Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, tıp fakültelerinin bu kontenjanlarla öğrenci mezun etmesi durumunda Türkiye’de hekim fazlası oluşacağını, bu nedenle tıp fakültesi kontenjanlarının dondurulacağını ve belirli bir süre sonra da azaltılacağını açıkladı.
Yaklaşık 12 yıldır “bakkal dükkanı” gibi tıp fakültesi açan ve kontenjanları sürekli artıran Sağlık Bakanlığı’nın şimdi bu noktaya gelmesinin ne anlama geldiğini, tıp eğitiminin duayenlerinden, yıllarca bu konuda emek vermiş Prof. Dr. İskender Sayek ile konuştuk.
Mutlu Sereli Kaan
- 14 Mart dolayısıyla tıp eğitimini konuşmak istedik. Siz bu alana çok uzun yıllar emek vermiş, duayen bir isimsiniz. Yıllarca TTB bünyesinde Tıp Eğitimi raporlarını hazırladınız. Ardı arkasına tıp fakültesi açılırken ve kontenjanlar artırılırken sürekli uyardınız; önemli olan nicelik değil, niteliktir diye. Şimdi gelinen noktada Sağlık Bakanı tıp fakültesi kontenjanlarının dondurulacağını ve sonra da düşürüleceğini açıkladı. Ne söylersiniz?
Bu gelişme benim için çok sürpriz oldu açıkçası. Tıp Fakültesi kontenjanlarının dondurulması güzel bir gelişme ama geç kalınmış bir karar. Bu kararın çok daha önceden alınması ve de daha erken uygulanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü biz tıp eğitiminde temel sürecin nicelikten çok niteliğe dayanması gerektiğini hep savunduk. Tıp eğitiminin temel amacı iyi hekim yetiştirmek olduğuna göre öğrenci sayılarının bunun önündeki en önemli engellerden biri olduğunu düşünüyorum. Sayıların dondurulması bu yüzden gerçekten önemli. Ancak şunu unutmamak lazım: Bugünkü ortamda bile tıp fakültelerinin çoğunda alt yapı olanakları düşünüldüğünde bu öğrenci kontenjanlarını karşılayacak düzeyde değil. Dolayısıyla tıp eğitimi niteliğini gerçekten daha iyiye götürmek istiyorsak sadece sayının azaltılması değil, tıp fakültelerinde eğitimin niteliğini daha iyiye götürecek önlemlerin alınması gerekir diye düşünüyorum. Tabii, Türkiye’de ayrı bir sorun tıp fakültelerinin sayıları. Geçenlerde YÖK Başkanı 93 tıp fakültesi olduğu açıkladı. Çok fazla sayıda tıp fakültesi var. Bu rakamla bugün Avrupa’da birinci sıradayız.
- Bu duruma nasıl gelinmiş olabilir? Bu Sağlık Bakanlığı’nın bütün hekimlerin eğitimini ilgilendiren ve dolayısıyla toplumun sağlığını ilgilendiren bir konuda plansız hareket ettiğinin bir göstergesi olabilir mi?
Bence yeterli ve uygun değerlendirmenin yapılmamasından kaynaklanıyor. Çünkü bu rakamların belirlenmesinde çok farklı faktörlerin göz önünde bulundurulması önemli. O faktörlerin tümü göz önünde bulundurularak hekim gereksiniminin ve kontenjanların belirlenmesi gerekir. Ancak o zaman gerçekçi rakamlara ulaşılabilir. Burada bu işin tüm bileşenlerinin birlikte bu işi yapması daha değer kazanır. Hem eğitim kurumları, hem istihdam sağlayan kurumlar, hem Yüksek Öğretim Kurumu ve de meslek örgütünün birlikte oturarak, tartışarak bunları yapması, planlaması ve hedeflenmesi çok daha değerli olur diye düşünüyorum. Neden tıp fakültesi açıldığını da iyi değerlendirmek lazım. Türkiye’de tıp fakültesi sayılarının bu kadar artmasının temel nedenlerinden bir tanesi “üniversiteleşme” dediğimiz, Türkiye’de üniversite sayısının çok artmasından kaynaklı. Üniversite gereksiniminin de çok iyi hesaplanması lazım. Bugün üniversite mezunlarının yüzde kaçı iş bulabiliyor, yüzde kaçı işsiz. Bunların iyi değerlendirilerek alınması lazım bu kararın. Bazen üniversite açılması da bir siyasi kararla, “her ile bir üniversite” gibi bir yaklaşımla -hatta bugün ilçe düzeyine inmiş durumda- açılıyor. Bu üniversitelerin özellikle gelirleri düşünüldüğünde, tıp fakültelerinin ve hastanelerinin önemli bir gelir kaynağı olduğu varsayılarak, üniversiteler tıp fakülteleri açıyor. Böyle bir fasit daireye dönmüş durumda. Üniversite açılıyor, bir sene sonra bir itibar, iki kaynak sağlaması açısından tıp fakültesi açılıyor.
