Belgesel Yönetmeni, Gazeteci ve Akademisyen Sibel Tekin: Beni Tutuklayarak Daha Da Özgürleştirdiler

Gündem

Tekel Direnişi, Gezi Direnişi ve 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’na gibi Türkiye’nin yakın geçmişinde derin izler bırakan toplumsal kırılma noktaları ile sokaklardaki hak ve özgürlük mücadelelerin görsel kaydını oluşturan Belgesel Yönetmeni, Gazeteci ve Akademisyen Sibel Tekin ile belgeselciliğini, Türk Tabipleri Birliği’nin Şubat depremleri sonrasında bölgede yürüttüğü çalışmaları konu alan belgeselinin çekim sürecini ve tutuklanmasını konuştuk. Kalıcı yaz saati uygulamasının geçirdiğimiz karanlık günlerin metaforu gibi olduğunu söyleyen Tekin, “Beni tutuklayarak aslında daha da özgürleştirdiler” dedi.

Sevgili Sibel; Ankara’daki demokratik kitle örgütleri, sendikalar, hak temelli örgütlerin birçok eylem ve etkinliğinde, mitinglerde seni elinde fotoğraf makinası ya da kameranla görürüz. Ankara sokakları seni iyi tanır. Aslında sen Ankara’nın hafızalarından birisin. Hazırlamış olduğun yüz akı birçok bağımsız belgesel, kısa filmler, video-röportajlar var. Çok sayıda ödül aldın. Video-eylem ve belgesel kolektifi Seyri Sokak’ın kurucuları arasındasın. TRT geçmişin ve üniversite öğretim üyeliğin var. TRT’de çok sayıda filmin ve belgeselin montajını yaptın. Üniversitede öğrencilere ders verdin. Ama bir kez de seni senden dinlemek isteriz.

Belgeselle tanışmam Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki (İLEF) öğrencilik yıllarımla başladı. Bülent Özkam’ın verdiği uygulama dersi kapsamında beş arkadaş, Hülya Özyıldırım, Pınar Elmas, Şafak Bozkurt ve Şebnem Aktan ile belgesel ürettik. İlk filmimiz Yolcu Yolun Şarksa’yla birlikte kurgucu olmaya karar vermiştim. Mezun olduktan sonra bir süre TRT Ankara TV Belgesel Programlar Müdürlüğü’nde Kerime Senyücel’in asistanı olarak yönetmen ve yapımcı asistanlığı yaptım. Ardından da Kurgu Servisi’nde çalışmaya başladım. Üç buçuk yıl gibi kısa bir sürede de pek çok filmin, televizyon programının kurgusunu yaptım. Büyük çoğunluğu belgesel filmlerdi bunların. 2007 yılında da kuruluşundan itibaren Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çalışıyorum. Çalışma şartları ve zamanı açısından TRT’ye göre zaman bulabildim ve bir yandan da bağımsız belgeseller yapmaya başladım. Bozcaada ve ada deliliği, ada tutkusu üzerine Islomania adlı bir belgesel yaptım.

Hayatımın ilk dönüm noktası olarak Tekel Direnişi’nden söz etmek gerekir. 2009 Aralık’ta başlayan ve Mart 2010’a kadar süren direnişi kaydettik. Ölmek Var Dönmek Yok adlı bir eylem videosu ürettik. Gül Büyükbeşe’nin yönetmenliğini yaptığı Hep Sizi Beklemiştik belgeselinin kurgusunu yaptım. Ayrıca 1/78 adlı kısa bir belgesel de yaptım o dönem. 78 gün süren direnişin bir gününü anlatmaya çalıştım. Alper Şen de ilerleyen zamanlarda bizim çekimlerimizin de yer aldığı Tekel İşçileri Direnişi adlı filmi yaptı. Hayatıma video eylemin girdiği ama kavram olarak farkında olmadığım zamanlardı. Ölmek Var Dönmek Yok videosuna şimdi eylem videosu diyorum. O zaman için Tekel Direnişi’nin sesini kamuoyuna duyurmak için ürettiğimiz bir videoydu bizim için.

