Merhaba Hayat

Makale

En son hatırladığı bir anahtarın kilitte dönmesi ve kapı açılma sesi ile birlikte korku ve heyecan hissettiğiydi. Ardından şiddetli bir acı duymuştu. Etrafında sanki bazı şeyler oluyormuş da başının ucuna gelmişler gibi sesler, gürültüler ve yanıp sönen renkli ışıkların huzursuzluğunu belli belirsiz duyumsadığında gözleri artık kapanmaktaydı. Sonra bir hafifleme oldu sanki ve hareket edip edemediğini bile anlayamadığı karanlık bir boşlukta yüzerken bulmuştu kendisini.

Yüksekten düşme ve adli vaka olarak İzmir Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi’nin acil servisine getirildiğinde bilinci kapalıydı. Sık ve derin soluyordu. Kendisini getiren 112 ambulansının doktoru hastanın kafasını çarptığını ve genel vücut travması bulunduğunu söyledi. Acil tıp hekimi hastayı hızla değerlendirdi, kan ve idrar örneklerini laboratuvara gönderdi. Olası kırıklar yönünden hemen radyolojik incelemeler ve ayrıca beyin cerrahisi, genel cerrahi, göğüs cerrahisi ve ortopedi servislerinden konsültasyonlar istedi.

Henüz 17 yaşında, orta boylu, zayıfça, yakışıklı sayılabilecek gencecik bir delikanlıydı Ferit. Kendisinden üç yaş büyük bir ağabeyi, iki de kız kardeşi vardı. Kız kardeşlerinin küçüğü ilkokulda büyüğü de 14 yaşında evde annesinin yanındaydı. Babalarını beş yıl kadar önce trafik kazasında kaybetmişlerdi. Ağabeyi araba radyosu çalarken suçüstü yakalanmıştı ve önceki hırsızlık sabıkaları da göz önüne alınarak üç aydır hapiste yatıyordu.

Acil servisteki incelemeler ve konsültasyonlar sonucu kafatasında kırık ve beyin zarları arasında yaşamı tehdit eden boyutta ve giderek büyüyen ciddi bir kanama vardı. Ayrıca birkaç kaburgasında kırık ve bel ile göğüs bölgesi omurlarında da çökme kırığı tarzında ciddi hasarlar gözlenmişti. Giderek solunumu zayıflıyor, nabzı yükseliyor, kan basıncı ise düşüyordu. Kaybedilecek zaman yoktu, acil olarak ameliyata alındı. Ferit’i hayatta tutmak için anestezi hekimi yaşamsal işlevleri yakından izleyerek gerekli kan, sıvı-elektrolit, ilaç tedavileri ve narkozu titizlikle uygularken beyin cerrahları epidural kan birikintisini başarılı bir şekilde boşalttılar. Kanama kontrolü yaparak kafatasını kapattılar. Anestezi sonlandırıldı ancak solunumunu kendisi sürdüremiyordu. Boğazında tüp ve yapay solunum desteği eşliğinde hızla Anesteziyoloji Yoğun Bakım Ünitesi’ne alındı.

Ertesi gün öğleden sonra annesi hastaneye koşmuştu. Eşini kazada kaybetmiş, büyük oğlu hapisteyken şimdi de küçük oğlu yaşam savaşı veren çileli, erken yaşlanmış orta yaşlarda, esmer, ufak tefek bir kadındı. Çekingen tavırları ve ana yüreğiyle, dudakları acıdan ve görünmeyen gözyaşlarına boğulduğundan mı yoksa dua ettiğinden mi olduğu anlaşılamayan bir kıpırtı içindeydi. Fakirlik, talihsizlik ve kayıplarla kavrulmuş yüreğindeki umutla Uzm. Dr. Çiler Hanım’ın gözlerine bakarak sordu:

– Acaba küçük oğlum yaşayacak mı doktor hanım?

