Kitap ismini kutsal kitap İncil’de geçen bir deyimden alır. Hıristiyan inancına göre, Tanrı’nın öfkesi ve gazabı İsa Mesih’te yatışmıştır ve insanlığı bu yaşamdan kurtaran Mesih’tir. Kitabın ismiyle kutsallık katmasına rağmen toplumsal bir sorun olan yerinden edilen tarım işçilerinin dramını en yalın haliyle yansıtmasından ve sistem eleştirisinden dolayı olsa gerek roman ABD’de uzun süre yasaklanmıştır.
Steinbeck Gazap Üzümleri’ne “Giderek seyrelen son yağmurlar Oklahoma’nın kızıl topraklarını ıslatırken, boz topraklı kesimin bir kısmına ancak değdi, üstelik çatlak toprağın içine pek de işleyemedi” diyerek kuraklık yıllarının getirdiği sıkıntıları anlatarak girer.
Makineleşme, şirket banka gibi yeni finansal yapılarla kapitalizmin 1929 krizini aşmaya çalıştığı yıllardır. Toprak sahipleri bu kuraklık yıllarında bankalardan aldıkları kredileri ödeyemedikçe topraklarını birleştirmeye ve ortakçıları topraklarından çıkarmaya bakarlar. Bunu da “Banka… ya da şirket… ihtiyaç duyuyor, istiyor… direniyor… almak zorunda…” gibi sözler söyleyerek sanki banka ve şirketlerin üzerine atarlar. Özellikle yeni teknolojinin, yani traktörün tarımda kullanılması toprakların toplu biçimde işletilmesini kolaylaştırmıştır. Topraksız kalan ortakçıların hesap sorabileceği kimse yoktur. Kiracılar “Bu topraklar üzerinde doğduk, öldürüldük, öldük. İyi toprak olmasa, kötü toprak olsa da bizim burası” diye isyan ettikçe toprak sahipleri baldan tatlı konuşmaları ile “Üzgünüz. Biz demiyoruz. Canavar diyor. Banka insana benzemez” diye cevap verirler. Kiracılar “Dedemiz Kızılderilileri, babamız yılanları öldürdü bu topraklar için. Belki biz de bankaları öldürürüz” diye karşı çıkarlar. Mal sahibinin bahanesi hazırdır: “Banka insana benzemez. Elli bin dönüm toprağa sahip kişi de insana benzemez. O da canavardır.” Topraklarından çıkarılan, yerinden edilen insanlar duygusal parçalanmışlık içinde karşılarında haklarını arayacak somut kimseleri bile göremezler.
Tom Joad cinayetten hapse girmiş, çıktıktan sonra babasının, dedesinin nasıl buradan kolay çıktıklarına şaşırır, bir türlü anlam veremez. Düzene karşı isyankardır. İnsanların topraklarından çıkartılıp göçebe haline getirilmelerini insanlık dışı görür. Anne Joad yaşamak ve ihtiyaçlarını karşılamak için Kaliforniya’ya gitmenin elzem olduğunu söyler. Ellerinde ne var yok satıp külüstür bir kamyonetle yollara düşen Joad ailesi için dramatik acılı yolculuk başlamıştır. Yol boyunca nerde bir su, nehir kıyısı, dere, pınar görülmüş ise orası kamp kurmak için idealdir. Birçok insan orada ortak yaşam kurallarına kendiliğinden uymak zorundadır. Kamp yerlerinde kurulan ortak yaşam alanlarında ailelerde dayanışma duyguları hangi hakları gözetecekleri hangi hakların canavarlık olduğu yok edilmesi gerektiğini kendiliğinden öğrenirler. “Çadırda yalnız kalabilme hakkı. Geçmişi yüreğinde gömülü tutma hakkı. Konuşma ve dinleme hakkı. Yardım etme ya da etmeme hakkı. Erkek evlatların kur yapma hakkı, kız evlatlara kur yapılma hakkı. Açların doyma hakkı. Hamilelerle hastaların tüm diğer hakları aşan öncelik hakkı…” “Kamp halkı uyurken gürültü etme, baştan çıkarma, ırza geçme, zina, hırsızlık, öldürme gibi haklar” ezilip kendiliğinden yok ediliyordu.
Yol boyunca kurulan kamplarda; “Kadınlar elbiseleri, pembe önlükleri, çiçekli basmaları yıkıyor, güneşe asarken buruşmasın diye elleriyle gelip düzeltiyorlardı.” Her şeye rağmen günlük hayat devam eder. Polis kızdığı, sevmediği kişileri “Siz kızıllar zaten hep patırtı çıkarırsınız. Serseriler!” diye kamptan alıp götürüyordu. Yarın buradan gitmezseniz sizi içeri atacağım diyen şeriflerin, polislerin baskısına karşı ve aileyi çekip çeviren direngen anne “Onlar bizi yok edemez. Halk biziz. Biz devam ederiz” diyerek haykırır, bir ışık huzmesi gibi umuda yolculuğa devam eder. Toprak sahipleri ve güvenlik güçleri, son model araçlarla kampları ziyaret ederler.
