Taşrada insanlar hatırlamak için zamana ihtiyaç duymazlar, çünkü zaman adeta durmuş gibidir. Zamanın yavaşlığı, anın yoğunluğuyla mütenasip şekilde ilerler: Tıpkı Kundera’nın cümlelerinde ifade ettiği gibi, “Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.”
Bilal Sert-Sinemanın Taşrası
Ali İhsan Ökten
Türk sinemasında taşra, geçmişten bugüne değin önemli bir temadır. Ancak bu temanın işleyiş biçimlerinde bir dizi değişim ve dönüşümler meydana gelmiştir. Taşra, sinemanın başlangıç dönemlerinde ehlileştirilmesi gereken, yabani ve gelişmemiş bir mekân olarak kurgulanırken, 1960’larda toplumcu sinemanın vazgeçilmez alanı olmuş, bir dönem unutulmuş, 1990’lı yılların ortalarından itibaren ise değişik yönleriyle yönetmenlerin yeniden yöneldikleri ve sinemalarının vazgeçilmez bir mekânı olarak kullandıkları alan olmuştur.
Türk sinemasında 1990’lı yılların ortalarından itibaren anlatım yapısı, seyirci ile kurulan ilişki, yönetmen sinemasının belirginlik kazanması, seçilen konulardaki farklılıklar açısından yaşanan değişimi Asumen Suner, Fransız Yeni Dalga sinemasıyla bir analoji yaparak “Yeni Türk Sineması” olarak adlandırır. Yeni Türk Sineması, 1990’ların ortalarından itibaren oluşmaya başlayan evrensel kültürden beslenen, özgün filmler üreten, gişe yapamayan ve genellikle yurtdışındaki festivallerden ödüller alarak ve ülke içindeki hevesli sinema takipçilerinin çabası ile “tutunan” sinema akımıdır. Bu akımın ana özelliği filmlerin çoğunluğunun taşra merkezli olması ve taşrada geçmesidir.
Konusunun taşrayla ilgili olduğu bu filmlerde, taşranın sinematografik sunumu (çekim, mizansen, atmosfer) açısından mekân filmin karakteri kadar önemlidir. Mekânın sunumu, bir başka deyişle mekânın anlatımın temel bir öğesine dönüşmesi nedeniyle bu filmler mekândan yola çıkan bir tanımlamayla taşra filmleri olarak adlandırılmıştır. Uzun genel planlar, boş alanlar, bozkırlar, dağlar ve çetin doğa koşullarının yoğun kullanıldığı planlarda filmin karakteri aksiyonu sağlasa da, mekânın durağanlığı temel anlamı oluşturur. Bu filmlerin “taşra filmleri” olarak değerlendirilmesinin bir diğer nedeni taşrayı ve orada yaşanan ilişkileri ele alan konulardan beslenmesi ve mekânın anlatısal bir öğe haline dönüştürülmesidir.
Genel olarak bu filmlerde birey, kentte tutunamaz, taşraya kendi kökenine doğru bir arayışa çıkar ancak bu arayış da hüsranla sonuçlanır. Yer edinme çabası yersiz yurtsuzlaşmayla sonuçlanır. Bunalımın üretilmesinin ve bunun sinematografik dile yansıması kırsal mekâna yönelişin temel nedenidir. Bu filmlerin çoğunda kırsal mekân doğal ortam sinematografik bir estetik unsur olarak karşımıza çıkar ve neredeyse bir karakter olarak verilir. Taşranın sert ve zor yapısı, dış dünyayla olan sınırlı iletişimi, kasabanın, sokakların, evlerin, ağaçların ve kayalıkların arasında belirli bir bölgeye işaret etmemesi dolayıyla her yer olarak kurulan bir taşra sinematografisinden bahsedilebilir. Taşranın bu sinematografik kurulumu, taşranın mekândan bağımsızlaşarak, bir kavram haline gelişi ve bu yönüyle de mekâna değil bir toplumsal halet-i ruhiyeyi simgelemesini yansıtır. Bu filmlerin taşra filmleri olarak adlandırılmasının bir diğer nedeni de budur.
Yine bu filmler incelendiğinde taşra anlatılarında niceliksel bir artış ve bakış açısı değişikliği oluştuğu fark edilebilir. Bu yeni bağımsız sinemanın yönetmenleri arasında Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem, Kazım Öz, Handan İpekçi, Tayfun Pirselimoğlu, Pelin Esmer, Özcan Alper, Hüseyin Karabey, Mahmut Fazıl Coşkun, Emin Alper gibi sinemacılar bulunmaktadır. Üslupları farklı olan bu yönetmenlerin seçtikleri konular da farklılıklar gösterir. Bu yönetmenlerin filmlerine yaklaşım biçimleri açısından bakıldığında taşranın sorunsallaştırılan bir kavram haline geldiği görülür. Bunda özellikle filmlerin çekildiği mekânlar ve bu mekânlardan kaynaklı anlatılar, taşranın imlediği ruh halinin merkezi bir öneme sahip olmasının büyük bir katkısı vardır.
