2300 yıllık bir kültürü ve tarihi taşımanın yanı sıra 2150 yıllık deprem deneyimi olan bir şehir Antakya. Bilinen ilk depremini M.Ö. 148 yılında yaşıyor. Daha sonra büyük hasarlara ve can kaybına neden olan depremler M.Ö. 130, M.S. 37, 115, 458, 525 ve 526 tarihlerinde oluyor. Tarihi kaynakların belirttiğine göre 526 depreminde, şehirdeki festival ve yortu etkinlikleri nedeniyle çevreden de gelen nüfusla birlikte can kaybı 250-300 binlere çıkmış, şehrin batı Anadolu’ya göç vermesiyle Roma İmparatorluğu’nun üçüncü büyük şehri olan Antakya bir daha o yıllara dönülemeyecek şekilde yıkılmış.
6 Şubat ve 20 Şubat 2023 depremleri de ne yazık ki 526 depremine benzer yıkıcılıkta bir sonuç yaratmış durumda. 1500 yıl sonra, ‘bilgi çağı’, ‘dijital çağ’, ‘enformasyon çağı’, ‘endüstri 4.0’ gibi bilimsel ve teknolojik gelişmeleri vurgulayan isimlerle tanımlanan 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, Antakya antik çağda yaşanan trajedinin benzerini yaşadı… Ama bu kez Antakyalılar büyük yıkımın yaratabileceği göçü engelleyecek önlemlerin alınmasını sağlayarak, şehirlerinin kültürel ve tarihi özelliklerinin yanı sıra demografik yapısının da korunarak canlanması için yoğun bir çalışma ve dayanışma içine girmiş durumda. Ortak inanç ve ümit, Antakya’nın küllerinden yeniden doğacağı…
Diğer yandan bilimin ve teknolojinin inanılmaz bir hızla gelişmesiyle “Doğayla uyum içinde depreme dirençli kentler nasıl olur?” sorusunun yanıtının rahatlıkla verilebildiği, Şili ve Japonya gibi ülkelerde depreme dirençli kent örneklerinin bolca görüldüğü bir zaman diliminde, doğal bir olay olan depremin büyük bir afete dönüşerek, Antakya’yı tıpkı 1500 yıl önce olduğu gibi yok etmiş olması kabul edilebilir bir durum değil.
Özellikle son 22 yılda başta hukukçular olmak üzere jeoloğundan, şehir planlamacısına, çevre mühendisinden halk sağlığı uzmanına, mimarına ve daha onlarcasına bu ülkede bilim insanı olmanın dayanılmaz ağırlığını hissetmeyen bilim insanı yoktur sanırım. Her alandan bilim insanları kadar meslek odaları, STK’lar, sendikalar olası tehlikeleri, yapılan yanlışlıkları dünya örnekleri ile bilimsel verilerle açıklayarak yetkilileri, iktidarları uyarmalarına rağmen mitoloji kahramanı Kassandra ile aynı kaderi yaşıyorlar; gelecek olan tehlikeyi görüyorlar, anlatıyorlar, açıklıyorlar ama kimseyi özellikle hükümetleri, karar vericileri ikna edemiyorlar bu memlekette.
Merkezi ve yerel yönetimlerin, karar vericilerin, büyük sermayenin, barınma ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı gibi Anayasal güvencelere rağmen yasaları ve yönetmelikleri uygulamamaları, bilim insanlarının uyarılarını dikkate almayarak gerekli önlemleri almamış olmaları, aksine imar aflarında olduğu gibi işbirliği içinde çalışmaları ancak, rant paylaşımının verdiği açgözlülükle açıklanabilir.
Bilimsel verilerin, uyarıların uygulanmamasına dair sayısız örnek olmakla birlikte en çarpıcı örneklerden biri 2002 yılında Hatay Valiliği ve Antakya Belediyesi’nin desteğiyle Antakya Belediyesi Meclis salonunda yapılan kurultay olsa gerek:
2002 yılının Aralık ayında 26 ülkeden Antakya’ya gelen 80 bilim insanının katılımıyla “Doğu Akdeniz Bölgesinde Deprem Zararlarının Azaltılması” konulu bir kurultay düzenleniyor. Bu uluslararası toplantının ev sahipliğini; Hatay Valiliği, Antakya Belediyesi ve UNESCO’nun yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırma Servisi (USGS) ve Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün (BÜ-KRDAE) destekleriyle Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği İnşaat Mühendisleri Odası Hatay Şubesi (İMO) gerçekleştiriyor.
Böylesine önemli bir kurultayın başka bir şehirde değil Antakya’da düzenlenmiş olmasının nedeni bölgenin coğrafi konumundan dolayı kültürlerin yanı sıra tektonik unsurların da buluşması ve tıpkı kültürler gibi kompleks bir yapı sergilemesi olarak açıklanıyor.
