Bir OHAL Klasiği Olarak İhraçlar!

Başyazı

15 Temmuz 2016 tarihindeki askeri darbe girişiminin hemen ardından belirttiğimiz üzere, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi olarak, askeri ve sivil darbelere geçmişte de karşıydık, şimdi de karşıyız. Darbe girişiminde bulunanları lanetliyoruz.

Darbe girişiminin hemen ardından, hükümet darbeye karşı mücadelede demokrasi yöntemlerini değil Olağanüstü Hali (OHAL) tercih etmiş; 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL ile birlikte temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, parlamentonun işlevsizleştirildiği, ülkenin Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yönetildiği bir döneme girilmiştir. Darbecilere karşı mücadele olarak başlatıldığı bildirilen süreç, giderek KHK’lar aracılığıyla muhalif kişilerin kamusal alandan tasfiyesine dönüşmüştür.

OHAL’in uygulanmaya başladığı tarihten bu yana, Sağlık Bakanlığından 5 bin 541 kişi, üniversitelerden 4 bin 478 kişi olmak üzere toplam 97 bin 679 kişi kamudan ihraç edildi. İhraç edilen hekimlerin sayısı ise; Sağlık Bakanlığından bin 590, Tıp Fakültelerinden bin 171 olmak üzere toplam 2 bin 761’dir.

Çok sayıda hekimin ihraç edilmesi ile sağlık hizmetlerinde yeri doldurulamaz bir boşluk oluşmuş; bu durum halkın sağlık hizmetlerine erişiminde belirgin bir aksaklığa neden olmuştur. Sağlık alanında yaşanan ihraçlar, belirli bölgelerde halkın sağlık hakkını engelleyecek boyuttadır.

İhraçlar, ülkemizin yükseköğretim sistemine de ciddi ölçülerde zarar vermektedir. Sonuncusu 6 Ocak 2017 tarihinde olmak üzere, 1 Eylül 2016 tarihinden başlayarak çıkartılan 672, 675, 677 ve 679 sayılı KHK’lar ile, içlerinde TTB’nin yöneticiliğini yapmış, çeşitli kurullarında görev alan, sağlık hakkı mücadelesini birlikte yürüttüğümüz, akademik alanda önemli çalışmalara imza atmış meslektaşlarımızın da bulunduğu çok sayıda akademisyen, kamu görevinden ihraç edilmiştir.

Akademisyenlerin haksız ve hukuksuz bir biçimde görevlerinden ihraç edilmeleri ne OHAL ne de darbe girişimi ile ilişkilendirilebilir. Bu değerli bilim insanları, akademik özgürlük, emek, barış ve demokrasi mücadelesi verdikleri için hedef seçilmişlerdir.

İhraçlardan söz ederken, barış bildirisini imzalayan akademisyenlere ayrı bir yer ayırmak gerekiyor. Türkiye’den 89 üniversiteden bin 128 akademisyen ve araştırmacının imzaladığı, devlete ve hükümet politikalarına yönelik eleştirel düşünceleri içeren ve içinde temel olarak barış içinde yaşama hakkının sağlanması isteğinin dile getirildiği barış bildirisine imza atan akademisyenler, bu süreçte hedef alınmış durumdadır.  

Bilindiği gibi, barış bildirisinin paylaşılmasının ardından kimi üniversite rektörlükleri tarafından, imzacı akademisyenler hakkında, hukuksal ve yasal bir dayanağı olmadığı halde disiplin soruşturması açma, soruşturma süresince görevinden uzaklaştırma gibi işlemler başlatılmıştır. Çeşitli üniversitelerden gelen bilgiler; rektörlüklerin bu süreçte can alıcı bir rol oynadığı, uzun süre işlem yapılmayan soruşturma dosyalarını, OHAL ile birlikte, “devlet memurluğundan çıkarma” cezasını önererek YÖK’e gönderdikleri yönündedir. Talep edilmesine karşın soruşturma dosyasının içeriğinin ve soruşturma safhalarının akademisyenlerle paylaşılmadığı, son savunmaların dahi alınmadığı bu süreçte, temel soruşturma usul ve esaslarına uyulmadığı açık olarak görülmektedir. Gelinen aşama şudur: Haksız ve hukuksuz biçimde sürdürülen ve mevcut yasalarla sonuçlandırılması mümkün olmayan soruşturmalar, OHAL ile başka bir boyuta taşınmış ve 1 Eylül 2016 tarihinden başlayarak barış bildirisine imza atan akademisyenler, belirli aralıklarla çıkartılan KHK’lar ile ihraç edilmeye başlanmıştır.

Ve hatırlatalım: Üniversitelerin tarih boyunca taşıdığı ayrıcalık ve güç, her türlü ideolojik şekillendirmeye olan direncinden, özgür düşünce ortamında eleştirel fikir üretmesinden gelmektedir. Bu da ancak, akademik özerklik ve akademisyenlere bilimsel özgürlük güvencesinin tanınmasıyla mümkün olabilir. Şiddet çağrısında bulunmayan düşünce açıklama; ifade özgürlüğü ve bununla bağlantılı olan bilimsel özgürlük kapsamında ele alınması gereken temel bir haktır. Bu hak, kimi zaman yetkililere ve toplumun belirli kesimlerine rahatsızlık verme pahasına gerçekleştirilir. Toplumun karşı karşıya bulunduğu güncel sorunlara ilginin yöneltilmesi, politik baskı ve insan hakları ihlallerinin kınanması, akademisyenlerin temel sorumlulukları olarak kabul edilir. Akademisyenlerin devlet ya da diğer güç odaklarından gelebilecek her türlü müdahale veya baskıdan uzak olmaları, demokratik bir toplumun vazgeçilmez unsurlarındandır.

Kamu görevinden hukuki deliller olmadan kimse çıkartılamaz. Bir ceza, ancak soruşturma sonucunda suçluluğu kanıtlanan kişilere verilebilir. Kamudan ihraç edilenlerin büyük çoğunluğunun darbe ile bağlantısını ortaya koyacak hukuki kanıtlar ve bir soruşturma yapıldığının belgeleri bulunmamaktadır. Buna karşın, bu kişiler delil olmadan suçlu ilan edilmişlerdir. Oysa ki, etkili soruşturmalarla suçları kanıtlanmadığı sürece herkesin masum olduğu ilkesi temel alınmalıdır. Hukuksal ve yasal bir dayanağı olmadan sürdürülen tüm soruşturmalar sonlandırılmalı; haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen tüm kamu görevlileri görevlerine iade edilmelidir.

TTB olarak, meslektaşlarımızın görevlerine geri dönmesi için bütün hukuksal ve örgütsel olanaklarımızı seferber edeceğimizi, onlarla olan dayanışmamızı büyüteceğimizi bir kez de buradan ifade edelim. Emeğin, demokrasinin, hukukun, toplumsal barışın ve iyi hekimlik değerlerinin güçlenmesi ve görevlerine son verilen meslektaşlarımızın öğrencilerine ve hastalarına bir an evvel kavuşabilmeleri için mücadelemiz yılmadan sürecektir.

Prof. Dr. Raşit Tükel
TTB Merkez Konseyi Başkanı