Dr. Çiler Hanım, her zaman olduğu gibi sakin ve içtenlikli bir profesyonellikle hastanın durumu hakkında bilgi verdi. Anlaşılmadığını hissettiği noktalarda tekrar tekrar sabırla anneyi aydınlatmaya çalıştı. Hastanın durumu kritikti, şu anda solunum makinasına bağlıydı. Bakım ve tedavisi için ne gerekiyorsa yapılıyordu ve yapılacaktı. Böyle beyin hasarlarında sonuç hemen öngörülemeyebilirdi. Bazen iyileşme hızla ve tam olarak gerçekleşebilir, bazen de bir yıla kadar uzayabilir ve sekel kalabilirdi.

Ferit’in annesi bütün gayretiyle dinliyordu. Ama söylenenler kulağında çınlasa da sözlerden çok o oğlunun durumu hakkında doktorun beden dilini anlamlandırmaya çalışıyordu. Ses tonu, bir bakış, bir duruş, bir mimik, bir hareket… Asıl bunlar çocuğunun durumu hakkında gerçek bilgiyi verecekti ona.

Ferit, simsiyah boşlukta nereye bakacağını, kime sesleneceğini bilemeden, kımıldayamadan ve sesini çıkaramadan, zamanın ileriye mi geriye mi aktığını çözümleyemeden öylece bekliyordu. Bazen şimşek çakar gibi ani bir ses ya da ışık hissediyor, bazen de sanki tanıdık bir koku, dokunuş ya da ses duyar gibi oluyordu. Bu anlarda kalbi kuş gibi çırpınıyor ve terliyor gibi hissediyordu, ama bir tepki veremiyordu.

1

Bir aya yakın süre geçmişti, Ferit hâlâ solunum makinasına bağlıydı. Kan gazı analizleri ve solunum mekanikleri değerlendirilerek solunum tedavisi için sürekli ayarlamalar yapılıyordu. Hastaya uygun beslenme protokolleri uygulanıyordu. Bu arada beyin cerrahisi kontrolleri, radyolojik seri incelemeler, laboratuvar değerlendirmeleri kesintisiz sürüyordu. Enfeksiyon hastalıkları konsültan hekimi, asistanları ve enfeksiyon kontrol hemşiresi ile birlikte her gün tüm hastaları ziyarete geliyordu. Ateşli olduğu dönemlerde hastane enfeksiyonu yönünden mikrobiyolojik incelemeler ve enfeksiyon hastalıkları önerileri dikkate alınarak, antibiyotikler başlanıyor ya da ilaçlarında düzenlemeler yapılıyordu. Kalbinin hızla attığı ve terlediği dönemler oluyordu, kalp doktorlarından birkaç kez görüş sorulmuştu ve sakinleştirici ilaçlar veriliyordu.

İki arkadaşı ile birlikte o gün bir eve girmişti Ferit. Etrafta paraya çevrilebilecek bir şeyler varsa alıp hızla evi terk edeceklerdi. Daha önce de birkaç kez bu arkadaşlarıyla benzer işler yapmıştı. Yaşadığı mahallede bu tür işler olağandı. “Oğlum, ne çalışacan, enayi misin?”, “İşin kolayına bak” gibilerinden telkinler duymuştu hep küçüklüğünden beri. Önemli olan tereyağından kıl çeker gibi işi yapmak ve yakalanmamaktı. Zaman zaman bazı abiler ve amcalar uzun süre ortadan kaybolurdu. Onların hakkında fazla konuşulmazdı. “Hâlâ içerde mi?”, “Ne zaman çıkıyor?” gibi durumunun anlaşılacağı birkaç sözcük yeterdi. Bazen de ölüm haberleri gelir ve gözler uzaklara hüzünle dalar giderdi. O gün aniden ev sahipleri gelmiş, Ferit kaçmaya çalışırken ikinci kat balkonundan düşmüştü.

