Hor baktık mı karıncaya
Kırdık mı kanadını serçenin
Vurduk mu karacanın yavrulusunu
Ya nasıl kıyarız insana
Hasan Hüseyin
Deniz ERDOĞDU
Son dönemin sıkıntısı Suriye’deki savaşla başladı, üç yıldır sürüyordu, ÖSO, El Nusra’yı duyar olduk. 1 milyon 300 ya da 500 bin insan savaş mağduru olarak Türkiye’ye sığınmıştı. 220 bini misafir olarak kamplara yerleştirilmiş, diğerleri büyük şehirlerde hayata tutunmaya çalışıyordu. Şehrin caddelerinde dilenmek zorunda kalan, kucağında küçük, hemen birkaç ötesinde daha büyük birkaç çocuğu ile genç kadınları görmeye başladık, parklarda birkaç anne ve onların çocukları daha kalabalık gruplar, otobüs terminallerinde yerlere uzanarak geceleyen aileler olağan görüntüler oluşturmaya başladı. Biz onlar için kaygılansak da, insanlığın yaralandığını düşünsek de bir şey yapamıyorduk. Bir süre sonra da onlara karşı ırkçı duygular, saldırılar da başladı. Yine üzüldük, ama fazla bir şey yapamadık.
Sonra yangın yeri genişledi, İsrail Gazze’de Filistinli’leri bombardımana tuttu, yanında hastanede çalışanları da. Bir savaş stratejisi olarak 1 doktor öldürülürse 100 yaralı düşman askerinin tedavi edilemeyeceği hesabı düşünülerek. Sağlık merkezi, ambulans, hastane hepsi hedef oldu.
Yaz aylarında varlığını zalimane katliam, tecavüzlerle gösteren IŞİD iyice görünür oldu. Kökü EL Kaide’ye dayanan ve diğer İslami terör örgütlerinden ABD’nin ürettiği Frankenstein bir örgüt. Suudi Arabistan, Katar gibi Vahabi ve Selefilerin, ve AKP hükümetinin açıktan ya da gizliden desteklediği biliniyor. Ağustos ayında ise Şengal bölgesindeki masum Ezidi halkının peşine düştü. Kendi köylerinde sade bir hayat süren, insana, toprağa, güneşe değer veren, silaha el sürmeyen Ezidiler IŞİD’in katliamına maruz kaldılar, savunmasız. Saldırılardan kaçan 200 bin insan Sincar dağına sığındılar sıcakta, su yoktu, nadiren bir ağaç gölgesi bulabiliyorlardı. 250 çocuğun zehirli ot yedikleri, çoğunun açlık ve susuzluktan öldükleri söylendi. Kadınlar savaş ganimeti olarak görüldüğü, metafor olarak ele geçen düşman toprağıymış gibi kabul edildiği, ya da tecavüze uğrayanların Ezidilik’ten çıkarılacağı bilindiği için tecavüz edildi. IŞİD, İslam Şeriatını kendince kadınları kapatarak, eşlerini, çocuklarını öldürülüp yalnız bırakarak, sonsuz açılar çektirerek, topraklarından atarak uyguladı. Zihniyetlerinin sürdürülebilmesi sanki, kadınlara hayatı zehir etmeye, kadın bedenine tahakküme bağlıydı. Yaklaşık 5 bin Ezidinin öldürüldüğü, 5 bin kayıp olduğu, 1500 ya da daha fazla kadının Musul pazarında 5-20 dolara cariye niyetine satıldığı söylendi. En son yaklaşık 5 bin Ezidi kadının IŞİD’in elinde olduğu seks kölesi olarak tutulduğu, kadınlardan birisinin telefona ulaşmayı başararak ABD’nin kendilerini bombalaması ve bu işkencenin son bulmasını istediği söylendi. Türkmen bir babanın kızını almaya gelen IŞİD’liye “yarın gel” dediğini ve kızını onların eline geçmesin diye zehirleyerek öldürdüğü yazıldı. Bazı kadınların koyunlarında tecavüz tehlikesi sırasında kendilerini öldürmek için bıçak taşıdığını duyduk. Kadınlar kırıma uğradı. Kuzey Irak’ta meslek sahibi kadınlar işlerini yapamaz hale geldi, hatta canlarından oldu; 3 kadın doktor birisi sosyal medyada IŞİD’e karşı paylaşım yaptığı için, bir diş hekimi erkek muayene ettiği, bir hukukçu-politikacı IŞİD’e karşı geldiği için infaz edildi.
Eylül ayından itibaren ise IŞİD Kobane’de kendi toprakları üzerinde yaşayan, demokratik, özerk yönetim için sözleşme imzalamış Kürt, Arap, Süryani (Asuri, Keldani ve Arami), Türkmen ve Çeçen halklarına karşı saldırıya geçti. Kobane’liler hayatta kalmaya, topraklarını ve onurlarını korumaya çalıştı örnek bir direnişle. Kadınlar yönetimde olduğu gibi savaşta da eşit bir şekilde savunmaya katıldı. Savaşçı kadınlar IŞİD’e karşı savaşı kaybederlerse sosyal hayattan çekileceklerini, mesleklerini yapamayacaklarını, köleleştirileceklerini bildikleri için varoluş mücadelesi veriyorlar hala.
Süregelen savaşların yol açtığı göç ile canını Türkiye’ye atan kadınları, küçük kız çocuklarını ise daha iyi bir gelecek beklemiyordu. Daha önce bazı Suriyeli sığınmacılara olanlar gibi, Ezidi kadınlarının da küçük yaşta evlendirilme, istemediği erkeklerle evlendirilme, kuma gitme, para ile satılma, fuhuş için kullanılma riski vardı.
Suriye ve Irak’ın kuzeyinde cereyan eden savaşa, Silopi, Suruç gibi sınır kapılarından gelen göçe Türk Tabibleri Birliği’nin (TTB) de içinde olduğu emek meslek örgütleri, bazı siyasi partiler, Ankara Kadın Platformu gibi yapılar asla duyarsız kalmadı. “Savaşı ve Kadın Kırımını Durduracağız” temalı basın açıklaması, hekimlerden barış zinciri oluşturmak, sağlık çadırlarında gönüllü çalışmak, nöbet tutmak, yardım toplamak, “kadınlar; savaşı mücadeleyi konuşuyor!” gibi paneller yapıldı. TTB Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmeti Kolu gönüllü hekimlere kurslar verdi. Sol siyasetten partilerin kadın aktivistleri Güvenpark’ta Çarşamba akşamları oturma eylemi yaptı, hafta sonu Yüksel Caddesinde kermeslerde satış yapıldı, para toplandı. Bu arada diğer kadın örgütlerinden hoş uygulamalara şahit olduk. Ezidi kadınların geleneklerine uygun renkte, kendilerinin dikmesi gereken elbiseleri olsun diye Cizre kamplarına dikiş makinesi, beyaz kumaşlar götürüldü. Ankara’da Altındağ, Cebeci’de ev kiralayarak yerleşen Ezidiler’de Ankara Tabib Odası’ndan gönüllü hekimler ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası üyeleri tarafından sık sık ziyaret edildi, sağlık taramasından geçirildi.
Bölgede kadınlar kendi özgürlükleri, halkı ve toprağı için silah elde savaşıyor, şehirlerde ise bizler göçmen kadınları korumak için çaba veriyoruz.