Pandeminin beş yüz günü bitti. En öğrenmek istemediğimiz şu gerçekle baş başayız: “Benim sağlığım herkesin yapacaklarına, herkesin sağlığı benim yapacaklarıma bağlı.” Ancak hemen salgın başladığında, insanların ülkelerini yönetmek için yaptıkları seçimlerinden biliyorduk ki; çoğunluk, toplumsal bir ortak yaşamın gerekleri olarak etik ve adil bir düzeni kapsayan bir değer sistemini istemiyordu. Ülkeleri kendine özgü yöntemler ile “kişisel” olarak yönetecek, kendine hayran, kendine hayran olanlara hayran “narsist” kişileri seçerek, istedikleri dünyaya dair arzularını yansıtıyorlardı. Nasılsa, insan türü olarak dünyayı fethetmiştik ve öyleyse şimdi aramızda krallıklar kurup tüm evrene hükmedebilirdik. Dünyada olanlara baktığımızda, pek çok ülkede seçilmişler salgını, kişisel gücünü artırmak için aracı kılmaya çalışırken, en duyarlı ve kırılgan olanları, toplum düzenini omuzlarında taşıyan en çok çalışanları, yokluk ve yoksunluk içindekileri, kendileri de “muktedir” olabilmek umuduyla kendilerini seçmiş olan duygudaşlık yoksunları ile baş başa bırakıyordu. Distopik bir film karesi gibi, kaderlerimiz birbirlerine zincirlerle bağlıydı ve zincirin kilidi de anahtarı da yalnızca kendini düşünmek ve “efendi” olmak isteyenlerin elindeydi. Oysa yalnızca kendimizi korumak için değil, başkalarını da korumak için maske takmak ve aşı olmak zorundaydık; çünkü dünyadaki tek bir hasta kişinin bile yeniden salgını sürdürmeye yeteceğini ya da tekrar başlatabileceğini biliyorduk.
Farkındaysak; aşılananların beklediği ve onlara sunulan ödül, maskelerden kurtulmaktır. Bu yalnızca “eski normalimize “ dönmek değil, aynı zamanda birbirimize bağlandığımız zincirlerden kurtulmak ve bireysel özgürlüklerimize kavuşmak umudu. Özetle hepimizin tüm arzusu, en kısa sürede tekrar eski “bireyselliğimize” dönmek. Oysa bu arzumuzun gerçekleşmesi, arzunun bizzat kendisinden kaynaklanan nedenlerden pek de yakın gelecekte olacak gibi görünmüyor. Çünkü bir türlü atlatamadığımız bu bencil “bireycilik”, salgını bitirmek için gerekli olan yeterli sayıda aşılanmak, emniyetli olana kadar maske kullanmak gerekliliğinin de önündeki en tehlikeli engel.
Kabul etmemiz ve anlamamız gereken, özlediğimiz “eski normalimiz”in aslında salgını başlatan ve pandemi haline dönüştüren şartlar olduğu. Yakın zamanda herhangi bir normale dönmek için, hem ülkeler hem bireyler olarak bu bencil “bireycilik” anlayışının bertaraf edilmesi şart ki; bu da hedefi bir ütopyaya dönüştürüyor ve bizden uzaklaştırıyor. Hedefleri hatta arzularımızı zamana bölerek gerçekleştirecek olacağımızı varsayarak şimdilik, bu salgında geçen bunca zamanda giderek yorgunluğumuz ve kederlerimiz artsa da, olmakta olanların yine de daha iyiye evrildiğini söylemek mümkün. Bu salgın boyunca iyimserlik bizi hep yanıltmış olsa da, yeterince aşılanamasak da, aşılanmış kişiler korunacak ve virüs hiçbir yere gitmeyecek olsa da pandemi haşmetini azaltacak diyebiliriz mesela. Bireycilik anlayışımıza hızla dönmek istesek de kavrayanlar ve empati yapanlar arasında zincirler değil, güçlü bağlar oluşmakta diye de ekleyebiliriz mesela.
Şimdilik önümüzde aşılması gereken en önemli engelin, yeterince aşıya sahip olup yeterince aşılanmak olduğu gerçeğine dönerek “aşı tereddüdü” ve “aşı karşıtlığı” meselelerine bakalım. Çünkü salgının önlenebilmesi için ülke nüfuslarının %75-80’inin aşılanması ve bireyciliğin aşılması gerekiyor. Aşı tereddüdü, doğru ve güvenilir bilgi akışı ile giderilebilecek olsa da “aşı karşıtlığı” aşılamanın başladığı tarih kadar eski, bir o kadar karanlık ve tüm toplumun sağlığını tehdit eden bir durum. Çünkü aşı karşıtları hem tarihsel hem bilimsel bilgiden yoksun olmakla kalmayıp bu bilgiye erişmek istemiyor ve gruplarının varlığını, bu bilgiyi sabote eden eylemler yaparak sürdürüyor.
