Dr. Alican Bahadır
TTB Merkez Konseyi Üyesi
Türk Tabipleri Birliğinin (TTB) 23 Ekim 1988’de yaklaşık 2500 kişiyle yaptığı “Beyaz Yürüyüş”, 1980 darbesinden sonra hekim ve sağlık çalışanlarının gittikçe kötüleşen çalışma ve yaşam koşullarına karşı verdikleri ilk büyük tepkiydi. Tam 33 yıl sonra, 11 Ekim 2021’de; TTB olarak yoksulluğa, sağlıksız çalışma koşullarına, çalışma ortamlarındaki şiddete ve halkın sağlık hakkının gaspına karşı “Emek Bizim Söz Bizim” eylem sürecini başlattık.
Eylem sürecimiz boyunca sağlık sisteminin ekonomik kriz ve pandeminin de etkisiyle derinleşen krizini; randevu, ilaç, tıbbi cihaz problemlerini, sağlık emekçilerinin insanlık dışı çalışma koşullarını, hekim göçünü ve istifalarını ülke gündeminin ilk sıralarına taşıdık. Bununla birlikte Beyaz Yürüyüş, Beyaz Forum, Beyaz Nöbet, Beyaz Miting ve Beyaz G(ö)rev eylemlerimizle kamu otoritesine ciddi şekilde baskı kurduk.
Uzun senelerdir sağlık emekçilerinin taleplerini görmezden gelen bir tutumda olan kamu otoritesi, toplumla beraber ayrı ayrı oluşturduğumuz yoğun baskının sonucunda, aynı zamanda seçimlerin de yaklaşmasıyla harekete geçmek zorunda kaldı. Sağlık alanında son 40 senenin en büyük eylemlerinden biri olan 14 Mart 2021 Büyük G(ö)rev etkinliğimiz sırasında Cumhurbaşkanı, hekim ve sağlık çalışanları için beş vaat açıkladı. Sağlık Bakanı ise her hafta çeşitli vaatler vermekteydi. Hekim ve sağlık çalışanlarının öfkesi vaatler ile geçiştirilmek istense de toplumun ve hekimlerin memnuniyetsizliği aşılamadı.
Vaatlerle ilgili mevzuat değişiklikleri yapılmaya başlandığında ise pratikte bir şeyin değişmediğini görmekteydik. Malpraktis ve sağlıkta şiddetle ilgili kanun teklifleri; “sistem içerisinde çözüm” bile olmaktan uzak, yetersiz ve sonuç olarak etkisiz hamleler oldu.
Haziran 2022’de ise sağlıkla ilgili bazı kanunlarda değişiklik içeren kanun teklifi, sonrasında da aylar içerisinde yayımlanan ek ödeme ve uzmanlık eğitimi yönetmeliklerle birlikte, “Beyaz Reform ile her şey düzelecek” algısı, iyiden iyiye kendini her yerde hissettirmeye başladı.
Biliyorsunuz ki son 40 senede dünyaya damgasını vuran neoliberal kapitalizm; küresel sermaye ve Dünya Bankası’nın da çabalarıyla dünyanın büyük bölümündeki sağlık sistemlerini şekillendirdi. Türkiye’de de 1980 sonrasında bu dönüşümün adımları yavaş yavaş hissedilse de asıl olarak Sağlıkta Dönüşüm Programı ve sonrasında devam edilen benzer sağlık politikaları sonucunda, sağlık sistemi neoliberal kapitalizme uygun hale getirildi. Toplumun yaşam koşullarının sağlığı bozduğu bir ortamda koruyucu ve temel sağlık hizmetleri zayıflatıldı. Sağlık çalışma ortamları her yönüyle piyasanın denetimine girdi; sağlık uygulamalarında ise daha hızlı ve kârlı olan dayatıldı. Piyasacı sağlık sisteminde plansız bir şekilde artırılan fakülte ve uzmanlık eğitimi kontenjanlarıyla da sağlık emek gücünü her geçen sene daha da değersizleştirmenin zemini örüldü.
Geçtiğimiz senelerde tecrübe ettik ki neoliberal kapitalizmin sağlık sistemleri ve aynı yönde uygulanan sağlık politikaları, COVID-19 pandemisine cevap veremeyerek dünyada milyonlarca, Türkiye’de yüz binlerce insanın ölümüne neden oldu. Ancak halen Dünya Sağlık Örgütü dahi asıl sorunun sistemin kurgusunda olduğunu yok sayarak ülkelere sağlık çalışanı sayısının artırılması, tele tıp uygulamaları vs. yoluyla daha çok hastaya bakılabilecek alt yapıların oluşturulmasını önermekte. Türkiye’de de pandemi ve ekonomik krizin etkisiyle büyük bir çöküş yaşayan sağlık sistemine rağmen içinin ne kadar “dolu” olduğunu ileride daha iyi göreceğimiz “Beyaz Reform” denilen düzenlemeler sonrasında, aslında eskisiyle aynı sağlık politikalarında ısrar edileceği ve seçim sürecinin de bu şekilde geçirileceği belli oldu.
Kaygılarımızın ve taleplerimizin benzer olduğu ve 34 sene önce yapılan Beyaz Yürüyüş’ten, 2021-2022 senelerindeki beyaz eylemlere giderken sağlık ortamının değişen koşulları; sağlık alanına yatırım yapan şirketler için paralarına para katmayı, toplumun daha fazla sağlık harcaması yapmasına rağmen sağlığında daha fazla bozulmayı, bizler içinse daha fazla baskı ve sömürüyü beraberinde getirdi. Bu baskı ve sömürüye “artık yeter” diyebilmek için toplumsal sağlık, demokrasi ve emek mücadelemizi en örgütlü şekilde yükseltmek görev olarak önümüzde duruyor. Sağlık hakkımızı kapitalizmin elinden kurtararak koruyucu sağlığın ve toplum sağlığının öncelendiği basamaklı bir sağlık sistemini hep birlikte inşa etmek için mücadeleye devam!