Dr. Ali İhsan Ökten
TTB Merkez Konseyi II. Başkanı
Kentsel bellek, son yıllarda sıkça duyduğumuz bir kavram. Özellikle ülkemizde kentlerin geçirdiği hızlı değişim, kentsel bellek konusuna artan ilginin tesadüf olmadığına işaret ediyor. Kentsel belleğin önemi, yalnızca bir dönemin, geçmişe dair “güzelleme” yapma gereksiniminden kaynaklanmıyor, henüz “dün” yaşadığımız kenti, semti, mahalleyi, sokağı, evi, ağacı “bugün” kaybetme tehlikesi ile yüz yüze kalışımız nedeniyle bu kavram giderek yaşamsal bir önem kazanıyor.
İnsanoğlu yerleşik hayata geçtiği günden bu yana, değişen ihtiyaçları doğrultusunda sürekli yaşam alanları inşa etmiştir. Birlikte yaşamın mekânı olan bu alanlar, coğrafyanın, iklimin, topografyanın etkisiyle farklı biçimlerde şekillenmiştir. Ancak günümüzde, toplumsal yaşamın birincil mekânı olarak “kent” dediğimiz bu ortak yaşam mekânını şekillendiren yalnızca doğal süreçler ve fiziki çevre değildir. Bunlarla ilişkili ve sürekli etkileşim halinde olan insan eylemi ve toplumsal yaşam, kenti üreten ve şekillendiren temel bileşendir. Bir başka deyişle kent, fiziksel (doğal ve yapılı) çevre ile toplumsal ilişkilerin yüzyıllar içerisinde diyalektik ilişkisinden oluşan bir bütündür.
Bellek, yaşananların, öğrenilenlerin ve bunların geçmişle ilişkisinin kayıtlı olduğu yerdir. Tek bir bireyin belleğindeki kayıtlara işaret eden bireysel belleğin yanı sıra, bireysel bellekle karşılıklı ilişki içinde biçimlenen ve ortak bir geçmişe işaret eden bir toplumsal bellek de söz konusudur. İster bireysel, isterse toplumsal olsun belleğin daima mekânsal bir boyutu vardır. Çünkü mekân, her türlü oluşun ayrılmaz bir parçasıdır ve dolayısıyla, herhangi bir yere (mekâna) referans vermeyen bir olayı anlamak olanaklı değildir. Bir başka deyişle belleği, içinde bulunduğu sosyal ve fiziksel çevreden bağımsız olarak tanımlamak güçtür. Hatta kimi zaman mekân, o mekânda geçen olayın belirleyicisidir ve bellekteki kayıt doğrudan o mekâna referans verir. Tam da bu nedenle, fiziksel çevrede yaşanan değişimler, belleğin de değişim geçirmesine vesile olur.
Kent de canlı bir organizmadır. Bu nedenle tüm gelişmiş canlılar gibi kentlerin de beyni ve belleği vardır. Bu bellekten yararlanma düzeyi kentlerin gelişim biçimini derinden etkiler. Kentlerin beyni, yani kenti çekip çeviren, ona yön veren çevreler ve karar vericiler zaman zaman kentin belleğine müdahale eder. Oradaki bilgileri düzenlemeye, yeniden biçimlendirmeye ve sıralamaya çalışırlar. Bu müdahaleler bazen o kadar köktenci ve travmatik biçimde yapılır ki, kimi bilgiler bellekten tümüyle silinir. Kent belleğinde yapılan düzenlemeler sırasında ne kadar çok bilgi sıkıştırılmış dosyalar haline getirilip, gözden ırak bir yerlere yerleştirilirse kent, geçmişinden o kadar çok kopar ve uzaklaşır
Kapitalist sistemin neoliberal rüzgârlarıyla estirdiği özelleştirme süreci, kentsel dönüşüm projelerini gündeme getirmiştir. Bir süre sonra bu kentsel dönüşümün aslında rantsal dönüşüm olduğunu yaşayarak gördük. Kamu-özel ortaklığında gerçekleşen projeler ise özellikle devletin yapmakla yükümlü olduğu yol, köprü, baraj, hastane gibi kamunun yararına olabilecek projelerin, kamu kaynaklarını ulusal veya uluslararası özel şirketlere aktaran, geleceğimizi ipotek altına uygulamaları içinde barındırır.