Ayrıca bu konunun o yıllarda gündeme oturmasının nedenleri arasında, 1951 ile 1981 arasında oluşan yedi deprem ve sonrasında 1997 depremi ile Antakya ve çevresinde tarihsel ve aletsel olarak gözlenen sismik hareketlilik bu çevrenin tektoniğini, faylanma mekanizmasını ve deprem oluşumundaki sıklığın ve sessizlik dönemlerinin nedenlerini araştırmaya teşvik eden birçok disiplinle ortak çalışmaya imkân veren bir bölge olması gösteriliyor.
Akdeniz Bölgesinde sismik analiz, deprem hasarlarının değerlendirilmesi ve risk azaltımı üzerine uluslararası seminer niteliğindeki bu kurultay, ulusal ve uluslararası düzeyde yüksek oranlı bir katılımla Antakya Belediyesi Meclis salonunda başlıyor ve beş gün sürüyor.
Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü ve İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası Hatay Şubesi’nden bilim insanları tarafından bu kurultay bağlamında yazılan ve İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) web sayfasında yayınlanan ve depremlere dirençli şehirler üzerine düşünen herkesin okumasını önerdiğim bir makaleden alıntılıyorum:
“Yapısal hasarı etkileyen sayılabilecek birçok faktör vardır. Yapısal olan yapı ve temel dizaynları, yerel ve zemin etkileri (zemin mukavemet değerleri, kesme dalgası yayılım hızı, geoteknik bilgiler ve bunların etken olduğu yerel büyütmeler) ve deprem kaynağı özelliklerinin (fay tipi, yönü ve çatlak pateni ve hızı gibi parametrelerin) oluşturduğu temel faktörlerin yanı sıra bunların topyekûn etkileşimlerinin ortaya çıkarttığı ilave faktörlerin de göz ardı edilmeyeceği birçok disiplinli çalışma bugünün bilgileriyle bu karmaşık gibi görünen yapısal hasar problemini ve deprem sonrası oluşacak afetzedenin sosyal ve psikolojik hasar problemini ciddi oranlarda azaltacak ve hafifletecek çözümler sunmaktadır.” (1)
Görüldüğü gibi Antakya’nın geotektonik durumunun tüm bilgilerine sahip olunduğunun binlerce örneğinden yalnızca biri, bu değerli makale.
Alıntılamaya devam ediyorum: “Antakya ve benzeri coğrafyaya ve tektonik aktivitelere sahip bütün şehirlerin bu mikro bölgelendirme çalışmalarına altyapı oluşturacak kapsamda projeleri uygulamaya geçirecek girişimlerin yerel ölçekte başlaması kaçınılmaz bir çözümdür… Ölü Deniz fayının kuzey ve güney uçlarında ve hatta fay boyunca yer alan şehirlerin oluşturacağı bir ortak çalışma, bölgede beklenen depremlere ve onun getireceği felaketleri kader olmaktan çıkartıp az hasar ile savuşturulacak düzenli, organize olmuş ve risklerini azaltmış şehirlerin bir afet anında birbirlerine ilk yardımda dahi entegre olmaları doğal felaketin kalan bakiyesini temizleyecek bölge şehirleri arası dayanışmayı da yanında getireceği gibi bölgeye özlenen daha birçok şeyi de getirecektir.”
Böylece makale, bölgedeki tüm ülkelerin fay kardeşliği yapan bilim insanları gibi depreme duyarlı şehir yöneticileri arasında da bilimsel paylaşım ve uygulamalarda ortak çalışmaların gerçekleştirilmesi temennisiyle bitiriliyor.
Sonuç olarak bu kurultayda ve kim bilir daha yüzlerce toplantı ve makalede, haber kanallarında hastalığın nedenleri tümüyle tespit edilmiş, tedavi yolları gösterilmiş ancak hastanın yakınları tedaviyi uygulamamış, bu ilgisizlik ve sorumsuzluk hastanın ölmesine neden olmuş diyebiliriz, değil mi?
Bu kurultayın yapıldığı dönemde İMO Hatay Şubesi Başkanı olan Cihat Mazmanoğlu da “Bir türlü yaşanacak felaketi anlatamadık. Mühendislik yerine klasik müteahhitlik anlayışıyla inşa edilen yapıların birçoğu ağır hasarlı veya yıkıma uğradı. Maalesef eski yapıların birçoğunda Samandağ sahilinden alınan tuzlu kum kullanıldı. Deniz kumu kullanılmasa belki bu kadar yıkım olmayacaktı. Nerede hata yaptığımızı oturup düşünmek gerekiyor” diyerek yaptığı açıklamadaki derin serzenişi (2) ve Doğu Akdeniz fay hattı ile ilgili yıllardır uyarılarda bulanan değerli bilim insanı Naci Görür’ün 6 Şubat depremi sonrası canlı yayında ağlayarak isyan etmesini, öfkesini, acısını anlamamak ve bu durum karşısında var olmanın dayanılmaz ağırlığını hissetmemek mümkün mü?
Demet Parlar
2 Mayıs 2023
2) https://yesilgazete.org/muhendisler-hatayi-samandag-sahilinden-cekilen-tuzlu-kum-yikti/
Bu yazı ilk olarak Gazete Karınca‘da yayımlanmıştır.