Bizim kadınlarımız bütün kötü durumlarına karşın daha başkaldırıcıdır. – Yaşar Kemal
Gönül Malat
Edebiyatta asıl kök nedir? Homeros’tur, İlyada’dır, Odisse’dir, Dede Korkut’tur, Manas’tır, Cervantes’tir, Tolstoy’dur. Azra Erhat Homerrosoğlu der Yaşar Kemal için. Yazar, madem mitlerden destanlardan yola çıkar, biz de büyük ustayı anlatmaya böyle çabalayalım. Evrenselliğini büyüklüğünü kelimelere sığdırmak olanaksız Yaşar Kemal’in. Çevresinde dolaşarak azar azar dokunarak anlatmaya çalışalım o halde. Elimizden geldiğince dilimizin döndüğünce!
O bir Prometaus’tur aslında. İnsanların yararına öngörünün sembolü Prometaus nasıl ateşi çaldıysa, Yaşar Kemal de yıldızlardan, bulutlardan, börtü böcekten, ırmaklardan, ağaçlardan, yapraklardan, denizden, dağdan, bayırdan, bağdan, bahçeden, çakırdikeninden, insandan, kuştan, kelebeklerden sözcükler derledi/çaldı bizim için. İyi ki de çaldı derledi.
Kadın karakterlere geçmeden önce bir şeyi mutlaka hatırlatmam lazım; Yaşar Kemal’in kitaplarını elimize alınca, kitabın aslına daha doğrusu köküne de yolculuk yaparız yani ağaçlara yapraklara doğaya. Bu ironi beni her zaman çok etkilemiştir. Bizlere anlattığı sedirler, kavaklar, göknarlar, çamlar kitaba dönüşmüş halde elimizdedir. Bu anlatısını güçlü kadın karakterleriyle birleştirince karşımızda EKOFEMİNİST bir yazar vardır aslında. Hatta yetmişlerin ortasında tanımlanan ekofeminizmden çok önce bizler bu ekofeminist metinleri okuyorduk değil mi?
Büyük ustanın kadın karakterleri de kendisine yakışır şekilde mitlerden yola çıkarak oluşmuştur elbette. Fakat onun kadınları, Yunan mitolojisinde ki Medusa – Lilith yerine Yılanı Öldürseler ve Binboğalar Efsanesi’nde olduğu gibi Şahmaran’a çıkarır yolumuzu. Ya da Demeter yerine Kybele’yi veya Gılgamış Destanının İstar’ı gibi güçlü, vicdanlı, bilge, sevgi dolu, şefkatli, toprak gibi her bahar doğayı tazeleyebilen kadın karakterlerle tanıştırır bizleri. Yaşar Kemal Ana Tanrıçaların babasıdır bana göre.
Cumhuriyet dönemi yazarlarına, kadın karakterleri üzerinden kabaca bakarsak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Peyami Safa’yı öncelikle irdelemek ve örnek vermek gerek söylemek istediklerimi anlatabilmem için. İdeolojik olarak farklı konumlarda bulunan bu iki yazar, kadın imgesini sürekli iki klişe tipte kaleme alırlar. Birincisi masum, namuslu ve erkek egemenliğine itaat eden kadın karakterler, ikincisi ise batılılaşmanın etkisi ile yozlaşan, “Kötü yola” düşen ya da otoriteye başkaldıran şeytani kadınlar olarak. Orhan Kemal, Fakir Baykurt ve özellikle Yaşar Kemal ile birlikte edebiyatımızda ruh çözümlemelerinin ötesine geçilerek, sorunların diyalektik olarak analizlerine başlanmıştır artık. Özgürleşme çabasında olan kadın sınıfsal bir bakış açısıyla ele alınır, gerçekçi karakterlerle edebi eserlerde yerini alır. Bunun başarılması bahsi geçen yazarların tutarlı, bilimsel ve toplumcu bir dünya görüşüne sahip olmalarına bağlıdır.