İkinci dönüm noktası ise Gezi Direnişi. Hem hayatıma video-eylem kavramı net bir şekilde girmiş oldu, hem de o yıllarla birlikte teknolojik imkanlar anlamında video kaydetme, paylaşma koşulları da daha yaygınlaştı, kolaylaştı. Mobil cihazlar, sosyal medya uygulamaları videoyu her yurttaş için daha erişilebilir, üretilebilir hale getirdi. Gezi Direnişi’nin ilk günlerinde 31 Mayıs’ta Kuğulu Park’a giderken, belgeselci refleksi ile denebilir, el kamerası ile gittim ve o gün kayda başladım. Sonrasında da 2018, 2029 yıllarına kadar Ankara’daki pek çok hak ve özgürlük mücadelelerini kaydettim. Gezi Direnişi ile başlayan forumları, Ankara’nın iki önemli meselesi olan ODTÜ – 100. Yıl Otoyol Meselesini, Tuzluçayır Cami-Cemevi Direnişini. O dönemde sokakta kayıt yapan arkadaşlarla Seyri Sokak Video-Eylem Kolektifi’ni kurduk. Parklar Bizim Ankara ekibinin kurduğu haber platformu İnadına Haber’le ortak çalışmalar yaptık. Hem Ankara için, hem de sokakları kaydeden bizler için bir kırılma noktası olan 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’na kadar devam etti mücadelelerin görsel kaydını oluşturma çabalarımız. 10 Ekim’le birlikte de sadece 10 Ekim Ankara Katliamı’na dair bellek oluşturmaya çalıştım diyebilirim. 10 Ekim’i unutturmamak ve adalet mücadelesini kaydetmek temel amacım oldu. Hala da öyle devam ediyor.

Gül Büyükbeşe ile birlikte 2015 Suruç, 2015 Diyarbakır Mitingi ve 10 Ekim Ankara Gar katliamı saldırılarını konu alan “Ölüm Ne Yana Düşer Usta” belgeselini yaptın. Sonra Suruç ve Diyarbakır katliamları… O dönemki koşullardan, kayıt süreçlerinden, zorluklardan ve engellemelerden bahseder misin?

10 Ekim Ankara Katliamı’nın ilk gününden itibaren anmaları, mahkemeleri, 10 Ekim Ailesinin her türlü etkinliğini, 10 Ekim Barış Derneği’nin çalışmalarını kaydetmeye çalıştım. Mustafa Ünlü’nün Ah belgeseline de Gül Büyükbeşe ile birlikte elimizden geldiğince destek olmaya çalıştık. Hatta o zaman için 10 Ekim’e dair bir belgesel yapmanın bizim için ne kadar zor olacağından da konuşurduk. Hatice Kapusuz ve Cankız Çevik’in Bellek İzleri projesine görsel kayıt ile destek olmak üzere dahil olduk ve 7 Haziran-1 Kasım 2015 seçimleri arasında IŞİD’in gerçekleştirdiği üç katliama dair 5 Haziran Diyarbakır, 20 Temmuz Suruç ve 10 Ekim Ankara Katliamlarını anlatan bir belgesel yapmaya karar verdik. Filmi 2019 yılında, 10 Ekim’in 4’üncü yılında tamamladık. İlk gününden itibaren neredeyse organik bir bağ ile bağlandık diyebileceğim 10 Ekim çekimlerinde en zor olan röportaj yapacağımız kişileri belirlemekti. Her katliam için tanık olan, yaralanan, yakınını kaybeden beş kişi belirlemeye karar vermiştik. İlk anından itibaren kaydettiğimiz, sadece video-aktivist olarak değil, 10 Ekim Dayanışması’nın da bir parçası haline geldiğimiz, 10 Ekim Barış Derneği’nin gönüllüsü olarak çalıştığımız için herkesi çok yakından tanır olmuştuk. Bu nedenle yapmak istediğimiz filmin ne olduğunu duymaya bile gerek duymadan filme dahil olmayı kabul etti herkes. Bizim için zor olan ise beş kişiyi seçmek oldu. Diyarbakır ve Suruç Katliamları için süreç bu kadar kolay olmadı. Suruç Katliamı yaralısı Çağla Seven ile 10 Ekim Katliamı’nın yıldönümünde tanışmıştık ve sonraki süreçte de yakın arkadaş olduk. Hatta ilk kez Bellek İzleri için Çağla ile bir röportaj yapmıştık. Çağla Seven filme tereddüt etmeden dahil oldu; hatta sonraki bütün gösterimlerde de yanımızda oldu. Suruç Aileleri’nin bizi tanıması, güvenmesi için biraz zamana ihtiyacımız oldu. Ama tanıyıp güvendikten sonra kabul ettiler. Bizim için en zoru Diyarbakır Katliamı’na tanık olmuş, yakınını kaybetmiş kişilere ulaşmak oldu. Lisa Çalan tedavi için Ankara’da bir süre kalmış, sık sık da gidip gelir olmuştu. Sinemacı olan Lisa ile belgesele başlamadan önce tanımıştık. Ama diğer isimlere ulaşmak çok zor oldu bizim için. Hatta diğer iki katliamı anlatırken beşer kişi ile röportaj yapmışken Diyarbakır Katliamı’nda filmin yapım sürecinde sadece üç kişiye ulaşabildik. Arşiv görüntülerinde de yine aynı zorluğu yaşadık. En az 5 Haziran görüntüsüne ulaşabildik.

