Olağandışı Durumlar ve Sivil Toplum İlişkisi Nasıl Kurulur?

Makale

Dr. İ. Seçkin Kara[1]

Şubat 2023 Maraş-Hatay Depremlerinin üstünden bir yılı aşkın zaman geçti ve “yaraların sarılması” halen devam ediyor. Trakya Bölgesi büyüklüğünde bir alana yayılan doğa kaynaklı afetten, 11 ilimiz[2] ve 11 milyona yakın insanımız etkilendi; 250 bin kadar bina yıkıldı veya ağır hasar gördü; kimi kaynaklara göre 400 bin insan bölge dışına göçtü. Kaç kişi yaralı kurtuldu, uzuv kaybına uğrayan insan sayısı gibi veriler ise bugün bile pek net değil. Şubat depremleri bölgesindeki raporlama çalışmalarımız ve onun sonrasında ise İstanbul Deprem Çalışma Grubu[3] ile beraber yürüttüğümüz faaliyetlerde, toplumun olağandışı durumlar[4]/afet ile karşılaşıldığında ne yapacağını bilmesinin çok temel önemde olduğunu ve bunun için yerelde yürütülecek olan koordine çalışmaların belirleyici olduğunu gördük. Buna ilaveten, olağandışı durumların/afetlerin önlenmesine yönelik gerek kamusal ve gerekse bireysel sorumluluklar ve tedbirler konusunda daha da büyük bir bilgi eksikliği vardı. 

Yanlış kentleşmeyle başlayabiliriz. Aslında herkesçe biliniyor ve şu ya da bu gerekçeyle, düzeltilmesi için anlamlı bir çaba harcanmıyor. Burada iki temel sorun olduğu söylenebilir; sel yataklarındaki ve fay hatları yakın komşuluğundaki yapılaşmalar. Kamunun ilgili kurumlarının bu konularda önleyici yaptırımlarının olması gerekirken, karşılaştığımız manzara, aynı yerde aynı şekilde tekrarlayan afetler şeklinde oluyor! Giderek düzensizleşen ve kısa zaman zarfında yüksek miktarda olarak düşen yağışlar, sel yataklarındaki yapıların engeliyle karşılaşınca ortaya çıkan toplumsal hadiseye, sel diyoruz örneğin!

Ülkemizin en yoğun yağış alan bölgesi olan Karadeniz Bölgesi’nde, denize dik olan dağların arasında kalan ve hemen hepsinde bir akarsu bulunan vadilerde, son 20 yılda oluşan yerleşimler neredeyse istisnasız olarak sel yataklarında yapılaşma şeklindedir. Bunların bir kısmında, “dereye sıfır!” çok katlı binalar dahi vardır. Bozkurt (Kastamonu)[5] ilçesindeki şimdi artık iki yıllık olan, yeni devlet hastanesi, dere yatağına birkaç metre mesafede bulunuyor! Açıldığı yıl yaşanan büyük selden sonra devlet hastanenin dereyle olan ilişkisi hiç değişmedi! 2021 Ağustos’undaki aynı büyük selden etkilenen komşu Ayancık (Sinop) Devlet Hastanesi’nin durumu da farklı değil; dereye sıfır olan yerinde hizmet vermeyi sürdürüyor! Bozkurt ilçe nüfusunun %90’ının oturduğu çok katlı binalar da aynı şekilde sel yatağında bulunmayı sürdürüyorlar. Sadece dereye sıfır mesafede olan çok katlılar ya kendi yıkıldı ya da ağır hasar aldığı için yıkılması gerekti. Yine her yıl yağış mevsiminde, derenin debisi artıyor, küçük taşkınlar olmaya devam ediyor. Can kaybı olmayınca, bu haberler pek görünür olamıyor. Bir gün yine büyük bir sel olur mu? Meteorolojik olaylar giderek düzensizleştiğine göre mutlaka olacak.