Yaşar Kemal’in romanlarında ayrıca “köylü kadın” imgesi hayatımıza girer. Bu kadınların karşılaştığı sorunları, toplumsal ve iktisadi problemleri ele alarak oluşturulmuş kadın imgeleriyle buluşuruz yazarın metinlerinde. Kadın, ağalara ve toplumsal düzene karşı mücadelede erkeklerle eşit hatta daha ileriden mücadeleye katılmaktadır. Bu Kybele’nin bir özelliğidir. Yer Demir Gök Bakır’da örneğin, köylüleri köyden çıkarmak isteyen ağaya karşı kadınlar tepki göstermiş, bunun üzerine Adil Ağa kadınlardan korktuğu için köye girememiştir. Bu şekilde, Yaşar Kemal’in birçok romanında kadınların toplumsal patlamaları başlattığına, ağaların kadınlardan korktuğu için temkinli davrandığına tanık oluruz. Yaşar Kemal ve Fakir Baykurt sayesindedir ki, nihayet köy edebiyatımızda kadın etkin, çalışan, düşünen, yaşayan bir karakterdir ve en önemlisi de insandır, eştir-eşittir.
Edebiyatın birçok türünde eser veren yazar Yaşar Kemal hep romancı kimliğini daha ön planda tutmuştur. Yapıtları Cumhuriyet tarihi boyunca ülkenin toplumsal gerçekliğine ilişkin birçok sosyal olguyu da içinde barındırır. Çukurova’dan -Kilikya-, İstanbul’a uzanan bir roman coğrafyasında; ağalıktan -feodal yapı diye okumalı- sosyal eşkıyalığa, mübadeleye, yoksulluğa, çevre duyarlılığı ile kırsal yaşama -ırgatlık-, efsanelere, Anadolu’nun bazı mitolojik kültlerine ve savaşların toplumsal – kişisel etkilerine kadar birçok konu yer bulur metinlerinde. Özellikle kadın karakterleri ve çevre duyarlılığı -ekofeminist olması- Yaşar Kemal’e edebiyat dünyasında kalıcılık sağlamıştır diye düşünürüm hep.
Sosyolojik olarak inceden inceye okuma-detaylı gözlem şekli, yazarın evrensel insan gerçekliğine ulaşmış bir sanatçı olduğunun da en büyük kanıtıdır. Bu durum ayrıca kadın karakterlerinin ana karakter olarak roman ve öykülerinde yer almasını da sağlamıştır. Yazarın bütün romanlarında kadınlar saygın karakterlerdir. Yani aşkı, acıyı, emeği, direnci kadın karakterleri ile odağa aldığı metinler kaleme alır hep Yaşar Kemal.
Anadolu coğrafyasında geçen savaşlarda, en keskin biçimde kadınların etkilendiğini okuruz hep eserlerinde. Erkek egemen kültür de, toplumsal cinsiyet sorunlarını sürekli kadınlar üzerinden ifade eder. “Her şeye rağmen kadınlar Anadolu’da erkeklere bakarak daha özgürmüş gibime geliyor. Bu özgürlüğünden dolayı da başkaldıran insanı temel olarak aldım” diyen usta yazarın bu sözlerine bir eserinden örnek verelim; “Binboğalar Efsanesi’n de yıllarca köylüye zulmeden Sabit Ağa’yı kadınlar taşlayarak öldürür.” Hatırlarsınız! Yaşar Kemal eserlerinde yaşlı kadınları da ayrı bir motif olarak bilge analar gibi ele alır. İnatçı, dürüst, ermiş kişilikleriyle onları öne çıkarır. Bu kadınlara örnek olarak İnce Memed’de Hürü Ana, Kamer Ana ve Anacık Sultan’ı; Dağın Öte Yüzü üçlemesinde Meryemce; Bir Ada Hikâyesi dörtlemesinde ise Melek Hatun ve Lena Ana ‘güçlü’ yaşlı kadın motiflerinin birer örneğidir. Hürü Ana’nın sıcaklığı, dostluğu, korku tanımazlığı, Meryemce’nin yenilmez inadı, gücü ve direncini okuruz bu romanların satırlarında.
Sennur Sezer bir söyleşinde “Yaşar Kemal, metinlerinde kadınlara ilişkin çok çeşitli sorunlara da yer vermiştir. Müthiş edebiyat birikimi, bilgisi ve sosyalist dünya görüşü ile birlikte Yaşar Kemal romanlarında aynı zamanda geleceğe de ışık tutmuş bir halk ozanıdır” der ve ekler “Anadolu; toplumsal hareketlerin, isyanın, acının yüzyıllardır devam ettiği topraklar olmasına rağmen romanlarımız açısından tüm bunların ‘Kadın Yüzü’nün anlatımı konusunda iyi bir yerde değildir. Pek anlatılmamıştır yani. Yaşar Kemal ise bu durumu tersine çevirerek kadın gerçeğini gözler önüne sermiştir. Eserlerinde kadın imgesi, umudu, emeği de simgelemiştir aynı zamanda” diyerek bitirir söyleşiyi.
