbbi müdahaleyi haklı çıkarabiliyoruz. Madem öyle, yasaya yazalım ve zorla uygulayalım! Ama aslında şu anlayışın yerleştiği bir toplumu arzu ediyoruz; hepimizin birbirine karşı sorumlu olduğu bir toplum. Toplum olmanın gereklerinden biri bu değil mi? Yasak diye değil, birbirimize özen göstermek için çevreyi kirletmemeliyiz, sokağa çöp atmamalıyız, başkalarını rahatsız etmemeye özen göstermeliyiz gibi… Ortak bir duygu oluşması anlamına geliyor bu aynı zamanda. Ortak paylaşılan bir duygunun geliştirilmesinden bahsediyorum. Hepimizin birbirine karşı sorumluluğumuz olduğu duygusunun yaygın olduğu bir toplum oluşturmamızdan bahsediyorum. Sonuç olarak, bugün savunduğum pozisyon zorunlu bağışıklama ama savunduğum şey aslında tartışmayı bitiren bir şey değil; eldeki seçenekler içinde en iyisi. Bu beni mutlu eden bir pozisyon değil; kimseyi de etmez. Çünkü hâlâ zorla bir şeyler yapmaktan söz ediyoruz insanlara. Hepimizin birbirimize karşı sorumlu olduğumuz duygusunun yerleşik ve yaygın olduğu bir toplumda, “herkesin birbirine zimmetli” olduğu bir toplumda herkes için memnun edici çözümler bulabiliriz ve bu tür zorlamalara da gerek kalmaz. Aslında o kadar da ütopik bir şey değil. Çocukluğunuzu anımsayın; böyle tartışmalar ailelerimizin aklına geliyor muydu? Emin olun, liberal biyoetikçilerin bir takım argümanları dışında bizim alanda da gündemde değildi. Çocuklar aşı olacaktı, olunurdu. Okula gitmenin doğal parçası gibi. Ama şimdinin dünyasında akıl referans olma özelliğini yitiriyor, ‘tersine rönesans’ diyorum ben buna. Bilime, tıp kurumuna, kamu yararına var edilen kurumlara güven azalıyor. Bakın aslında “sağlıkta ticaret olmaz, pazar akılsızlığına sağlıkta yer yok” derken bunları da kasdediyoruz: Pazar akılsızlığı birlikte yaşama dair algılarımızı bozuyor, bireyselleşen dünyada ‘tüketici herşeyi seçebilirken niye aşıyı da seçemesin?’ anlayışı ciddi ciddi egemen olmaya başlıyor. Böyle olunca elimizde kalan tek çıpa hukuka kazınmış haklar oluyor; kurallar çelişince de tartışmayı onların ülkesinde, soğuk ve teknik detaylarla yapmak durumunda kalıyoruz.