- Sağlık Bakanı’nın açıklamalarına ve Sağlıkta İnsan Kaynakları 2023 Vizyonu adlı rapora bakılırsa, kontenjanların 2 yıl içerisinde 12 binden 5250’ye düşürülmesi gerekiyor. Bu kadar hızlı bir düşüş mümkün müdür? Bunun ne gibi sakıncaları ve sıkıntıları olur?
Aslında bu çok hızlı bir düşüş değil. Muhtemelen kademeli yapılacak ama siz 4-5 sene 12 bin öğrenci alırsanız, bu süre boyunca bu kadar öğrenci mezun olacak demektir. Mezuniyet oranlarının yüzde 95 oranında olduğu dikkate alınırsa, her yıl 12 bin hekim devreye girmiş oluyor. Birden siz 5 bine düşürdüğünüz zaman onun etkisi 6 yıl sonra ortaya çıkacak. Bunu bu kadar hızla yapacaklarını düşünmüyorum. Keşke hızla yapsalar aslında. Bence yapılması gereken şey istihdam gücü, gereksinimi, tıp fakültelerinin altyapılarının değerlendirilmesi ve planlarını yaparak öğrenci sayılarının belirlenmesi çok daha değerli olur. Her tıp fakültesi kendi olanaklarına göre diyebilir ki ben şu kadar öğrenci alabilirim. Yapıyor da aslında tıp fakülteleri ama bunlar tıp fakültelerinin kendi istekleri doğrultusunda değil, genel bir kararla belirleniyor. Halbuki her yıl her tıp fakültesi kontenjan bildiriyor yönetime ve yönetim YÖK’e gerekli kurulda değerlendirerek karar veriyorlar. Bunu üniversitelere bırakmak, üniversitelerin kendi gereksinimleri, kendi altyapıları, olanakları, insan gücü doğrultusunda tedricen azaltılması mümkün olur diye düşünüyorum.
- Bu değişikliğin yabancı hekim tartışmalarıyla bir ilgisi olabilir mi?
2023’de hekim fazlası olacak deniliyorsa, o zaman hekim ithal etmenin bu fazlalığı daha da artıracağını düşünmek lazım. O nedenle bunun ikisi bence ayrı başlıklar. Tabii eğer gerçekten de 2023 yılında fazla hekimimiz olacaksa o zaman ithal hekim süreçlerinin de dondurulması, hatta durdurulması gerekebilir.
- Halihazırda tıp eğitiminin ve tıp fakültelerinin içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hem bunu hem fiziksel özellikler açısından, hem öğrencilerin hem de öğretim üyelerinin durumu açısından soruyorum…
Türkiye’de tıp eğitimine ilgi son 20-30 yılda çok artmış durumda. Bu çok etkene bağlı. Bir, öğrenclierin de eğitime ilgisi çok artmış durumda. Ben öğrenci kongrelerine katılıyorum. Çok etkileniyorum öğrencilerin tıp eğitimine olan ilgilerinden. Daha nitelikli bir tıp eğitimini nasıl alırım çabasında olmalarını çok önemli buluyorum. İkincisi tıp eğitimi anabilim dallarının kurulmuş olması tıp eğitimine olan ilgiyi artırmış durumda. Üçüncüsü de 2010 yılından bu yana yürüttüğümüz akreditasyon süreçlerinin tıp fakültelerini olumlu etkilemesi diye düşünüyorum. Bu süreçte özellikle TEPDAD (Tıp Eğitimi Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği’nin) YÖK tarafından ve Dünya Tıp Eğitimi Federasyonu tarafından tanınmış olması tıp fakültelerini bu süreçlerden geçmeye teşvik etmiş durumda. O nedenle de tıp fakülteleri tıp eğitimi ile daha çok ilgilenir ve tıp eğitiminin niteliği ile daha çok çalışmalar yapar duruma gelmiştir diye düşünüyorum. Türkiye’de bugüne kadar evrensel gelişmeler doğrultusunda tıp eğitimiyle ilgili bir çok fakültemizde örnek olabilecek uygulamalar yapılmıştır. Tabii eğiticilerin burada önemli bir rolü var. Nitelikli eğiticilerin varlığı tıp eğitiminin daha da iyi olmasını sağlamaktadır. Akreditasyon yine bu süreçlerden bir tanesi. Tıp eğitiminin evrensel gelişimi değerlendirildiğinde de Türkiye biraz geriden de olsa bu evrensel gelişimi takip ediyor diye düşünüyorum. Bugün farklı bir jenerasyon var, eğitime bakışları farklı. Dolayısıyla tıp eğitimi de bu paralelde bir değişim yaşamak zorunda diye düşünüyorum.