Kent belleğini oluşturan en önemli yapılardan bir tanesi de hastanelerdir. Çünkü hastaneler bir kentte en fazla gidilen yerlerden biridir. Hastaneler bugüne kadar çoğunluğu kent merkezlerinde yer almış, verdiği hizmetle kentte yaşayanların bireysel ve toplumsal belleğine yerleşmiştir. Bu hastanelerin bir kısmı tarihi yapı niteliği de kazandığı için kentin vazgeçilmez unsurları olmuştur. Ancak son yıllarda kentsel değişimlerin rantsal değişimlere kurban edilmesinin son örneklerini hastanelerde yaşamaktayız.
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın belki de son ayağı kamu-özel ortaklığı ile oluşturulan şehir-şirket hastaneleridir. Bu hastaneler kentlerin kilometrelerce dışında, erişimi zor olan yerlere kurulmaktadır. Bu yapıların kentin yaşamı, kültürü, sosyolojisi ile bir bağı artık yoktur. Devasa boyutta yapılar, hastane özelliğinden çok AVM benzeri mantıkla yapılmaktadır. Bu kadar büyük ve fazla yatak kapasiteli hastanelerin yapılması hem sağlık hizmeti veren açısından hem de sağlık hizmeti alan açısından bilimsel değildir. Birçok ülkede şehir hastanelerinden vazgeçildiği halde ülkemizde bunların yapımına devam edilmektedir. Sağlık Bakanlığı ve şirketler arasında yapılan anlaşmaya göre, kent içindeki hastaneler kapatılacaktır. Bunlar arasında bazıları çok özellikli, paha biçilemez tarihi değeri ve kent hafızasının bir parçası olan kamu hastaneleridir. Örneğin; Ankara Sanatoryum Hastanesi veya Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi…
Bu hastaneler yıllarca sadece Ankara’ya değil, tüm Türkiye’ye hizmet vermiştir. Ankara Sanatoryum Hastanesi; akciğer, tüberküloz hastalıklarının tanı ve tedavisinde çok yetkin, donanımlı bir dal hastanesiydi. Aynı şekilde yüz yıldan fazla süredir sağlık hizmeti veren Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi bir kamu hastanesi olması nedeniyle, yoksul hastaların da tedavi şansı bulabilmesi anlamında sosyal devlet anlayışının vücut bulmuş örneklerinden bir tanesiydi. Cumhuriyet döneminin simgesel sağlık yapılarından olan Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, yetiştirdiği çok sayıda nitelikli uzmanla Türk tıp tarihinde önemli bir yer edinmekteydi. İnşa edildiği zamandan günümüze kadar özgün işlevini sürdüren hastane, Bilkent Şehir Hastanesi uğruna kapatılana kadar Ankara’nın ekonomik, toplumsal, kültürel, sosyal yaşamına, halk sağlığına ve tıp camiasına son derece fazla katkıları olan bir hastaneydi. Sadece Ankara’da yaşayanlar için değil, demiryolunun hemen yanında yer alan konumuyla Anadolu’nun çeşitli illerinden gelen hastalar içinde bir kentsel hafıza mekânıydı. Bunun yanında hastanenin taşıdığı anı değeri, mimari ve tarihsel değeri nedeniyle de korunması, gelecek kuşaklara aktarılması gereken en önemli mekânlardan biriydi.
Bugün geldiğimiz noktada Sıhhiye’deki birçok hastane Bilkent Şehir Hastanesi uğruna kapatıldı. Oysaki Sıhhiye semti, adını o bölgedeki hastanelerin yoğunluğundan alarak kent belleğindeki yerini almıştı. Belki de yakın bir gelecekte Ankara Numune Hastanesi’nin hafızalarımızdaki yeri silindiği gibi Sıhhiye semti de etrafında hastane kalmadığı için kent topografyasından ve belleğinden silinecek. Böylece yıllardır sağlık hizmeti veren, kentin en önemli hafızalarından birini oluşturan bu hastaneler insanların, toplumun ve kentin belleğinden silinerek geriye kimliksiz, belleksiz kentler kalacak.
Kaynakça:
1-Tülin Sevim Ünlü. Kent Kimliğinin Oluşumunda Kentsel Bellek ve Kentsel Mekan İlişkisi: Mersin Örneği. Planlama 2017;27(1):75–93 | doi: 10.14744/planlama.2017.06078
2-Cengiz Türksoy. Kentin Belleği. https://v3.arkitera.com/h9754-kentin-bellegi.html
3-Nisa Küçük. Sanatoryum genel hastane oluyor: Amaç yeni rant alanları. https://www.birgun.net/haber/sanatoryum-genel-hastane-oluyor-amac-yeni-rant-alanlari-373781