Dr. Ali İhsan Ökten/TTB Merkez Konseyi II. Başkanı
Bundan yıllarca önce hocalarımız tüm duyargalarımızı açık tutarak hastaya yaklaşmaktan, iyi bir anamnez almaktan, hastaları ayrıntılı muayene etmekten, hastalardan gereksiz tetkik istememekten, hastalara hastalığı ve tedavisiyle ilgili bilgi vermekten, bunun sonucunda hastaların hastalığını klinik duyarlılıkla sezmekten bahsederlerdi. Ayrıca hocalarımız, en önemli şeyin deontolojik ve etik kurallara uymak olduğunu ve her zaman Hipokrat Andı’na bağlı kalmamız gerektiğini ısrarla belirtirlerdi.
Ne yazık ki on dokuzuncu yüzyılla birlikte hekimlik felsefeden uzaklaştıkça ve teknolojik gelişmeler hızla artış gösterdikçe, hekimliğin şekli ve anlamı değişti. Yirminci yüzyılın son çeyreği, insanların tümünü sürüklediği gibi hekimliği de farklı bir mecraya itti. Kapitalizmin gelişmesiyle toplumlarda her şeyin para olduğu imajı yerleştikçe ilk günden beri kutsal olarak bilinen hekimlik mesleği de bu yozlaşmadan kendi payına düşeni aldı. Sağlık sistemi hastaya bir insan olarak bakmak yerine, meta olarak bakmaya başladı. Şüphesiz ki bunda yalnızca hekimler suçlu değildi. Sağlıksız gelişen toplumlarda sağlığın anlamı da o sağlıksızlığın içinde yok olmaya mahkûmdu. Toplum sağlığının ise sadece hekimlerin erdemli davranışlarıyla sağlanamayacağı gerçeği de apaçık önümüzde durmaktaydı.
Oysaki bilim ve teknoloji çok gelişmişti. Tıp son çeyrek yüzyılda baş döndürücü bir hızla gelişmiş ve değişmişti. Biz daha çabuk, daha kesin ve daha hızlı teşhis koyacak ve daha hızlı, daha güvenilir tedavi uygulayacaktık. Yitirdiklerimiz azımsanacak gibi değil oysaki. Önce duyarlılığımızı yitirdik. Teknolojinin getirdiği bilgi ve makineleşmek bizi insan doğasına yabancılaştırdı. Değerlerimiz alt üst oldu. Kültürel ve ahlaki yozlaşmamız giderek arttı.
Anamnez (tıbbi öykü), tanının yarısıdır, derdi hocalarımız. Hatta bazen, yalnız anamnezle tanı konabileceğini, hastanın kapıdan girişinden neler olup bittiğini anlayabileceğimizi öğretmişlerdi bize. Yeter ki sormasını, bakmasını bilelim. Bugün ise bizim yerimize hastalara bakacak makinalara her gün yenisi ekleniyor. Hastalar poliklinik kapılarından, hekimlerinin yüzünü bile görmeden ellerine işaret dilinde yazılmış kâğıtlarla laboratuvarlara gidiyor. Hâlbuki hocalarımız hastalarınıza dokunun, stetoskobunuzu hastanın sırtına dayamadan önce hohlayın ki hastanız insan sıcaklığını duysun, derdi. Şimdi laboratuvarların sonuçları hekimin karşısındaki bilgisayar ekranında bir bir görünüyor. Hekimler hastanın yüzünü bile görmeden film ve tetkiklere göre hastalık tanısını şıp diye koyuveriyor. Klinik bulgu önemsenmeden reçete yazılıyor, hasta filmlerine göre ameliyat ediliyor.
Son yıllarda sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve hastanın bir müşteri gibi görülmesinin ardından, hastalıkların tanımlanmasında bu iki önemli yöntemin yerine ileri teknolojilerin ürünü ve oldukça pahalı laboratuvar tetkiklerinin konulması, hekimlerin tanı koymakta zorlanmasına, hastalarla sürekli karşı karşıya gelmesine sebep olmaktadır.
Sanıldığının aksine, bilgisayar teknolojisine dayalı hiçbir ileri teşhis yöntemi anamnez ve fizik muayenenin yerini alabilmiş değildir.
Bu kitabın yazarı hastalarına zaman ayırmanın, anamnez almak ve yeterli fizik muayene yapmanın hekimler açısından bir etik gereklilik olduğunu düşünmektedir. Kitapta yer alan anılar ve gerçek hayat hikâyeleri sağlık sisteminin geldiği yerin sorgulanması ve hastaların müşteri olarak görülmesinin irdelenmesidir.
Kitap üç bölümden oluşmaktadır; birinci bölümde “Bir Hekim Yetişiyor” ile Dr. Taner Gören, Rize’de başlayan kendi yaşam öyküsünü anlatıyor. İkinci bölüm “Anamnez Avcısı” günümüz tıbbına ders olacak nitelikte gerçek öykülerden oluşuyor. Zaten her hastanın anlattıkları edebiyatta öykü, tıp terminolojisinde anamnez değil mi? Üçüncü bölüm “Can Çekişen Tıbbın Anamnezi” günümüz tıbbının geldiği noktayı anlatıyor.
Bu kitap, makine mühendisi olacakken tesadüfen doktor olmuş, doktorluğu çok sevmiş, hekimliği severek uygulamış, bildiklerini öğrencilerine severek öğretmeye çalışmış bir hekimin feryadı. Bu kitap aynı zamanda sevgili Füruzan’ın deyimiyle “Bir ahlak kitabıdır” da. Dr. Taner Gören’in kitabın gelirini tıp öğrencilerine burs olarak bırakması, ayrıca örnek alınması gereken bir davranış olarak karşımıza çıkıyor.