Depremlerin yol açtığı yıkımlar konusu biraz daha farklı; kamunun sorumluluğu gerek inşaatın yerinin ve gerekse yapı tekniğinin “uygunluğuna” olur verilmesi bakımından belirleyici oluyor. Şubat depremlerinden birkaç yıl önceki “İmar Affı”[6] Kanunu, kamunun bu sorumluluğuyla nasıl uzlaştırılabilir? Şayet kamunun sorumluluğu konusunda daha çarpıcı bir örnek istenirse, Malatya’da en yüksek ve pahalı binaların bulunduğu, Şubat 2023 depremlerinde büyük ölçüde yıkıma uğrayan Bostanbaşı Mahallesi var. Burada zeminin zayıf olduğunu herkesin bildiği söyleniyor; bize de herkes aynı şey söylemişti! Şayet bu bilgi doğruysa, imara açanların, inşaatı yapanların, daireleri satın alan ve içine girip oturanların bu davranışları nasıl açıklanabilir?

Kuşkusuz, şehir plancılarının, inşaat mühendislerinin, mimarların meslek örgütleri bu konularda görüş üretiyorlar ve gördükleri sorunları, çözüm önerilerini kamuya açıklıyorlar. Malatya İnşaat Mühendisleri Odası, beklenen depremin olası risklerini, beklenen depremin yaklaşık büyüklüğüne varana kadar ortaya koyan bir çalışmayı depremden 10 yıl önce kamuoyuyla paylaştığını belirtiyor örneğin. Meslek örgütlerinin kamusal sorumluluk gereği yürüttükleri çalışmalar sonucunda tespit ettiği sorunlar ve çözüm önerilerine kulak verilmesi, Bütünleşik Afet Risk Yönetimi için önemli bir bileşen olarak öne çıkıyor. Yoksa olacak olan göz göre göre geliyor ve toplumca, felaketi yaşıyoruz.

İRAP[7] ve TAMP[8] gibi belgelerin hazırlanma sürecinde meslek odaları ve yerel yönetimlerin de yer almaları gerektiğini bu vesileyle bir kez daha vurgulamakta yarar vardır. Yerel yönetimler, olağandışı durumlar konusunda, gerek olay öncesinde hazırlıklar, risk ve olası zararı hafifletme süreçlerinde ve gerekse kriz yönetimi dahil olmak üzere afetin gerçekleşmesinden sonra oluşan insani zararı azaltma ve rehabilitasyon süreçlerinde, toplumun katılımını sağlamak ve organize etmek yönünden önemli işlevler üstlenebilirler.

Bu genel çerçeveyi çizdikten sonra, olağandışı durum/afet döngüsü olarak bilinen kriz öncesi ve kriz sonrası olarak da ifade edebileceğimiz “döngüyü” şematik olarak buraya bırakalım. Pek çok farklı biçimde gösterilmesi mümkün olsa da, temelde olağandışı durum/afet yönetiminin olağandışı durum/afet “öncesi” ve “sonrası” olarak iki bölümde değerlendirildiğine dikkat edilmeli. Yukarıda bahsettiğimiz örneklerdeki, yanlış yapılaşma ve işlevli olmayan risk planlarının döngüde nereye tekabül ettiğini görmek zor olmasa gerek.

Şimdi, sivil toplumun[9] olağandışı durum hazırlığı konusunda neler yapabileceği ve nasıl yapabileceğine ilişkin notlarımıza geçebiliriz.

Burada bir ucu meslek örgütleri, bir ucu yerel yönetimler ve bir diğer ucu bireylerden meydana gelen bir saç ayağını nasıl bir araya getirebileceğimizden bahsedeceğiz. Bu unsurların her birisi diğeriyle sinerjik bir ilişki geliştirme potansiyeli taşıyor düşüncesindeyiz.

1- Genellikle olağandışı durum ilişkili sivil faaliyetler, neredeyse otomatik olarak gözle görülebilene, yani afetin akut dönemine yönelik çalışmalara yöneliyor. Bu gayet anlaşılabilir bir durum. Çünkü, 17 Ağustos 1999 Gölcük-Yalova-Kocaeli (Körfez) depremi ve üç ay sonra meydana gelen 12 Kasım 1999 Düzce depreminde yaşanan yıkımları ağırlaştıran ve belki can kayıplarının artmasına neden olan, akut afet/kriz yönetimindeki zaaflar o denli büyük bir infial uyandırdı ki, toplumda arama-kurtarma[10] alanında refleks bir yoğunlaşma oldu. Enkaz altında kalan insanlara ilk 72 saatte müdahale edilmesinin taşıdığı hayati önemin toplumun büyük bölümünün bilincine kazınması da bu süreçle ilişkilidir. Bu dönemde toplumun bilincine yansıyan bir diğer konu da ihtiyaçlarla yardımların, koordine olarak buluşturulmasında yaşanan sıkıntılar olmuştur. Farklı kaynaklardan temin edilen çeşitli ihtiyaç maddeleri ya gereken yerlere hiç ulaşamamış, ya da bazı noktalarda ihtiyaç fazlası şeklinde birikerek, yer yer mevcut olanlara ilaveten bir atık sorununa da yol açmıştır.

