Şair Dr. Serdar Koç: Şiir benim vazgeçilmezim

Haberler

Ankara Tabip Odası Kültür ve Sanat Komisyonu üyesi, şair Dr. Serdar Koç’un üçüncü şiir kitabı Kül’Efil, Şubat ayı itibarıyla Kanguru Yayınları’ndan çıktı. Şair Dr. Serdar Koç ile hekimliği, şiiri, Kül’efil’i, ATO’yu, TTB’yi, şiir akşamlarını konuştuk.

Mutlu SERELİ KAAN

Çocukluğunuz?

Babam köy kökenli ve köy enstitüsü mezunuydu ve evde çok okunurdu. Bizim ev kütüphane gibiydi. Aylık dergiler, günlük gazeteler gelirdi. Okumayı çok severdim. İlkokuldan sonra önce öğretmen okuluna girdim. Sonra da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne… Benim için bir anlamda taşradan çıkıştı.

Tıp fakültesi ve hekimlik?

Tıpta da ilk 1-2 sene çok başarılıydım. Çok politize bir dönemdi. Ben de bir taraftan tıp öğrenmeye çalışıyorum. Devrim, sosyalizm tartışılıyor. Bir sürü sol siyaset oluşum aşamasında. Dersleri takip ediyorum ama bu tartışmalarla da ilgileniyorum. Birinin şöyle bir sözü oldu: İstersen oturursun, çok ders çalışırsın, tıbbı 6 senede bitirirsin. Ama İstanbul tahsil etmek istiyorsan, okulu 7-8 senede bitirirsin, rahat edersin. Bana mantıklı geldi. Okulu biraz gevşettim. Edebiyat, siyaset ve sokaklar daha cazipti.

Şiir?

O zaman şiir bende nüve halindeydi. Aklımda vardı ama henüz yazmaya başlamamıştım. Şiiri çok okurdum. Ama yazma aşamasına geldiğim zaman şiirin bir gayya kuyusu olduğunu ve çok daha fazla okumam gerektiğini anladım.

Şairler?

Ahmet Arif, Enver Gökçe. Derken, Cemal Süreyya, Edip Cansever, ikinci yeni hareketi. Bir taraftan da yeni şairler sökün etmeye başlamıştı. Onları keşfediyordum. Şiirin muhteşem bir şey olduğunu, devasa bir şey olduğunu ve çok emek vermem gerektiğini anladım. Atilla İlhan’ı mesela daha geç keşfettik. Bize perdelenmişti, okuyunca fark ettim. Örneğin, Nazım Hikmet’in, Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in vb. kaleminden çıkmış her satırı okudum. Ulaşabildiğim her şairi okumaya başladım. Bir daha, bir daha okudum. Sonra halk edebiyatı örneklerini okumaya başladım. Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan, Ruhsati Mesleki… tabii ki Yunus,  aklıma ne geliyorsa, bir daha bir daha okudum. Halk türkülerini keşfettim, divan edebiyatını okumaya başladım. Sonra dünya şiirini keşfettim. Bir tarafta dev gibi bir Pablo Neruda var. Benim için gökyüzünden yeryüzüne inmiş bir şiir tanrısı. Çok etkilendim, hayran oldum. Bir tarafta Kavafis var, Ritsos var, Aragon var, Mahmut Derviş var… Buraya daldığın zaman bu sefer halkların şiirini fark etmeye başlıyorsun. Bir tarafta Çin şiiri var, Japon şiiri var. Rus şiirini keşfettim mesela, Arap, Filistin, Bulgar, İran, Balkan… Ben aldım başımı gittim. Oku, oku, oku… Sonra 12 Eylül darbesinin olduğu dönemde bir de baktım ki ben de şiir yazıyorum. Farkına varmadan yazıyorum…

Kitaplarınız?

Bazı şiirlerimi derleyip, toplayıp TTB Behçet Aysan Şiir Ödülü’nün ilkine başvurduğum zaman, Temmuz Ayazı, kitaptan daha önceki bir aşamadaydı dosya, seçici kurul özel ödülü almıştı. Bu beni yüreklendirdi. Oradaki şiirlerden birkaçını dergilere gönderdim. Ama düzenli şiir yayımlamam 2000’lerdedir. Son kitaptaki şiirlerin tamamına yakını Deliler Tekkesi’nde yayımlanmıştır. İlk kitabım Temmuz Ayazı’dır. Aslında ikinci kitabım Çığlık, ilk kitabım olacaktı. Ama Sivas olayı beni o kadar etkiledi ki, önce Temmuz Ayazı kitaplaştı. 70’li yıllar boyunca yaşadıklarım da ikinci kitabımdadır; Çığlık’tadır.

Kül’efil?

