Dr. Ali İhsan Ökten
TTB Merkez Konseyi II. Başkanı
Nikiforuk’un Mahşerin Dördüncü Atlısı kitabı, pandeminin başlaması ile birlikte salgınların tarihini ve yarattığı yıkımları öğrenmek için birçok araştırmacının başucu kitabı oldu. Nikiforuk, kitabının ismini İncil’de Vahiy kitabının altıncı bölümünden esinlenerek koymuş. Birinci atlı, beyaz bir atın üzerinde oturur başında bir taç vardır. Bu taç, tanrının dünyasını ve umudu temsil eder. İkinci atlı, kan kırmızısı bir küheylana binen ve elinde kılıç taşıyan savaştır. Üçüncü atlı, siyah bir atın üzerinde, refah ile kıtlığı ölçmek üzere bir terazi taşır. Bunlardan dördüncüsü, soluk ve kansız bir ata biner ve açlıkla hastalıkla öldürme gücüne sahiptir.
Nikiforuk, bu dört atlının, kâh devrimlerle kâh kıtlıkla ve sürekli değişen ölümcül salgın türleriyle dünya tarihini hep birlikte yazdıklarını söyler. Savaşların sonucunun bazen salgınlar tarafından belirlenebildiğini örneklendirir: Araplar, Haçlı ordularını sıtmayla yener, Ruslar Napolyon’un ordularını tifoyla geri püskürtür, Amerikan İç Savaşı’nı Kuzeylilerin kazanmasının nedeni, iki tarafın ordusunu da kırıp geçiren ishalin ardından Güneylilere oranla Kuzeylilerin daha çok askerlerinin kalmasıdır. İnsanlık tarihinde salgınların ne kadar belirleyici olduğunu da veba salgını sonrası Orta Çağın sona ermesi ve feodalizmin sonunun gelmesi ile örneklendirir.
Veba, kızıl, kızamık, çiçek gibi salgın hastalıklar ve kıtlık, kuraklık gibi felaketler tarih boyunca milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuş, yenilmez sanılan orduları durdurmuş; toplumsal ilişkilerimizi, yakınlarımıza, sevgilimize karşı davranışlarımızı biçimlendirmiştir. Ne var ki bu kitlesel ölümler durduk yerde, kendiliğinden başlamamış, salgın hastalıklar davetsiz misafir gibi aramıza girmemiştir; mikropların “kitlesel ölümlere yol açan canavar” rolünü üstlenmeleri için insanlar ellerinden geleni yapmışlar, ölümler başladıktan sonra ise hiçbir şey yapamamışlardır. Bugün COVID-19 salgını tüm dünyayı sararken geçmiş dönemlerde yaşanan salgınlar tarihini örneklerle anlatıldığı bu kitapta Andrew Nikiforuk, toplumsal hayatın hastalıklarla yakın ilişkisini ekolojik bir bakışla inceliyor, dünyamızın en eski sakinleri olan mikro-organizmalarla barış yapmamızı öneriyor.
Nikiforuk, kitabının son bölümünde salgınlar ve tıp konusunda eleştiri dozunu artırarak bölümü şöyle bitiriyor; “Modern tıp da ektiğini biçecektir. Haçlar, aşılar ve muhteşem gen mühendisliği merakı bir yeterlilik yanılsaması yaratmasına rağmen, salgınlar kitlelere en genç bilim olan tıbbın hala altı bezli, hatta kirli bezli bir bebek olduğunu hatırlatmaya devam edecektir. Modern tıp, mikrop teorisinden vazgeçip salgınları, insan kültüründeki ekolojik rahatsızlıklar olarak görünceye dek, hastalıkların gölgesinde sakat bir güç olarak var olmayı sürdürecektir. Sınırların bilinmesi ve ilerlemeye kuşkuyla bakılması her zaman hastalıklar karşısındaki en iyi savunma olmuştur, ama bunlar satılması en zor ilaçlardır. Böyle bir tavır bile yanıltıcı olabilir ve bu yalnızca yaşamın trajik karakterini ve zamanın tehlikeli yapısını kanıtlar. Modern insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın ne üstorganizmayı yenebilir ne Dördüncü Atlı’yı kandırabilir ne de salgınların tarihteki dirençli varlığını inkâr edebilir. Birinci Atlı’nın, Umut’un ebedi nal seslerine de kulaklarını tıkayamaz.”