Bir Frig (Phrygia) ana tanrıçası olarak bilinen Kybele, bir yandan toprak bereketini sembolize ederken diğer yandan kayadan kendisini doğurduğuna inanılır. Toprak bereketi tanrıçası olarak bu topraklardan bütün dünyaya yayılmıştır. Frigler Kybele’yi o kadar benimserler ki (aslında çok eski olan) Kybele, hep bir Frig tanrıçası olarak biline gelir bu yüzden. Frigya mitolojisinde Kybele’ye doğa ile özdeşik olduğundan genellikle dağ zirvelerinde tapınılmıştır. Bununla birlikte Gılgamış Destanında tanrıların yaşadığı Sedir Ormanı’nın muhafızı olduğu belirtilen aslan yüzlü dev yaratığın, Kibele’nin en eski inanışının olduğu da tahmin edilmektedir. Kybele’nin en önemli özelliği evrensel analığı ve bereketi simgelemesidir. Aynı zamanda vahşi doğanın da hakimidir. Tasvirlerinde sürekli iki yanında aslanlar bulunur. Bu bağlamda Anadolu’nun birçok bölgesinde şehrinde güneyinden kuzeyine ve doğusundan batısına Kybele anıtları – heykelleri bulunmuş ve hala kazılarda bulunmaya da devam etmektedir.
Attis’in yitirilen erkeklik gücü Kybele sayesinde daha evrensel bir nitelik kazanarak, bereket ve canlılık daha geniş bir alana, yani bütün doğaya yayılır. İşte Yaşar Kemal’in kadın karakterleri bu Kybele’den menşei alır.
Ağaçları ve yaprakları gibi kadın karakterler de birbirine benzemezler Yaşar Kemal’in. Birbirlerine benzemezler ama bir orman gibi dayanışma halindedirler. Dayanışma Yaşar Kemal kadın karakterlerinin en önemli ortak özelliğidir. Bazı kadın karakterleri de Kybele’den çok Sümerlerin İnannasına benzer. İnanna (İstar) da bereket tanrısıdır aslında. Kırların çayırların sorumlusu hayvani bir erkek olan ve Gılgamış’ın yakın arkadaşı Enkidu ile sürekli ilişkiye giren İnanna, onu insanileştirir.
Belirtmeliyim ki edebiyatta yoksulluğu yazmak aşırı zorlu bir yoldur. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar diyen yazar yoksulluğu da etik ve kadın onurunu zedelemeden anlatır. Adaletlice anlatır. Vicdanlıca! Çünkü yoksulluğu yazmak edebiyat için bir bıçak sırtıdır. Istıraplıdır. Çok acıtır. İp üstünde yürürsünüz. Yazan da, karakterleri de, okuyanları da ip üstünde yürür. Yoksulluğu yazarken kalem sıklıkla ahlaksızlığa ve kadın onurunu zedeleyen anlatıya doğru evrilebilir. Yaşar Kemal o sınırı öyle güzel öyle etik ve öyle vicdani anlatır ki dostluk dayanışma ile de sorunları aşarsınız, coşarsınız. Yoksulluğu olanca yakıcılığıyla anlatan çok sevdiğim Sabahattin Ali bile Kuyucaklı Yusuf’ta örneğin, bu tuzağa düşen yazarlardandır.
Dünya ve Çağdaş Türk Edebiyatı’nın önemli yazarları arasında olan Yaşar Kemal’in, yirmi iki öyküsünden oluşan Sarı Sıcak kitabı bizleri yoksulluğun sokaklarında sancılı ve bir o kadar da dayanışmacı şekilde dolaştırır. Öykülerde ya ıslak yatakta yatarken donarsınız ya gıdıl gıdıl rahvan giden bir sıpanın üstünde kuş tüyü bir yastığa oturursunuz ya da sarı bir sıcakta ırgat olarak yanıp kavrulursunuz.