Joad ailesinin tüm fertleri çalışarak Kaliforniya’da yerleşik hayata geçmeyi umarlar ama buldukları ise karın tokluğuna çalışmaktır. Üzüm, portakal, şeftali, pamuk tarlalarında çalışmak isteyen binlerce aç yoksul insan ve bunu fırsata çeviren toprak sahipleri vardır. Kalabalık aile değilseniz bir gün boyu çalışmanızla et, patates gibi temel gıdaları alamaz, kuru ekmekle karnınızı doyurabilirsiniz. Alışveriş yapılan yerlerin toprak sahiplerine ait olması ve şehirden iki-üç kat fazla fiyatla satılması sonucu Joad gibi kalabalık aileler bir günlük çalışmaları sonucu ancak akşam yemeklerini çıkartabilir. “Ete kırk sent, ekmeğe on beş, patatese yirmi beş, dolar bitiyor böylelikle, yedi kişi çalışıyor ancak akşam yemeğimiz çıkıyor.” Patronlar ise bu durumdan memnundur. Kamplarda yollarda karın tokluğuna çalışmak isteyen o kadar çok insan vardır ki. Yapılacak tek şey daha çok el ilanı bastırmaktır. Nerede ise Ortaçağ’daki serflik kölelik sistemi gibidir. Kapitalizmin insanı iliklerine kadarı sömürüsüdür yaşanılan, yaşatılan…
İnsanların en temel ihtiyaçları olan yıkanma, barınma yok sayılır. Nöbetçi güvenlik görevlisi tiksintiyle homurdanır. “Sıcak suymuş, yok artık! Neredeyse banyo küveti isteyecekler.” İkinci nöbetçi “O kampları yok edene kadar rahat yok bize. Temiz çarşaf isteyecekler neredeyse.” Çocukların koşup oynamaya takatları kalmamıştır. Dökülmüş meyveler ile karınlarını doyururlar. İnsani refleksle karşı çıkıldığında, çocukların açlıktan ölmesine yardımcı oluyorsunuz denildiğinde “Kes sesini kızıl orospu çocuğu” şeklinde hakarete uğrarlar.
Ambarlarda insanlar korku içinde birbirlerine sokulurlar. Yüzleri kül renginde çocuklar açlıktan ağlar. Pnömoni, kızamık gibi hastalıklar hortlamıştır. Çadırlardan, ambarlardan sırılsıklam olan erkekler yırtık pırtık kıyafetleri, çamur topağı ayakkabıları ile suları yara yara kasabalara, kentlere, köy dükkanlarına yardım bürolarına doğru yiyecek dilenmeye, gerekirse çalmaya koşuştururlar. Mülkiyet hakkını güvence altına almak gerektir. Toprak sahiplerinin, şirketlerin malları güvende değildir. Bunun için düzenlemelere ihtiyaç vardır. Yaptıkları ise yeni polisler, yeni tüfek, göz yaşartıcı gaz, cephane almak için emirler çıkartmaktır.
Çaresizlik, şiddet, ölüm, açlık, yoksulluk, sefalet, tükenmişlik kamplarda kol gezer. Korkutarak, öldürerek insanlar kontrol altına alınamaz. Sanıldığı gibi özgürlük ülkesi mi? Yazar bölümler arası araya girişlerde kendi düşüncelerini sistem eleştirisi olarak çok net vurgular. “Hele o özgürlüğü kullanmaya kalk. Cebindeki para ile ne kadar özgürlük satın alıyorsan o kadar özgürlük tanıyor herif sana.”
Her türlü olumsuzluklarda bile aileyi çekip çeviren umudu sürekli diri tutan annedir. “Yaptığımız her şey, devam etmeye yönelik geliyor bana. Acıkmak bile, hasta olmak bile… Bazıları ölüyor ama geri kalanlar daha sağlamlaşıyor. Bir günü yaşamaya çalışacaksın bir günü.” En zor en dramatik koşullara rağmen ayakta kalmayı başaran insanın olduğu yerde dayanışma, umut vardırın destansı romanıdır Gazap Üzümleri. Uzun betimler olsa da akıcı ve yalın bir dille okuyucuyu sürükleyen bir kitap. İnsan ne zaman korkar ise o zaman amacını, umudunu kaybetmiş demektir. Bir amaç uğruna acı da çekilir gerekirse ölünür de. Yeter ki umudumuzu kaybetmeyelim.
Dr. Ö. Özkan ÖZDEMİR
TTB Yüksek Onur Kurulu Üyesi