Akut dönemden devam edersek, Ar-Kur alanında eksiklik bugün de devam ediyor ve sivil kurumların kriz dönemine yönelik diğer çalışmalarının devamı da kesinlikle önemlidir. Ancak, olağandışı durumlar akut dönemle sınırlı değil! Akut dönem, olayı takip eden süreç olan “kriz yönetimi ve rehabilitasyon” dönemiyle sınırlıdır; oysa olağandışı durum öncesinde, bütünleşik afet/risk yönetiminin yarıdan fazlasını oluşturan ve kriz yönetimini de belirleyici nitelikte olan, çünkü olası afete yönelik önleyici ve risk azaltıcı çalışmaları ve planlamaları içeren bir “hazırlık” dönemi de tanımlanmıştır.

2- Biz kendimizi ve kurumlarımızı Marmara/İstanbul depremine hazırlamaya çalışırken, Şubat 2023 depremleriyle karşılaştık! Belki yine başka, doğa kaynaklı veya farklı nedenlerle ilişkili olabilecek olağandışı durumlarla da karşılaşacağız ancak bütün önceliklerimizi olacağını bildiğimiz İstanbul depremine hazırlık ekseninde tanımlamak zorundayız! Sivil toplumun sıradan bireyinden meslek örgütlerine ve yerel yönetimlere kadar, bütün unsurlarıyla bu hazırlık sürecinin önceden tanımlanmış, kritik noktalarında yer almaları zorunluluğu vardır.

Son katıldığım bir konferansta[11] Prof. Mikdat Kadıoğlu’nun dikkat çektiği bir olguyu tekrarlamakta yarar var: İstanbul’da en az 250 bin yapı ağır hasar görecek ve bu hesaba göre (iyimser olursak yani) her binanın başına 10 kişilik bir Ar-Kur ekibi koymak istersek, sadece bu iş için yaklaşık 250.000×10 = 2.500.000 kişilik bir arama-kurtarma ordusu gerekli olacak! Tekrar yazayım: bu iyimser hesapla bulunan bir sayı[12]. Daha bunun yanında, kapanan yolların açılması ve gitmek gereken noktalara fiziksel olarak gidebilmekle ilişkili olarak ulaşım ayağı, beslenme, barınma, enerji, iletişim, hijyen gibi ihtiyaçlara çözüm üretecek olan ekipler boyutu var. Şubat depremlerinde, ilk üç gün kaosu engelleyen en temel unsurun, sivil toplum kurumlarının yerel halkla koordine çalışması olduğu görüldü. Yerel halkın katılımı daima belirleyici önemde olmakla birlikte, olağandışı durum öncesinde hazırlık ve önleme çalışmalarında aktif yer alınmasının bu koordinasyonu da besleyeceği açıktır. Yerel Yönetimlerin afet öncesindeki hazırlık döneminde halkı sürece katması için yanlış kentleşmeye müdahale yönünden, yapılacak işler vardır. Bununla sınırlı olmamakla beraber, özellikle imar ve kentsel dönüşüm konularında doğru tutum ve yapı denetimleri burada öne çıkıyor kolay olmayacağını söyleyebiliriz.

3-Klasik olağandışı durum/afet döngüsünün akut dönem ve sonraki rehabilitasyon dönemi aslında bütünsel risk yönetimi bakımından, sürecin sadece %30’luk bir kesimini oluşturuyor; geri kalan %70’lik kısım ise öngörülen risklerin azaltılması, müdahale edilebilir düzeye geriletilmesi, tedbir alınması ve hazırlık yapılması süreçlerini içeriyor. Bizdeki AFAD[13], ABD’deki FEMA[14] gibi kuruluşların asıl işlevi, olası olağandışı durumları öngören bir yerden yaklaşarak, toplumun  hangi yerelde ne gibi risklerle karşı karşıya olduğunu saptamak ve buna göre gerekli idari ve fiziksel önlemlerin alınmasını ve hazırlıklı olunmasını sağlamaktır. Bütünleşik afet/risk yönetimi, öncelikle bu alana yönelir; bizde AFAD’ın çalışma anlayışı da kağıt üzerinde bu şekildedir. Afetin ardından “yaraların sarılması” her zaman gerekli olacaktır fakat bütünleşik afet/risk yönetimi, bize yarayı küçültme, hatta yaralanmama şansı tanıyan bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Tam olarak bu nedenle, “yaraların sarılması” herkesin aşina olduğu bir haber manşetine dönüşmüşse, fakat sel yatakları ve tarım alanlarında yapılaşma devam ediyorsa, ortada bazı problemlerin olduğu açıktır.