Kalıcı yaz saati uygulamasına yönelik çektiğin “Karanlık Başlayan Hayat” belgeseli gerekçe gösterilerek 16 Aralık 2022 tarihinde gözaltına alındın ve sonrasında tutuklandın. Belgeselin içeriğinden ve tutuklanma sürecinden bahseder misin?

Kalıcı yaz saati uygulamasına yönelik bir film uzun süredir aklımdaydı. Sabah işe gitme saatleri gün geçtikçe daha karanlık saatlere denk geldikçe uyanmak, yataktan çıkmak benim için de çok zorlaşıyordu. Bunun etkisini hissettikçe konuya dair bir belgesel aklıma gelmişti. Araya pandeminin girmesi ve evden çalıştığımız süreçte karanlık sabahlar beni çok etkilemedi ve pandemi sonrası hayatın normalleşmesi ile aynı meseleyi tekrar dert edinir oldum ve çekimler için harekete geçtim. İkinci çekim günümün gecesinde de gözaltına alınarak tutuklandım. İlk çekim günü planladığım saatte uyanıp evden çıkamadığım için sadece evden çıkıp Kızılay’a gidişi, Kızılay’ı çekebilmiştim. 15 Aralık sabahı ise daha erken harekete geçebildim. Çekimler için ilk aklıma gelen yer olan, işçilerin, emekçilerin yoğun olarak yaşadığı Tuzluçayır’a gidebilmiştim. Karanlıkta sokaklardaki trafiği, otobüslere binmek için duraklarda oluşan sıraları, işine, okuluna gitmeye çalışan insanları kaydetmeye çalıştım. Bir önceki çekim günü yetişemediğim sabah ezanını kaydettim. Günün aydınlanması ile birlikte de Tuzluçayır’dan ayrılıp okula geçtim. Yoğun bir günün ardından gece kartları aktarmaya fırsat olmadan sızmışken, saat 2 civarında kapı çaldı. Kapıdakiler polismiş. Gece 2’de operasyon yapmanın ne demek olduğunu da tahliye edildikten sonra öğrendim açıkçası. Çok tehlikeli bulmuşlar beni. Sabahki çekimleri için geldiklerini öğrenip rahatlamıştım, ama sonucu tutuklanma oldu. Gözaltı sırasındaki sorularından yola çıkarak kamuoyunda hep kadraja polis arabasının girmesi olarak duyuldu. Asıl meseleyi hapishanede, avukatlarımın dava dosyasını görmesi ile öğrendim. Kadraja bile girmeyen, hatta kadraja girmedikleri çekimlerin ilk izlenmesinde de anlaşılan, ceza infaz memurları servise binerken onları çekiyorum diye şüphelenmişler, şikayet etmişler. Kolluk kuvvetleri, savcılık da beni çok tehlikeli bulup peşime düşmüş.

Ne kadar süre ile tutuklu kaldın? Sincan Cezaevi koşulları hakkında ne söyleyebilirsin?

Hapishanede toplam 45 gün kaldım. 17 Aralık’tı sanırım tutuklandığım tarih. 20 Ocak 2023’te de tahliye edildim. Tutuklandığım gece geçici koğuşa yerleştirdiler. Girerken “örgüt üyeliğinden tutuklanmışsın, kiminle kalmak istersin” diye sordular. Ben de üye değilim, kimse ile kalmam, yalnız kalırım dedim. Hafta sonu geçtikten sonra koğuşa geçiyorsun dediler. Önden bir bilgi vermedikleri için benim için çok şaşırtıcı olmuştu Şebnem Korur Fincancı ile aynı koşuşta kalacak olmak. Bir diğer şaşırtıcı olan ise, Şebnem Hoca’nın beni tanıyor olmasıydı. Belgeselci arkadaşımız gelmiş diye karşılamıştı. Birkaç gün Şebnem Hoca ile aynı koğuşta kaldık. Sonra o, duruşması için İstanbul’a gitti. Tahliye olana kadar da, o koğuşta tek başıma kaldım. Tek başına olmak ilginç bir deneyimdi. Distopik bir dünyada yaşıyor gibiydim. Yaklaşık üç hafta tek başıma kaldıktan sonra da, Şebnem Hoca’nın tahliye edildiği gün ya da ertesi gün geldiler ve toplan, koğuş değiştiriyorsun dediler. Yine nereye gideceğimi söylemeden, hızla toparlanmamı istediler. Bu sefer de bağımsız koğuşa aktardılar. Hapishane deneyimimin ikinci süreci de bağımsız koğuşta, başka kadınlarla kalmak oldu. İlk gittiğimde altı kadın vardı. Ertesi gün anne-kız tutuklu olan arkadaşlar ilk mahkemelerinde tahliye edildiler. Sonraki üç hafta boyunca beş kadın kaldık. Ve gerçek hapishane hayatının nasıl olduğunu da o süreçte deneyimledim. Koğuş arkadaşlarımın hikayelerini öğrendim, onların aktardığı adli mahkumların hikayelerini öğrendim.