Kül’efil daha bu hafta çıktı. Derler ya; mürekkebi kurumadı. Birkaç gün sonra hemen Ankara Kitap Fuarı’na gitti. Ben eksiltme yöntemini çok kullanıyorum. Dize benim için bir yontu gibi. Rodin sanırım, heykel mermerde, taşta gizlidir, ben onu sadece açığa çıkarırım diyor ya. Şiir de benim için öyle. Dizeler önce daha ham olarak geliyor. Sürekli çapaklar yontuluyor, atılıyor. İşliyorsun dizeleri ve ben fazlalığa tahammül edemiyorum. Olmasa da olur her şeyi atmaya çalışıyorum. Yer yer kırık dizelere gidiyorum hatta. Şairler bir nevi sözcük arıtma cihazıdır. Arkeolojik kazı yapar gibi. Sözcüklerin içerisinde; matruşkalar gibi, helezonik, bütün zaman katmanları gizlidir aslında. Her sözcüğün bin yıllara uzanan bir yaşamı vardır. Bizimkisi aslında sözcük işçiliği. Bütün bu çabaların sonunda bizden geriye bir iki kırık dize kalırsa, bizim büyük mutluluğumuz olur aslında. Bilemeyiz.

Hekimlik ve şairlik?

Cerrahpaşa’da bizim öğrenciliğimizde: Cerrahpaşa’dan her şey yetişir, arada bir de doktor yetişir derlerdi. Tıp inanılmaz ağır bir eğitim. Ya tamamen kendini tıbba hapsedeceksin. Bir süre sonra gerçekten asosyalleşiyorsun. İnsanı tüketiyor, ya da kendine başka kanallar açacaksın. Kimi gidiyor bir çalgı aleti çalıyor, kimi resim yapıyor. Ben de şiirden kendime bir pencere araladım. Oradan nefes almaya çalıştım. İyi ki de öyle yaptım. Yoksa öbür türlü bunalırdım. Şiir beni diriltti, sağalttı, ayakta tuttu. İyi geldi bana.

Düzyazı?

Öykü de yazıyorum. Aslında 1 kitap, belki de 2 kitaplık öykü var elimde. Bizim Deliler Tekkesi’nin Öykü Tekkesi diye bir ikizi vardı. Ama ekonomik güçlükler işin içine girince Deliler Tekkesi ile birleşti. Öykü Tekkesi’nde yayımlandı bir dönem öykülerim. Öykü de; şiirime yeni patikalar, yeni yollar açmaya çalışırken önüme çıktı. Oradan kısa öykü yazdığımı fark ettim. Ben öykü diyorum ama bazı arkadaşlar bunun da şiir olduğunu söylüyorlar. Bunları toplamayı da düşünüyorum. Öykülerim kısa benim, hatta kıp kısa. Ben ona cimcik öykü diyorum. Zaten 8-10 sayfalık bir şey yazarsam o roman olur herhalde.

Şiir gecesi etkinlikleri?

Tabip odasında istikrarlı olarak sürdürdüğümüz bir etkinlik Behçet Aysan Şiir Akşamları. Her 14 Mart haftasında düzenliyoruz. Bu yılkini 17 Mart salı akşamı saat 19.00’da, ATO’da gerçekleştireceğiz.

Şeb-i Yelda gecelerini düzenliyoruz. Bu coğrafyada bir rakı kardeşliği var, rakı bu coğrafyaya has bir içki. Rakı ve şiiri iç içe geçiren bir gece düşünüyordum ben. Bunun için aralığı ve gün dönümünü düşündüm. Sonra fark ettim ki bunun Farsi kültürde bir adı var: Şeb-i Yelda. Bunu fark edince bu etkinliğin adı Şeb-i Yelda olsun dedim. Divan şiirinde de var bu kavram. 7-8 yıldır düzenli gidiyor.

Gezi’den bir yıl önce de 21 Haziran’da direniş şiirleri gecesi yapmıştık. Bunu sürdürecektik ama benim sağlık sorunlarım araya girdi. Ama daha önemlisi direnişin kendisi geldi. Bir yıl sonra şiirin kendisi sokaklardaydı. Bütün sokaklar şiirdi. Bizim için bu Haziran ilk değildi ki, 15-16 Haziranımız vardı. Bu ikinci hazirandı. Bu 21 Haziran gecemizi yeniden yapmayı düşünüyoruz. Ayrıca Eylül’de de kadın şairler günü yapalım diye düşünüyoruz. Yılın 4 gündönümünde 4 şiir gecesi yapalım istiyoruz.

Eklemek istedikleriniz?

Birincisi; her şairin esin perisi ile arasının iyi olduğu bir dönemi vardır, bizi terk ettiği zaman ne olur bilemiyorum. İkincisi de; iyi şiir er ya da geç geleceğe kalır, kalır ama şairi yoktur artık. Ölmüştür. Şair geçici, şiir kalıcıdır.