Ankara Ulucanlar’da yapımı 1800’lü yıllara dayanan aile yadigârı Kalıpçızade Konağı’nda kıdemli meslektaşımız Dr. Bülent Kalıpçı ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Ankara Tabip Odası’ndan 2014 yılında hekimlikte 60. yıl plaketini alan Bülent Bey bir sanatsever, seymen, Ankara Klübü Derneği’nin onursal başkanı. Ailesi, Kurtuluş Savaşı yıllarında Sakarya Meydan Muharebesi’nden getirilen yaralı askerlere konaklarını revir yapan, Mustafa Kemal Paşa’yı Dikmen sırtlarında karşılayan, milli mücadele için bağışta bulunan, yedi göbekten Ankaralı bir aile.
Deniz Erdoğdu: Bülent bey kendinizi ve eğitim yıllarınıza anlatır mısınız?
Bülent Kalıpçı: Babamı yedi yaşında kaybettim, bu konakta büyüdüm. Beni annem okuttu, bazı arkadaşlarım gibi Amerika’ya gitmek istedim, annem razı olmadı. Gazi Lisesi’ni bitirdim, 1954 yılında Ankara Tıp Fakültesi’nin üçüncü dönem mezunu oldum. Refik Saydam da bakteriyoloji, Ankara Numune Hastanesi’nde intaniye ihtisasımı o tarihi, o güzel binalarda yaptım. Zaten fakültede iken de o binaya giderdik bazı stajlar için. Şimdi bu iki binanın yanından geçerken için sızlıyor.
D. E.: Şimdi Pandemi nedeniyle önem kazanan bir branş.
B. K.: Tabi şimdiye kadar hiç bu kadar önemli olmamıştı İntaniye.
Muharrem Baytemür: Nusret Fişek hocayla hiç çalıştınız mı?
B.K.: İhtisasa onun yanında başladık, oranın direktörüydü, işe gerçek anlamda mutfağından başladık kıymayı et makinasında çekip buyyon hazırlayarak. Hayvan tecrübelerini orda gerçekleştirdik. Bina olağanüstü bir bina insanı duygulandıran mimarları Avustralyalıdır. 1930’lu yıllarda enfluenza aşısını yapmış, Çin’e aşı satmışız; kızamık, BCG aşısını üretmiş, veremi orası kuruttu. Bütün bulaşıcı hastalıkların aşısı mükemmel şekilde yapılıyordu ve ülkemize yetiyordu. Hocalarımızdan Nusret Karasu vardı, göğüs hastalıkları uzmanıydı.
D.E.: Evet kalede onun ismini taşıyan verem hastanesi vardı kapatıldı.
M. B.: Nusret Karasu 1950 yılında Ankara valisinin tahsis ettiği arsa üzerine verem hastanesi yaptırıyor. Ankara verem savaş derneği var şimdi yönetim uygun olmayan kişilerin eline geçmiş içinde hekim yok. Maalesef geçen sene 2021 Haziran’da Sağlık Bakanlığı özel hastane statüsünde değerlendirip ruhsatını iptal etti. Dernek yönetimi görevden alındı yerine kayyum atandı, 50 çalışan vardı işten çıkarıldı. Pandemi döneminde önem kazandı, ATO olarak açılsın çabamız var muhtemelen tadilattan geçirilip açılabilecek. Refik Saydam Hıfsısıhha ise 2012’de tamamen kapatıldı. Pandemi ne kadar değerli olduğunu ortaya çıkardı, tabip odası olarak tekrar açılsın diye faaliyet yürütüyoruz.
B. K. : Belki orada yetişmiş olmanın da etkisiyle benim içimde bir acıdır. Önünden geçerken büyük acı duyarım. Numune Hastanesi de kapatılmamalıydı, hiç olmazsa acil hastane olarak çalıştırılabilirdi.
Ankara Tıp Fakültesi’nde çok kıymetli hocalarımız vardı şimdi pek çok fakülte açılmış. Deontoloji hocamız da son derece zarif, ince uzun boylu, lacivert kuruvaze takım elbisesiyle dersini duygulu bir şekilde anlatırdı, ikinci ve üçüncü sınıfta bile meslektaşsınız, kendi saatini çıkarırken “bir doktorun altın köstekli saati ve dolma kalemi olmalı” derdi, maalesef şimdi deontolojiye pek önem verilmiyor.
D. E.: 250 yıllık konağınızın hemen yakınında poliklinik işletmişsiniz
B. K.: 1960’ta ihtisas aldım, subay oldum 400 doktor arasında sınıf birincisiydim o zaman yaş kütüğüne ben çaktım. Mezuniyetten sonra Ankara’dan ayrılmayım diye SSK’ya başvurdum bir süre bekledim, olmayınca Anafartalar’da adliyenin karşısında kuyumcular olan bir meydan var Çıkrıkçılar yokuşunun olduğu yer Cumhuriyet’in ilk apartmanlarından, o binayı kiraladım evvela bir katını sonra tamamını; 10 doktor arkadaş çalışıyorduk, onlar hastanede de çalışıyor akşamları geliyordu. Bu poliklinik ilk müteşebbisti, röntgen, elektro, laboratuvar vardı o zaman 1960’ta trafikte müsaitti arabam tıbbi yardım çantam da vardı. Uzman doktor 40 liraya bakıyordu hastaya, ben ucuz tuttum 10 lirayla başladım. Evi üst katına taşıdım, telefonu paralel bağladım; nöbetçi, hasta gelince beni uyandırıyordu, tabi severek yaptım. Gece hasta telefon ederdi işte Mamak’ta Keçikıran Tepesinde bilmem tüp gaz bayinin önünde elektrik direğinin dibinde bekliyor, giderdim; hastayı muayene eder, hastayı arabama bindirir nöbetçi eczaneye bırakırdım. Köylü bir sepet yumurta ile gelir, kucağına bir kuzu alır gelir, mutlu olurdum. Şoförüm yoktu o zaman, Ankara’nın bütün semtlerini biliyordum. 27 Mayıs ihtilali oldu, müracaat ettim izin kartı aldım gece dâhil hastaların evine gidiyordum arabamla. Eve gidince 40 TL alırdım uzman parası. 45 yıl doktorluk yaptım aynı hevesle.
Bülent Bey geçen yıl 14 Mart’ta tarihi konağını hekim ressamlara sergi salonu olarak açmıştı, bu sene için de müjde veriyor. Bülent Bey daha sonra konağın bölümlerini gezdiriyor, annesinin de kullandığı antika ahşap mobilyaları, duvarlardaki eski zamanların pozu fotoğrafları gösteriyor, kendisine keyifli sohbeti için teşekkür ediyor, konaktan ayrılıyoruz.