Tutuklanmamdan, hapishaneyi deneyimlememden çıkardığım iki sonuç var. İlki, beni tutuklayarak aslında daha da özgürleştirdiler. Tutuklanma korkusunu yenmiş oldum. Bir diğeri ise, 2015’in ikinci yarısından itibaren sürekli daha da karanlık hale gelen günler yaşıyoruz. Kalıcı yaz saati uygulaması da bu geçirdiğimiz karanlık günlerin metaforu gibi. Gittikçe umutsuz, mutsuz, yorgun olduğum bir dönemde tutuklandım ve hem içerideki kadınların dayanışma hikayelerini dinledim, hem de dışarıda tanıdığım, tanımadığım pek çok kişinin benimle dayanışmak için neler yaptığını avukatlarım aracılığı ile öğrendim ve yeniden umutlandım.

En son; Türk Tabipleri Birliği’nin Şubat depremleri sonrasında bölgede yürüttüğü çalışmaları konu alan “Duvarsız Odalar: Dayanışmadan Süzülen Umut” belgesel filmini hazırladın. Deprem bölgesinde çalışırken ne gibi zorluklar yaşadın? Deprem bölgesinin sende yarattığı duygular nasıldı?

Duvarsız Odalar: Dayanışmadan Süzülen Umut belgeseline Mayıs ortasında başladım. Daha öncesinde fırsat buldukça deprem bölgesine gidip çekimler yapıyordum. Hatay’da da o zamanlar SES Ankara Şube’de olan ve gönüllü olarak çalışan Nazan Karacabey’in peşine takılıp saha ekiplerinin bir gününü ve Dostluk Parkı’ndaki revirdeki çalışmaları çekmiştik. Bir başka sefer gittiğimde de, sadece tek bir saha ekibi çektim, TTB-SES Koordinasyon Merkezi’ndeki diğer çalışmaları çektim. Mayıs ayı içinde bir gün Şebnem Hoca aradı ve TTB olarak deprem çalışmalarının bir belgeselini yaptırmak istediklerini belirtti ve benim yapıp yapamayacağımı sordu. Benim için çok gurur verici idi bu teklif. Mayıs ortasında çekimlere başladık. Ne yazık ki, genel seçimlerin de etkisi ile çekimlere başladığım tarih pek çok çalışmanın da sonlandığı bir döneme denk geldi. Maraş’ta üç ay boyunca gönüllü çalışmalar yürüten Dr. Nihat Şahbaz’ın son çalışma gününe yetişebildim. Sonraki hafta, 14 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra, Adıyaman’a çekime gittiğimde çalışmaların pek çoğu sona ermişti. 11 Mayıs-6 Haziran tarihleri arasında bir kez Maraş’a, iki kez Adıyaman ve Malatya’ya, daha önce aktüel görüntüleri çektiğim için öncelikli ihtiyacın röportajlar olduğu Hatay’a bir kez gittim. Ayrıca yine deprem bölgesindeki iller olan Adana, Antep, Urfa ve Diyarbakır’da da çekimler yaptık. Oradaki hekimler depremden etkilenmiş olmalarına rağmen hasarın daha büyük olduğu kentlerde gönüllü olarak çalışmalar yapmışlardı. Ve sonra da belgeselin kurgusuna başladım. En zor kısım benim için çekim aşaması değil, kurgu aşaması oldu. 11 ili etkileyen deprem, dört ilde büyük hasar yaratmıştı. Ve bu illerde TTB, bölge tabip odaları, gönüllü sağlık emekçileri sağlığa erişemeyen yurttaşlara sağlık hizmeti vermiş, depremden etkilenen meslektaşları ile de dayanışma içine girmişlerdi. Bu kadar geniş kapsamlı bir çalışmayı klasik anlatılı bir belgesele sığdırmak da çok zordu. İçeriğe dahil edemediğim, eksik kalan konulara rağmen süresi uzun bir film ortaya çıktı sonuçta.

Çok teşekkür ederiz. Biz TTB olarak seninle deprem gibi yaşamlarımızı ve geleceğimizi altüst eden olaylar yerine, bizi gülümseten, dayanışma duygumuzu ve mücadele azmimizi arttıran başka belgesellerde birlikte olmak istiyoruz. Tekrar görüşmek üzere…

Söyleşi: Ayşe Uğurlu