AFAD’ın 81 il için oluşturduğu İl Risk Azaltma Planlarının (İRAP)[15] tamamı, 2022 yılı içinde tamamlanmıştır. Türkiye Afet Müdahale Planı da aynı şekilde.[16] Bu çalışmalara ilişkin eleştirilerimizi yeri geldikçe belirteceğiz fakat öncelikle en göz önünde olanına değinelim: Şubat 2023 depremlerinin yaklaşık bir yıl öncesinden itibaren, bütün İRAP’lar hazırlanmış ve ilgili tarafların elinde bulunmaktaydı! O halde bu yıkım neden bu kadar büyük oldu? Olağandışı durum öncesi süreçlerin iyi yönetilmiştir diyebilir miyiz? Sivil toplumun planlama-önleme-tedbir alma süreçlerine katıldığını, örneğin meslek örgütlerinin olağandışı durumlara ilişkin tespit ve çözüm önerilerinin dikkate alındığını söyleyebilir miyiz? Bizce bu yapılsa, pek çok sorunun daha meydana gelmeden engellenmesi mümkün olabilirdi.

4- Afet döngüsünün bütün aşamalarında, müdahale ve organizasyon konuları AFAD’a verilmiş bir yasal yetki ve sorumluluk olduğu için, her türlü faaliyeti AFAD’la beraber, özellikle arama-kurtarma çalışmalarını ise sadece ve sadece AFAD koordinatörlüğünde yapabilirsiniz! Buna Ar-Kur derneklerinin eğitimleri dahil olmak üzere sahadaki faaliyetleri, her türlü ayni ve nakdi bağışlar dahildir. Sivil kurum ve kuruluşları, AFAD ve diğer kamu kurumlarının bilgisi ve koordinasyonu, kabul ve onayı olmadan afet alanlarında sınırlı bir çalışma yürütülebilmektedir. Sahada, genellikle kamunun eksik bıraktığı alanları meslek örgütü ve diğer sivil kuruluşlar doldurmaktadır diyebiliriz. Ancak, kamusal alanlarda bu şekilde yürütülen çalışmaların, bazı handikapları olduğunu da görmek gerekir: Yapılacak işlerin yeterliliği ve sürekliliği eldeki fonlarla sınırlı olduğu gibi, mevcut kamu kurumlarıyla eşgüdüm sağlanması her zaman sorunsuz olmamaktadır; bu ise verilerin temini ve mevcut sistemle koordine edilmesinde aksaklıklar yaşanmasına ve bazen çalışmanın imkansız hale gelmesine yol açabilmektedir. Toplumsal fayda bir biçimde sağlansa bile, ilgili kurumlar tekrar faaliyete geçtiğinde bu alanların boşaltılması gerektiği için, toplum psikolojisinde ve bazen hizmetlerin yürütülme sürecinde bir başka kırılmaya da neden olabilmektedir.

Sahada çalışmak için bir biçimde ilişki kurulması zorunlu olan AFAD kendisini ne kadar yenileyebiliyor? AYDES[17] bir sonraki afette çalışabilecek mi? Son depremdeki idari ve personel sıkıntılarını giderdi mi? Giderebilir mi? Umarız bu sorunlar çözümlenebilir ve AFAD, meslek örgütleriyle koordine çalışmaya yönelebilir.