Tanım olarak; aşıların gereksiz, hatta zararlı olduğunu iddia eden, aşılar konusunda toplumda kafa karışıklığı ve kaos oluşmasına neden olan, bilimsel hiçbir dayanağı olmayan iddialarını örgütlü bir şekilde topluma duyurmaya, bu şekilde kendilerine taraftar toplayarak maddi veya manevi kazanç sağlamaya çalışan kişi ve gruplara kısaca “aşı karşıtı” diyoruz.1
Aşıların, kayıt sistemi ve çocukluk çağı aşılaması başarılı bir ülke örneği olarak ABD’de 20.yüzyılın başında 47,3 olan insan ortalama ömrünü %62 uzatarak 76,8 yıla çıkaran en önemli halk sağlığı başarısı seçildiğini belirtelim.2 Difteri, kızamık, boğmaca, çocuk felci, çiçek gibi daha geçen yüzyıl ortalarında insanların erken yaşta ölüm ve sakatlıklarına yol açan hastalıkların, geçen yüzyıldan kalanlarımız için bile uzak birer anı olmasını, bu yüzyılda doğanların bu hastalıkları hiç bilmemesini de aşılara borçluyuz. Aşı karşıtı safsatacılık dahi varlığını aşıların başarısına borçludur denilebilir. Her yıl milyonlarca ölümü, sakatlığı hatta rahim ağzı kanseri ve karaciğer kanseri gibi kanserleri önleyen aşılardan şimdi beklediğimiz ise bu pandemiyi en kısa sürede bitirmeleri.
Hem tüm bu tarihsel ve bilimsel kayıtlı gerçekler hem aylar içinde milyarlarca doz yapılan pandemi aşılarının etkili ve güvenli oldukları ve pandemiden çıkmanın anahtarı olduğu açıkça ortada olduğu halde, son yıllarda taraftarları giderek artan aşı karşıtları geniş kesimlerde aşı tereddütleri oluşmasına yol açmaktadır. Bazen açıkça yalan söyleyerek bazen bilimsel gerçekleri çarpıtarak hikâye kurgulamakta oldukça başarılı olan “aşı karşıtları”nın fazlasıyla taraftar bulmalarının önemli nedenleri arasında en başta sorgulamayan, inanan, tüketen insanlar yetiştiren eğitim sistemi ve düzenin kişileri akıl dışı düşüncelere açık hale getirmesi sayılabilir. Ancak temelsiz iddialar ve kurgu ile sürdürülmeye çalışılan bu durum küçük etkiler karşısında dahi yıkılmaya mahkûmdur. Bu nedenle, sürdürülmeleri ancak akılcılık ve bilimsel düşünceden uzak gerici kişiler ve geri kalmış toplumlarda mümkündür. Sosyal medya gibi görünür olmadıkları ortamlarda saldırgan ve tacizkârken, görünür olabilecekleri bilimsel toplantılarda hiç olmamayı, ekranlar gibi açık ortamlarda ise ancak tek başlarına konuşmayı seçerler.
Bu yazının yazıldığı tarihte, pandemi için bulunan ve pandemi bitirmek sözüyle onaylanan aşıların kullanılmaya başlanılmasının üzerinden yaklaşık yedi ay, ilk gönüllü çalışmalarının üzerinden ise bir yıldan fazla süre geçti. Hastalanmayı bin kat, ağır hastalanmayı ve hastaneye yatmayı, ölümü on binlerce kat azalttıkları, yeterli düzeyde aşılamaya ulaşıldıkça toplumsal yaşamın rahatladığı kanıtlar ile gösterilmektedir. İnsanlığın ortak değeri olan aşılar ile ilişkili olarak mevcut durumda tartışılması gereken tek şey aşıların tüm ülkelere ve tüm insanlara hızla ve eşit şekilde ulaştırılması ve bunun nasıl yapılabileceği olmalıdır.
Gözlerini çiçek hastalığı nedeniyle kaybetmiş büyük halk ozanı Âşık Veysel’i başka bir büyük şair Can Yücel’den şu şiirle analım:
Elimde bir göztaşı/gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim bir türkünün böyle Veysel olduğunu
Açıldım/çıkmaz bir sokak gibi/ kapanınca denizde
Prof. Dr. Esin DAVUTOĞLU ŞENOL
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, TTB Pandemi Çalışma Grubu
Kaynaklar:
- Aşılarla İlgili İddialar ve Gerçekler, Alpay Azap, Kitap Bölümü, Aşılamada Temel Bilgiler, EBÇG (basılmakta) ve Bilim ve Gelecek Dergisi Haziran 2018 sayısında yayımlanmıştır.
- Center for Disease Control and Prevention.Ten great public health achievements. United States 2001-2010. MMWR.Morb Mort Wkly Rep 2010:60 (19:629- 623).
- Offit PA. Deadly Choices: How the anti-vaccine movements threatens us all. Basic Books, New York, 2012.