Prof. Dr. Raşit Tükel
TTB İkinci Başkanı
12 Mart 2015 tarihinde yapılan İstanbul Üniversitesi rektörlük seçimlerinde önemli bir oy farkıyla birinci gelmeme karşın, Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) sıralamayı değiştirerek ikinci sırada yer alan adayı ilk sıraya yerleştirmesi, ardından da cumhurbaşkanının seçim sonuçlarına göre ikinci sırada yer alan adayı rektör olarak ataması, üniversitelerde ve toplumun farklı kesimlerinde üniversite yapılanması üzerine tartışmalara neden oldu. Önce üniversite rektörlerinin atama yönteminin niye bu kadar önemli olduğu üzerinde duralım.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin bir ürünü olan 2547 sayılı yasayla tanımlanan YÖK’ün en temel işlevinin üniversitelerin devletin denetimi altına girmesini sağlanmak olduğunu söyleyebiliriz. Günümüze gelinceye kadar da YÖK’ün yetkilerinin giderek genişletildiğine tanık olduk. Üniversitelere müdahalenin ilk aşaması olan rektörlük seçimleri, devletin üniversiteleri kendi istediği biçimde şekillendirmesinin bir aracı konumundadır. Bunun üniversiteler üzerine doğrudan etkisi ise, akademik özerklik alanının daraltılması olarak karşımıza çıkıyor. Sonuçta, akademik olarak özerk olması, karar verme ve verdiği kararları uygulamada bağımsız davranabilmesi ve dış baskılardan etkilenmemesi gereken üniversiteler, antidemokratik seçim süreçleriyle siyasal iktidara bağımlı kurumlar haline getirilmek istenmektedir.
Üniversitelerde bilimsel özgürlük, akademik özerklik, demokrasi gibi kavramlar, bugüne kadar tümüyle görmezden gelinmiştir. Zaman zaman gündeme gelen yeni yasal düzenleme arayışları, üniversitelerde demokratik, özgür ve özerk bir yapılanmayı oluşturmak bir yana, mevcut antidemokratik yapıyı daha da güçlendirme yönünde olmuştur.
Antidemokratik seçim süreçleri, üniversitelerin iktidarın arka bahçeleri, itaat anlayışının uygulama alanlarına dönüştürülmek istendiği bir sürecin ilk aşamasıdır. İş bununla bitmiyor, elbette. Yasada tanımlandığı şekildeki atanmayla, rektör, kendi üniversitesinin idari yapılanması için de benzer süreçleri işletiyor ve üniversitede ast-üst ilişkisinin hakim olduğu hiyerarşik bir yapılanma kuruluyor.
İstanbul Üniversitesi’ndeki seçim sonuçları demokratik, özgür bir üniversite talebinin sesidir. Bu ses, önce yıllardır benzer rahatsızlığı yaşayan üniversitelerden, ardından toplumun tüm kesimlerinden gelen yoğun bir destekle büyümüş; ortak, güçlü bir talebe dönüşmüştür.
Tam da bu noktada, nasıl bir üniversite istediğimizi biraz açalım. Şöyle özetleyebiliriz:
– Rektörlük seçiminin öğretim elemanları, öğrenciler ve çalışanlardan oluşan üniversite bileşenlerinin tümünün katılımıyla, atamanın da oy verenlerin iradesinin doğrultusunda yapıldığı,
– Dekanlık, müdürlük gibi idari görevler için seçimin yapıldığı,
– Akademik özerkliğin bir koşulu olarak, neyi öğreteceğine, neyi araştıracağına ve araştırma ve öğretimin kimin tarafından yapılacağına kendisi karar veren;
– Bilimsel çalışmaların, eğitim ve öğretimin, her türlü dış etkiden bağımsız bir şekilde bilimsel özgürlük ortamında yapılmasını sağlayan;
– Bilim insanlarının seçiminde, atama ve yükseltmelerde liyakatı temel alan;
– Öğrencilerinin eleştirel, sorgulayıcı düşünmeyi öğrenmeleri, yaratıcılıklarını geliştirmelerini eğitimin temel amaçlarından biri olarak gören;
– Şirket gibi yönetilmeyen, bilimsel araştırma ürünlerine pazarlanabilir metalar gözüyle bakmayan, sanayinin ARGE birimleri gibi işlev görmeyen,
– Toplumun gereksinimleri ve önceliklerini temel alan, araştırma alanlarını bilimsel gelişmeler doğrultusunda seçen, eğitim ve öğretim programları ve müfredatları akademik gelişmelere uygun olarak oluşturan;
– Hiyerarşik ast-üst ilişkisi ve merkezi bir yapılanmanın değil, yatay ilişkilerin hakim olduğu;
– Demokratik bir çalışma ortamının, baskılardan uzak, özgürce var olunabilecek yaşam alanları ve sosyal olanakların sağlandığı;
– Öğretim elemanları, öğrenciler ve çalışanlardan oluşan üniversite bileşenlerine, örgütlenme özgürlüğü ve demokratik mekanizmalar üzerinden kendilerini ilgilendiren kararlara katılmalarının sağlandığı;
– Esnek ve iş güvencesinden yoksun sözleşmeli çalışmanın değil, güvenceli çalışma düzeninin olduğu bir üniversite istiyoruz.
Kısaca, evrensel üniversite değerlerinin hakim olduğu bir üniversite, istediğimiz.
İstanbul Üniversitesi rektörlük seçimleri sonrasında yaşananlar, üniversitelerde antidemokratik bir işleyişin nasıl oluşturulduğunu gözler önüne sermiş oldu. Bizlere de, diğer üniversiteler başta olmak üzere, toplumun her kesiminin yoğun desteğiyle, başka bir üniversitenin mümkün olduğunu, bunun da ancak ortak bir mücadeleyle sağlanabileceğini ortaya koymak düştü. Demokratik, özgür ve özerk üniversite mücadelemiz sürüyor…