5-Sivil inisiyatifler, önüne uzun soluklu bir program koyarak ve mevcut yetkili kurum ve kuruluşlarla ilişkilendirilmiş bir işleyiş içinde davranmayı öngörmeli ve yaygınlaşmalıdır. Yerellerdeki en yaygın kurum ise belediyelerin bünyesinde yer alan itfaiye birimleri gibi görünüyor: İtfaiye Gönüllüleri [18] şeklinde bir ağ oluşturulması ve yerellerde bu kurumlarla ilişkili olarak davranılması bir çözüm olabilir. Özellikle akut döneme ilişkin çalışmalarda, Ar-Kur ekipleri de bulunan ve hiyerarşik yapılanması ve sahada çalışması gibi özellikleriyle itfaiye kurumu, doğru adrestir. Buna ilişkin deneyimler vardır.[19] Mevcut deneyimler paylaşılabilir, geliştirilebilir.

Bunların yanı sıra yapılması çok yararlı olacak “risk azaltıcı faaliyetler” sivil inisiyatif çalışmaları arasında şunlar sayılabilir:

  • Kendi çalıştıkları ve yaşadıkları binaların risk analizlerini (bunun oldukça emin ve aynı zamanda hızlı bazı uygulamalarını belediyeler yapıyorlar) yaptırmak için girişimde bulunmak veya bulunulmasını sağlamak için gereken işlere girişmek, bu süreçleri takip etmek ve müdahil olmak;
  • Oturdukları binalar için de aynı işi yapmak; bir mahallenin veya bir kaç mahalle büyüklüğünde sitelerin deprem dayanım durumlarına ilişkin gerçekçi bilgi çok hayati önemde olacaktır!
  • Kamu binalarının, yani okul, hastane, adliye, belediye, spor salonu, cezaevleri gibi yapıların deprem güvenliklerinin tespiti ve kamuya açık olarak ilanı-duyurusu için çaba harcanmalıdır. Her kamu binasının ve şirket binalarının birer afet planı olması gerektiği unutulmamalı, bu planların güncelliği araştırılmalıdır.
  • Her sivil gönüllü yapı, kendi ilindeki meslek birliklerinin ilgili birimleriyle temas ederek, (örneğin: İnşaat Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası vb.) özellikle kamu binaları konusunda güçlendirme gereken binaların saptanması ve dünyada örnekleri de olan “hızlı güçlendirme” uygulamaları için hızla süreçlerin başlatılması için çaba harcamak ve takipçisi olmak, tercihan, il ve ülke düzeyinde meslek örgütleriyle birlikte olarak.
  • Acil toplanma yerlerinin mevcut durumunu görmek, eksikler varsa tespit etmek ve nasıl giderilebileceğine dair çalışma yürütülmesi herhangi bir özel hazırlık gerektirmediği gibi, e-devlet telefon uygulamasının giriş sayfasından her mahalle için ayrılan acil toplanma yerine ulaşılması mümkündür. Her il ve ilçede belirli zamanlarda bir acil toplanma yeri seçilerek nasıl ulaşılacağı, yerin uygunluğu gibi konular değerlendirilebilir. Bu basınla birlikte de yapılabilir, periyodik bir etkinlik olarak da düşünülebilir. Bu da yine meslek birlikleriyle birlikte yürütülmesinde fayda olan bir süreçtir. İşyerleri, işhanı veya site gibi yerleşimlerde ayrıca bir toplanma yerinin tespit edilmesi ve bir tabela ile işaretlenmesi gerektiğini geçerken anımsamakta fayda vardır.
  • Son olarak da yukarıdaki konuları içeren, isteyenlerin Ar-Kur veya diğer afet yönetimi alanlarında uzmanlaşmasına açık olmak üzere, “bütünleşik risk yönetimi” konulu eğitimler almak, temel afet/olağandışı durum bilincini, eldeki ve süreç içinde ortaya çıkabilecek yeni-başka mecralar üzerinden yaygınlaştırmak için çalışmak gerektiğini söyleyebiliriz.
  • Her ilin kendi İl Risk Azaltma Planları (İRAP) ve bir de Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) belgelerini ilgili valiliklerin internet sayfalarından bularak, yoksa AFAD sayfalarından bularak, bulunmasını sağlayarak incelemek ve bu belgelere ilişkin temel bir bilgi edinmek gerekir. Şubat 2023 depremlerinden sonra bütün İRAP’lar ve TAMP gibi belgelerin her birisinin yenilenmesi gereklidir![20] Bu konuda da yerellerdeki TMMOB’den ve tabip odalarından destek alınabilir. Depremlerin, sivil yerleşim alanları ve sanayi bölgelerinde yangınlara da yol açan kompleks olağandışı durumlar olduğunu, sanayi ve askeri tesislerin etkilenmesi halinde büyük sanayi yangınlarına ve KBRN kaynaklı risklere de yol açtığını da unutmamak gerekir.