İnceleme için yazarın ilk öykülerinden diyebileceğimiz ve Sarı Sıcak kitabında yer alan “Bebek” öyküsünü mercek altına alacağım. Öykü her ne kadar yeni doğmuş bebeğiyle kala kalan İsmail’i anlatsa da metnin etkileyici karakterleri aslında kadınlardır. Hem tarlada çalışmak zorunda kalan, hem de çocuk bakacak olan umarsız kadınlar. İsmail’in karısı Zala, evde kendi kendine doğum yapıp, bebeğinin göbek kordonunu kendi kesmek zorunda kalmış bir kadındır. Eşini (plasenta) çıkarmayı beceremez ve bu nedenle de ölür. Annesi ölen bebeğe bakılmalı ve en önemlisi emzirilmelidir. İsmail yakıcı sarı sıcakta köyün kadınlarını tek tek dolaşır. Kendi emzikli çocuğunu, çalışmak için evde bırakmak zorunda kalan Hürü Kadın, toprağın üzerine boşa sağacağı sütüyle İsmail’in bebeğini bir defalık emzirir. Hâlbuki evde kendi çocuğu aç açıktır. Topal Emine’ye gidilir ama Topal’ın sütünün zehirli olduğuna inanılır çünkü kendi çocukları hiç yaşamamıştır. Cennet Ana’yla birlikte İsmail, bebeği kapı kapı dolaştırırlar. Yoksulluğun, ırgatlığın gözü çıksın bütün kadınlar çalışmaktadır. Hiç kimse yeterince yardım edemez böylece bebeğini kucaklayıp kavurucu sıcakta yollara düşer İsmail.
Yaşar Kemal “Bebek” adlı bu öyküsünde bir kadın karakteri, yani Zala’yı ölmüş olmasına rağmen protagonist olarak kurgulamıştır. Yazar Zala’yı doğurduğu bebeği üzerinden yaşatmaktadır. Yani kadın olduğu için bu şekilde anlatabilmektedir usta kalem. Zala çalışkandır. Merttir. Güçlüdür. Feodal yapıya meydan okur. En önemlisi Ağa’ya karşı sınıf mücadelesi vermektedir. Doğum yapmıştır çünkü bir Kybele’dir. Bununla birlikte Zala, yalnızca ve yalnızca kadın olduğu için de ölmüştür. Bu öyküde yer alan tüm kadınların yaşadığı problemler yalnızca kadın oldukları için ortaya çıkan problemlerdir. Hürü emzikli bir annedir. Bebeğini, aç biilaç evde bırakıp çalışmak, ırgatlık yapmak zorundadır. Sütü bebeğine veremediğinden memeleri dolup sancımaya başlar. İçi yana yana, sütünü çaresizlikten toprağa sağar. Ayrıca sütü toprağa sağmazsa ve memelerinde bekletirse, kanallarda katılaşıp (mastit) sancır ve anneyi de hasta eder. Bunu bildiği için mecburen boşa sağmak zorunda kalır. Topal Emine’nin derdi daha acıdır. Şimdiye kadar doğurduğu neredeyse bir düzine çocuk daha bir aylık olmadan ölmüştür. Sütünün zehirli olduğu dolayısıyla bebeklerini öldürdüğü söylentisi dolanır durur. O yüzden biraz esereklidir O da. Eserekliliği ise yine yalnızca kadın olmasıyla, zehirli sütünden ölmüş bir düzine bebekle alakalıdır. Kör Karı ise çocuk yangınıdır. Belli ki gençliğinde evlatlarını yitirmiştir. O yüzden Hürü ve Zala’nın bebelerine bir süre bakar ve içli ninniler söyler. O ninni söylerken bebeler hiç vızıldamazlar.
Belirtmeden geçmeyelim Zala’nın kocası İsmail de O’nun kıymetini bilen, onu seven, fedakâr ve çalışkan bir adamdır. İsmail’in öyküdeki çaresizliği ise sadece erkek olmasından-cinsiyetinden- dolayıdır. Kadın olsa bebek için bir çare bulacaktır. Öykünün ana teması tam da İsmail’in (erkeğin) yaşam şartları karşısında çaresizliği aczidir. Kadınların doğayla bütünleşik bereket tanrıçası olmasıdır.
Yazarın Hürü kadını ve süt dolu sancılı memelerini anlatışı ise çokça alkışı hak eden bir ustalıktadır. Yaşar Kemal’in poetikasında odak kadına ve doğaya aittir. Yani ekofeministtir.
Demem o ki; Yaşar Kemal’in Kybeleleri ve İnannaları ya Amazon kadınları gibi sedir ağacından saplarını yaptıkları baltalarını Yeşilırmak’tan bilerler, ya Savrun çayıyla birleşen Ceyhan’ın nazlı akışına dertlerini dökerler ya da yanlarına Haydar Usta’yı da alıp Hızır ile İlyas’ın kavuşmasına yakın, Karatepe’den Çukurova’ya doğru bolluk, bereket, sağlık barış dilekleriyle birlikte bilgeliklerini savururlar.