Umutsuz, Çaresiz Olamaz

Başyazı Gündem

Yerkürede kaç ülkenin Marmara gibi bir iç denizi var? Bazı ülkeler denize hasret, bazı ülkeler okyanus kıyısında vatandaşları yüzerken azgın dalgalar, köpek balıkları tehdidi altında ya da isimleri pek meşhur kasırgalarla başı dertte. Peki denizimizin değerini bildik mi? Hayır. Otuz yıl önce başlayan kirlenme, 2007 yılında müsilaj şeklinde kendini iyice belli etmiş; fabrikaların atıkları, kanalizasyon, endüstriyel kirlilik, petrol ürünleri, pestisitler nehirleri dolayısıyla denize zarar vermişti. Oysa bakanlıklar, belediyeler kirlenmeyi önleyecek çevreci politikalar uygulamadı, fabrikalara yaptırım getirmedi. Şimdi denizde sayıları gittikçe azalan canlı türleri kirlilik sonucu oksijensizlikten can çekişiyor, Marmara Denizi ölüyor! Öte yandan yıllardır ana hatlarıyla bilinen, ancak çete liderinin itiraflarıyla ortaya dökülen uyuşturucu ticaretinden, cihatçılara silah desteğine, otellere el koymaya, milyon dolarlık para dolaşımına, rüşvete, gecesi 100 bin TL otel konaklamalı kara para aklamaya, taksi gibi kullanılan özel jetlere, KHK dosyalarına aracılığa, yabancı uyruklu genç kadının başına gelenlere kadar çok sayıda ağır suçla Marmara Denizi ile eş zamanlı ülkenin de canına kast edilmiş.

Eğer demokratik gelişmiş bir ülkede siyasetçi-bürokrat-gazeteci-mafya ilişkilerinin ve işledikleri suçların, bundan çok azı vuku bulsaydı; yer yerinden oynardı, hesap sorulurdu. Oysa iki aydır taraflar ve de savcılar susuyor, adeta ölü taklidi yapıyor, “Belki bunları da unuttururuz” diyorlar. Ama karşı saldırıya geçme konusunda çok cevvaller; İstanbul’da kadın örgütlerinin “İstanbul Sözleşmesi Bizim, Vazgeçmiyoruz” mitingine çağrı yapan kadınlara polisin tahammülsüzce saldırıp “Sizin niyetinizin ne olduğunu biliyoruz” demesi, HDP’li Deniz’in canına kast edilmesi, Onur Yürüyüşü’nü engelleme, gazeteciyi yere yatırıp boynuna basma bunun örneklerinden. Belli ki niyetleri demokrasi güçlerinin haklı taleplerle ortaya çıkışını, suçlu ilan ederek engellemek, toplumu korku ile terbiye etmek.

Ne zaman siyaset-mafya işbirliği ortaya dökülse “temiz toplum” gerekliliğinden bahsedilir; oysa bunun sorumlusu geçim gailesinden başka bir şey düşünemeyen toplum değildir, doğrusu “temiz siyaset”tir. Tek başına savcı, tek başına muhalefet, tek başına sendikalar bu suç mekanizmasıyla baş edemez. Kontrgerillaya karşı, iktidar, muhalif parti, yargı, defterdarlık, baro, gazeteci, sendika, emek-meslek örgütleri toplumun da gerçekleri bilmesini sağlayarak bir arada, dirayetli mücadeleye girişirse sonuç alınır. Ancak kıdemli iktidar zaten bu yapıyla barışıkmış; zira derin devlet denilen şeyde derinde değil yüzeyde, gizli değil açıktaymış. Ancak şu bilinç ve özgüvenle meseleyi değerlendirmemiz bir gerekliliktir; tarihsel materyalizm, diyalektiğe göre hata üstüne hata yapıldığı zaman çöküş kaçınılmazdır, zira oluşlar ve bozuluşlar birbirini izler. Yapılması gerekenlerin başında ana muhalefet partisinin bu çekinikliği üzerinden atması siyaset yapmasın diye sürekli saldırılıp cezalandırılan, damgalanan kesimlere, partilere açıktan destek vermesi, iktidarın baskılarına, yaratmaya çalıştığı korku ortamına karşı sağlam durması, halka güven vermesidir. Elbette ülkenin pek çok avantajı da var; kadın cinayetlerine karşı oluşturulan kadın meclisleri, platformlar, koalisyonlar, üniversitelerin kadın çalışma birimleri yani kadın örgütlülüğü, Yurtbaşı Köyü’nde mermer ocağına karşı direnen köylüler gibi yerel çevre mücadeleleri, 193 gündür kayyum rektöre karşı protesto eylemi yapan Boğaziçi Üniversitesi hocaları ve öğrenciler… Bu deneyimler bize, yerel güçlü yönetimlerin sorunların çözümünde önemli olduğunu gösteriyor. İktidarın teşvik ettiği sivil silahlanmayla oluşturduğu tehdide, trollere, ifade özgürlüğüne saldırı ve sansüre rağmen; bu dönemde de sayıca az olsa da mümkün olduğu kadar otosansürsüz çalışan gazete ve televizyonlar gerçekleri aktardı, sahici gazeteciler, yazarlar yazdı, anlattı. İlk çıkışı sol-sosyalist partiler bir araya gelme kabiliyetiyle yaptı, basın açıklamaları, miting planladı, demokratik kitle örgütleri, sendikalar tepki gösterdi. Az şey mi?

Sonuç olarak, Marmara Denizi’ni kurtarmak çok zaman alsa, zahmetli olsa da mümkün; ülkenin siyasi, yönetimsel sıkıntılı durumunu aşmak zor olsa da olanaklıdır.

 

Doç. Dr. Deniz ERDOĞDU

TTB Merkez Konseyi Üyesi