[1] TTB ODSH Kolu 2024-2026 dönemi Başkanı, BTO ODSH Komisyonu üyesi. Yazıda savunulan görüşler, TTB-ODSH Kolu ve Komisyonunu bağlayıcı değildir.
[2]  Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Osmaniye sırasıyla en büyük yıkıma uğrayan illerimizdir. Depremden etkilenen fakat can kaybı bunlara göre daha az olan diğer illerimiz ise Diyarbakır, Adana, Gaziantep, Şanlıurfa ve Elazığ şeklinde sıralanmaktadır.
[3] İstanbul Tabip Odası’nın öncülüğünde, İstanbul depremine hazırlık için Marmara Bölgesi genelinde koordine çalışma yürütülmesi için oluşturulan çalışma grubudur. Çalışmalarının neticesinde ortaya çıkan belgeler için bkz: https://istabip.org.tr/7964-istanbul-depremine-yonelik-saglik-hizmetinin-yapilanmasi-calisma-grubunun-sempozyum-ve-kongresi-kitaplastirildi.html
[4] “Olağandışı durum”: TTB geleneğinde, afet teriminin, daha çok doğa kaynaklı toplumsal zararlar olarak düşünülmesine karşı, daha geniş kapsamlı bir kavramı ifade ettiği düşünülen “olağandışı durum” terimi kullanılmaktadır.
[5] Bakınız:  Bozkurt Sel Raporu, https://www.ttb.org.tr/kollar/odsh/haber_goster.php?Guid=29ada528-0662-11ec-99a1-1896a98ec947
[6] Şayet Şubat depremleri olmasaydı, ikinci bir “İmar Affı” Kanunu’nun tasarısı hazırlanmıştı ve yasalaşması için TBMM’ye iletilmesi bekleniyordu.
[7] İl Risk Azaltma Planı
[8] Türkiye Afet Müdahale Planı
[9] Sivil toplum terimini, hem geniş anlamda kamu kurumlarının organik ilişkisi olmayan yapılar ve hem de toplumun yönetimde görevli olan katmanları dışında kalan bütün toplum katmanları anlamında kullanıyorum.
[10] Arama-kurtarma: Ar-Kur
[11] 1 Haziran 2024, “Prof. Mikdat Kadıoğlu; Afet Yönetimi ve Bursa”.
[12] Şubat depremlerinde Ar-Kur çalışmalarının yetersizliğini değerlendirirken, ilk 72 saatin önemi yanında, yaklaşık bu sayıda eğitimli personelin varlığının ve enkaz başlarına ulaşımın da mümkün olması gerektiğini dikkate almak, sorunun büyüklüğünü ve yetersizliklerin kaynağını anlamayı kolaylaştıracaktır.
[13] Afet ve Acil Durumlar Yönetimi Başkanlığı
[14] Federal Emergency Management Agency
[15] İl Risk Azalgtma Planları için bakınız: https://www.afad.gov.tr/il-planlari
[16] Yürürlükteki Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) 15.09.2022 tarih ve 31954 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. (Bakınız: https://www.afad.gov.tr/turkiye-afet-mudahale-plani)
[17] AYDES: Afet Yönetimi ve Karar Destek Sistemi
[18] Prof. Mikdat Kadıoğlu’nun, konferansında öne sürdüğü bir öneriydi. Yerellerde bireylerin organize olabilecekleri ve afetlerde doğrudan müdahil olan kurumlar olarak itfaiyeler, bizce de fiilen sahip oldukları kapasiteyi yeterince kullanamıyor.
[19] Bakınız: https://itfaiye.izmir.bel.tr/tr/GonulluBasvuru/OnSayfa/11?AspxAutoDetectCookieSupport=1
[20] Çünkü İRAP’ların genel olarak, risklerin tespiti ve risklerin azaltılması yönünden yetersiz kaldıkları, hazırlanma sürecinde yerellerdeki meslek birliklerinin görüşünü almadıklarını biliyoruz (Malatya, Kahramanmaraş örnekleri hemen verilebilir).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güvenlik Kodu * Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.