Son dönem sinemacılardan Zeki Demirkubuz’un özellikle büyük kentlerde sıkışmış kendilerini ifade etmekte zorlanan ve gazetelerin üçüncü sayfalarını işgal eden haberlerden yola çıkarak yaptığı sinemalara karşılık, “İklimler” filmi haricinde Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Özcan Alper ve Semih Kaplanoğlu sinema da taşraya dönüş yapan sinemacıların başında gelirler. Daha sonradan bu isimlere yukarıda bahsettiğimiz gibi başka isimlerde katılmıştır. Fotoğrafçılık yeteneğini sinemada başarıyla uygulayan Nuri Bilge Ceylan filmlerinde gerçekçi ve doğal bir bakış açısı yakalayarak bugüne kadar ki sinema geleneğinden farklı bir estetik anlayışla filmlerini yapmıştır. Ceylan, “Kasaba Üçlemesi” adını verdiği filmlerinde kasaba yaşamı, aile ilişkileri, gündelik hayatın durağan akışı, gerçekleşmeyen umutlar, hatıralar, geçmişin izleri, özlemler, hayaller gibi birçok öğeyi yeni bir gerçeklilik anlayışıyla sinemamıza aktarmıştır. Ceylan burada bildiği, tanıdığı, sevdiği insanları gündelik hayatın doğal alkışı içinde kendi tanıdık ortamında izleyiciye aktarır. “Uzak” filminde yakaladığı uluslararası başarı nedeniyle daha sonraki filmlerinde yine taşra sorunsalından dışarıya çıkamaz.
Oysaki 90’lı yıllar ile birlikte Türkiye’de ilk kez kentli nüfus, kırsal nüfusun önüne geçmiştir. İki binli yıllarda ise iyice taşralaşan siyaset, bir zamanlar kırsal/kent oranını tersine çevirerek kırsalı da sadece istatistiksel olarak kentleştirmiştir. Yeni Türk Sinemasının tüm bu değişiklikler karşısında sadece taşra anlatıları üretmesi ve bunda ısrar etmesi oldukça ilginçtir. Bir başka bakış açısından baktığımızda teknolojik araçların gelişimi ve yeni iletişim stratejileriyle birlikte mekân algısının değişmesine ve neredeyse mekân algısının kaybolmasına ve kır/kent oranının değişmesi aslında kentlerin kırsallaşmasına ve muhafazakârlaşmasına neden olmuş, belki de bu durum Yeni Türk Sinemasının yeni mekân anlatısı üretmesinin zayıf kalmasının da ironik bir göstergesi olmuştur. Bunun nedeni, taşra ve taşralılığın; mekânsal olarak dışında kalmak, dışarda olmaktan çok toplumsallaşmanın yeni biçiminin sosyal, ekonomik, kültürel ve psikolojik sonuçlarını ortaya çıkaran bir ruh hali olmasıdır. Bu nedenle taşra, mekândan çok toplumsallaşmanın yeni biçimini, muhafazakârlığı ve geleceğe yönelik bir öngörü eksikliğini, felsefi boşluk nedeniyle sürekli bir geriye bakma halini anlatan bir kavramdır.
Yeni Türk Sineması taşra ağırlıklı filmleriyle kendisine uluslararası alanda bir başarı yakalamıştır. Ancak bu yenilik sinema dili açısından çok fazla bir özgünlük içermemektedir. Bu bağlamda taşranın Yeni Türk Sinemasında moderniteden ve kentleşmeden kaçışın bir uğrağı olarak taşra nostaljisini kurumsallaştırdığını ve bu duruma gelecek açısından baktığımızda Türk sinemasını taşranın içerisine sıkıştırdığını söyleyebiliriz. Ve taşradan çıkmak son seçimlerde de olduğu gibi zor görünmektedir.
KAYNAKLAR
1-Bilal Sert. Sinemanın Taşrası. http://www.sabitfikir.com/dosyalar/sinemanin-tasrasi
2-Meral Özçınar. Türk Sinemasında Yersizlikyurtsuzluk Olarak Taşra. Turkişsh Studies. Sayı 15:3, 2020
3- Mehmet Emin Satır. Yeni Türk Sinemasında Taşra Nostaljisi. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi. Sayı 61, 2023
4-Ali Murat Ergül. Yerli Sinemada “Taşra” Sıkıntısı. 2023. https://t24.com.tr/k24/yazi/yerli-sinemada-tasra-sikintisi,3969
5-Ali İhsan Ökten. “Yozgat Blues” Filmi ve Sinemacıların Taşraya Dönüşü. 2013. https://www.altinsehiradana.com/Makale/yozgat-blues-filmi-ve-sinemacilarin-tasraya-donusu/649/
1 thought on “Taşraya Sıkışan Yeni Türk Sineması”
Comments are closed.