Yoğun bakım ünitesinde ikinci ay dolmuştu. Solunumun güçlenmesi üzerine boğazındaki tüpü çekilmiş ve yaklaşık yirmi gündür kendi solunumunu sürdürüyordu. İkinci ayın sonlarında Uzm. Dr. Işıl Hanım hastanın sanki gözleriyle temas kurduğunu fark etti. Ama altıncı ayın sonuna dek gerçekten anlamlı bir göz teması mı yoksa boş bir bakış takılması mı tam anlaşılamadı. Hastada bir beslenme sorunu vardı. Beslenme ögeleri dikkatlice her gün hesaplanıyor, eksikler ve gereksinimler yerine konarak sonda ile besleniyor ama hastanın kilo kaybı hâlâ sürüyordu. Yattığı altı ay boyunca çok kilo kaybetmişti. Beslenme sorununa yönelik iç hastalıkları, endokrinoloji, metabolizma, diyetisyen uzman görüşleri alınmıştı. Dr. Işıl Hanım, bunun olağanüstü durumlarda uyumu sağlamak için devreye giren bir sistem olan “allostaz” olarak değerlendirilebileceği görüşü üzerine araştırmalar yaptı. Doç. Dr. Nimet Hanım, Ege ve Dokuz Eylül üniversitelerindeki bazı yoğun bakım öğretim üyelerinden de hasta hakkında görüş alışverişinde bulundu ve hastayı bilimsel platformda tartışmaya açmayı planladı. Hemşire Hatice Hanım ve fizyoterapist Emrah Bey’in titiz ve sürekli çabalarına rağmen yatak yaraları da oluşmuştu. Bu yaralar için plastik cerrahi tarafından ameliyat yapıldı.

Annesi haftada bir iki gün öğle saatlerinde geliyor, oğlunun yanında oturuyor, ona bir şeyler söylüyor ve okşuyordu yavrusunu. Ferit’in bu anlarda çocuk kalbi daha da hızlanıyor, terlemesi artıyordu. Bakışı bazen annesine takılsa da genelde yatağın kenarına kayıyor öylece kalakalıyordu. Tanıdık bir koku, dokunuş ya da ses duyduğu anlar artık daha çok oluyordu; anne kokusuydu, şefkatiydi bu. Anlatamıyordu, bildiremiyordu ama artık annesini tanıyordu. Gelsin, elinden tutsun, yanağını okşasın, yavrum diye seslensin diye bekliyor, bu anlarda bazen gözlerinden birkaç damla yaş süzülüyordu.

Ferit kız kardeşlerini de merak ediyordu, onlar nasıldı acaba? Ailesi neyle geçiniyordu? Kendisi ne kadar zamandır buradaydı? Ağabeyi eve dönmüş müydü? Ailesi için merak, endişe ve özlem duyduğu anlarda yine hızla çarpıyordu kalbi işte, bunu önleyemiyordu. Bir yandan da bolca terliyordu.

Merak ettiği özel bir kişi daha vardı ki yüreğinin kuş gibi çırpınışını ve terlemesini daha da artırıyordu. Bu heyecanın adı Mine idi. Sekizinci sınıfa kadar gittiği okuldan tanıyordu onu. Birkaç kez eve birlikte yürümüşlerdi. Onun yanında ne konuşacağını pek bilemiyor, ama bu anların hiç bitmemesini istiyordu. Onu evlerinin balkonunda, yolda ya da pazarda görse yüreği cız ediyor, ne diyeceğini bilemeden gülümseyerek bakakalıyordu. Mine de bu anlarda gülümserdi ona, birkaç kelime de konuşurlardı. Ne güzel şeydi Mine. Acaba şimdi ne yapıyor, kendisini düşünmüş müdür ki? Ah bir iyileşsem de evlerinin önünden geçsem, güzel gözleriyle baksa ve gülümsese diye düşünüyordu.

