Tan yeri kızıldan sarıya dönüyor, ortalık ağarıyordu.
Yaprak üzerindeki irice su damlasını fark etti. Rahatsız olmuştu. Uzun uzun su damlasını süzdü. “Sen yağmurla mı geldin, yoksa sabah çiyi misin?” diye sordu.
Su damlası soruyu anlamadı.
“Bilmem ki. Ben de diğerleri gibi geldim. Nereden geldiğim, kimlerden olduğum çok mu önemli? Öyle veya böyle buradayım işte” diye yanıtladı.
Yaprağın rahatsızlığı daha da arttı. Habersiz geldiği yetmiyor bir de ukalalık ediyor diye söylendi, içinden.
– Önemi olmaz olur mu? Yağmurla geleninize eyvallah. Onlar bir sonraki yağmurla bir araya gelip edebiyle akıp gitmesini biliyor. Sabah çiyi ise gitmez öylece güneşin yükselmesini bekler. Gecenin nemi sabaha çiy olup inmişse gün güneşli geçecek demektir.
– Güneşi beklemem seni neden rahatsız ediyor? Anlamadım.
– Sana göre hava hoş, su damlası. Güneş yükselip ısınacaksın dahası bir mercek gibi güneşi olduğun yere toplayıp yakmaya başlayacaksın. Canı yanacak olan benim.
– Ama bu benim seçimim değil. Hepimiz aynı suyun damlalarıyız, gökten veya yerden geldiğimize göre mi ayırıp kötülüyorsun bizi? Hem güneş çıkınca az sonra buharlaşıp yok olacak olan benim. Sen bu güzel günü yaşamaya devam edeceksin. Ne tatlı canın varmış.
– Söylemesi kolay su damlası. Olanca ağırlığınla seni sırtımda taşıdığım, sapımı esnettiğin yetmedi bir de canımı yakacaksın. Sen gitsen bile düştüğün yeri ne kadar uğraşsam iyileştiremiyorum. Geriye sarı bir nokta kalıyor.
– Üzerindeki sarı noktalara bakılırsa hayli iz bırakmış bizimkiler. Fena mı? Bakıp bakıp bizi hatırlarsın. Buharlaşıp yoğunlaşıp kısa süreliğine yeryüzüne geliyoruz artık kime neye nasip olursa, sonra yine aynı döngü… Hem her zaman böyle iz bırakma şansı da bulamıyor, akıp gidiveriyoruz. Bizi olduğu gibi kabul etsen, şu kısacık ömrümüzü tadıyla yaşamamıza fırsat versen ne olur? Bu kadar acımasız olma.
Yaprak bu sözlere cevap vermedi.
Su damlası tüm sevecenliği ile yaprağı tekrar konuşturmaya çalıştı ama sonuç alamadı.
Güneşin ilk ışıkları su damlasının içinden geçip yaprağın yeşilinin üzerinde ışık tayfı oluşturdu. Ortaya çıkan renk cümbüşünü gören kuşlar keyfe gelip şakımaya başladı. Görüntü, yaprağın hoşuna gitse de belli etmedi.
Güneş yükselip su damlası ısınmaya, ısındıkça küçülmeye başladı. Canı yanan yaprak dişini sıkıp ses çıkarmamaya çalışsa da başaramadı. Kuşlardan yardım istedi.
Bir kuşun kanat çırpması yaprağın serinlemesine yetti. Çiy damlası geride küçük sarı bir nokta bırakarak bir süre sonra gözden kayboldu.
Aradan aylar geçip sonbahar geldiğinde bizim yaprak tam kurumadan sert esen rüzgara kapılıp dalından koptu ve toprağa düştü.
Yağmur yağsa da biraz daha hayatta kalabilsem diye bekledi ama olmadı. Güneş vurdukça kenarları kıvrıldı, kuruyordu…
Gece sert esen rüzgar yaprağın kanamasını daha da arttırdı. Yaprak sabahı göremem diye düşündü.
Bitkin bir haldeyken sabaha karşı “beni hatırladın mı?” diyen bir ses ile gözlerini açtı. “Buradayım, iz bıraktığım yerde, arkadaşlarımı da getirdim. Kızıp söylendiğin sabah çiyini nasıl hatırlamasın?” diye üsteledi.
Yaprak sesini çıkarmadı.
Çiy damlaları sayesinde biraz canlanır gibi olmuştu.
– O gün canını yaktım diye kızmıştın bana. Ama bak bu sarı nokta olmasa seni diğerlerinden ayıramayacaktım.
– Gidiyorum su damlası. Ağacımdan koptum gidiyorum. Seni kıskanıyorum. Ne yapıp ediyor geri dönebiliyorsun. Bense bir daha dönmemek üzere gidiyorum. Geldiğine sevindim ama güne çiy ile başladığımıza göre bugün de yağmur yağmayacak. Az sonra yükselen güneş önce seni sonra içimde kalan son canı alıp götürecek.
– Götürecek elbet. Ben de buharlaşıp gideceğim. O zaman ne yapmamız gerektiğini biliyor olmalısın.
Bir süre doğan güneşin oluşturduğu renkleri izlediler. Sonra su damlası yerini alıp güneşin ilk ışıklarını sararmış yaprağın üzerinde renk tayfını gösterecek biçimde içinden geçirdi.
Oluşan renk cümbüşünü gören kuşlar yine neşeyle şakımaya başladı.
Birbirlerine son kez baktılar. Sabah esintisinin yaprağı havalandırması ile su damlası daha fazla duramadı, yuvarlandı. Arkalarında kuşların neşeli seslerini ve kanat çırpmalarını bırakıp ikisi de gözden kayboldu.
Mehmet UHRİ