- 14 Mart dolayısıyla vermek istediğimiz bir mesaj var mı?
14 Mart bu topraklarda modern tıp eğitiminin başlangıç tarihi. O nedenle biz 14 Mart’ları tıp eğitimini tartışan ve tıp eğitimine yön vermeye çalışan bir araç olarak gördük ben bunun da çok değerli olduğunu düşünüyorum. Bugün tıp fakülteleri 14 Mart’larda kendilerini tıp eğitimi açısından yeniden değerlendirmeli, günün koşullarına uygun tıp eğitimini nasıl verebileceklerini kendi açılarından masaya yatırmalılar. Bugün tıp eğitimi önündeki en önemli tehditlerden bir tanesi eğitimin hastane odaklı ve eğitimde verilen ile uygulanan arasındaki farktır. Bu nedenle tıp eğitiminin hastane dışına , topluma yayılması ve uygulamaların yapıldığı ortamda verilmesi gerekir. Bugün tıp fakültelerine verilen rollerin farklılaştığını düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi tıp fakültelerinin toplumsal sorumlulukları, toplumsal güvenilirlik (hesap verebirlirlik) diye bir kavram da getirilmiş durumda tıp fakülteleri için. Toplumda daha uygun bir eğitimi nasıl verebiliriz diye düşünmeli, toplum katılımlı bir eğitimi öne çıkarmaları gerekir. Böyle bir paradigma değişikliğine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Toplum içinde, toplumla bir arada düşünürsek tıp eğitimini daha iyi olur diye düşünüyorum. Bu vesileyle 2016 14 Martını da tekrar kutluyorum ve başarılar diliyorum.
- Son olarak sizin eklemek istedikleriniz var mı?
Tıp fakültelerinin bugün topluma karşı sorumlulukları var. Tıp fakültelerinin toplumun sorunlarını önceleyen ve daha sağlıklı bir toplum yaratmayı sağlayan bir araç olmaları lazım. Toplumdan kopuk olduğu zaman yetiştirdiği hekimlerin iyi hekimlik kavramı ile çalışması çok mümkün değil. Toplum sorunlarını iyi bilen, tedavi ettiği toplumun, sosyal, psikolojik, ekonomik, sağlığın sosyal belirleyicilerini bilen bir hekim ve bunların iyileştirmesi çalışmalarına katılan olması lazım. Tedavi ettiği toplumun sorunlarını bilen bir hekim olması lazım. Hastanın hangi ortamda yaşadığını, nasıl bir ekonomik durumda olduğunu, nasıl bir ailede olduğunu bilen, anlayan bir hekim olması lazım. Sağlığın sosyal belirleyicilerini iyi bilen hekimler yetiştirmemiz lazım. Bunun da yolu topluma dayalı tıp eğitimi dediğimiz veya toplum içinde tıp eğitiminin yaygınlaştırılmasıdır. Bu da yine meslek örgütü, eğitim kurumları, üniversite, siyasi otorite birlikte bir şeyler düşünüp, Türkiye’de geleceğin tıp eğitimini oluşturmamız lazım. Tıp fakültesinin sosyal sorumlulukları var. Sosyal sorumluluk, sosyal duyarlılık ve sosyal güvenilirlik veya hesap verebilirlik kavramları bugün öne çıkmış durumda. Bunlar kademeli olarak tıp eğitiminde karşılığı olması gereken kavramlar. Benim temel beklentim, tıp fakültelerini bu işin en ileri noktası olan sosyal güvenilirliği sağlamasıdır.