2

Yoğun bakım ünitesine gelişinin ikiyüzüncü günüydü. Uzman hekimlerimiz, asistanlarımız, başhemşiremiz Esra Hanım ve hastanın sorumlu hemşiresi ile vizit yaparken Ferit’in yanına geldiğimizde asistanımız Dr. Gizem Hanım hastayı sunduktan sonra cevap beklemeksizin “Ferit bugün nasılsın?” diye sordu. Ferit, duyulur duyulmaz bir sesle “Merhaba” dedi. Asistanlarımız Yelda, Eren, Gamze ve Atılgan’dan sevinç çığlıkları yükseldi. Büyük bir mutluluk içinde hastayı ve birbirimizi kutladık. O da bize gülümseyerek, mahcup ve çocuksu bakıyor, gözlerinden minnet ve şükran duyguları okunuyordu.

Ferit o günden sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı. Sözlü olarak anlaşabiliyorduk artık. Yattığı sürede yaşadıklarını, anımsadıklarını sorduk. Bundan sonraki tedavi süreçleri ile ilgili bilgi verdik. Daha kas kontraktürleri ile ilgili fizyoterapisi sürecek, nörolojik, dahili kontrolleri tekrarlanacak bir süre daha misafirimiz olmaya devam edecekti.

Düşünmeye başlamıştı. Kolay para kazanma hayaliyle çevrenin ve arkadaşların etkisinde kalarak başkasına ait bir şeyi çalmak iyi bir şey değildi, bunu görebiliyordu artık. Ortamın farkına varmaya başladığı yaklaşık son bir ay içerisinde eğitim görevlisinden uzman hekime, asistan hekimden hemşireye, fizyoterapistten temizlik ve bakım personeline kadar herkesin nasıl bir bilgi, titizlik, sorumluluk duygusu ve insanı seven bir yaklaşımla fedakarca görev yaptıklarına tanık olmuştu. Bu farklı ve iyilik dolu bir dünyaydı. Bu alanda çalışan insanların mutlu olduklarını da görebiliyordu. Evet, hırsızlık kötü bir şeydi. Gece gündüz demeden başkalarına hizmet eden iyi insanların emeğini çalmaya çalışmak çok kötüydü. Sonu da hep kötü oluyordu zaten. Tanrı da yeni bir yaşam şansı vermişti. Hele bir iyileşsin artık hırsızlık olmayacaktı hayatında.

İlk “Merhaba” demesinden buyana toplu vizitlerde Ferit’i ben de “Merhaba” diye selamlıyordum. O da aynı şekilde karşılık veriyordu gülümseyerek. Bu gün elini kaldırıp elimi tutmaya çalıştı. Tokalaştık. “Ben de acaba hastanede çalışabilir miyim?” diye sordu. Bunu sormak onun için nedenli zordu anlayabiliyordum. İyileştikten sonra adli vaka süreci vardı. Böyle bir kişiye destek olunur muydu? Ürkek ve kırılgandı, gözleri buğulanmıştı, bir yardım eli daha bekliyordu. Hastane bünyesinde bazı sosyal projeler, valilik kanalıyla ve sosyal kurumlarla olabilecek bazı destekler gibi programlar geçti hızla aklımdan. Elimi sıkabildiği tüm gücüyle tutuyordu, diğer elimi omzuna koyarak “Bir çaresine bakarız, sen de çabuk iyileşmek için elinden geleni yapacaksın ama” dedim. Hepimize umut dolu, sevgi dolu ışıltılı gözlerle tek tek baktı. Ferit yeni hayatına “Merhaba” diyor, bize, kendisine, annesine, kız kardeşlerine ve Mine’sine söz veriyordu: “Yarın fizik tedaviye daha çok çalışacağım, biraz ağrıyor ama olsun.”

* Bu öykü İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji Yoğun Bakım Ünitesi’nde yatarak tedavi gören bir hastadan uyarlanmıştır. Hasta hakları ve gizlilik gereği hastanın adı değiştirilmiştir.

 

Prof. Dr. Rıza Hakan ERBAY

TTB Merkez Konseyi Üyesi