14 Mart’a Giderken… Sağlıkta Dönüşüm Programı Çöktü…

Başyazı

AKP Hükümetlerinin 15 yıldır uygulamakta olduğu Sağlıkta Dönüşüm Programının (SDP) temel ayaklarını; Genel Sağlık Sigortası (GSS) sistemi, birinci sağlık sağlık hizmetlerinde aile hekimliğine geçiş ve kamu hastanelerinin sağlık işletmeleri haline getirilmelerinin oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Sosyal sigorta sisteminde köklü bir değişiklik anlamına gelen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanmıştır. Prime dayalı bu sistemde, sağlık hizmetleri için temel teminat paketi oluşturulmakta; belli sağlık giderleri paketin içine girerken, bazı harcamalar kapsam dışında tutulmaktadır. Yurttaşların, temel teminat paketi dışında kalan sağlık uygulamaları için ödeme yapmaları gerekmektedir. Ayrıca, hastaneye başvurulduğunda, muayene katılım bedeli, ilaç katılım bedeli, tıbbi malzeme katılım payı gibi 14 ayrı kalemde sağlıkta katkı payı ödenmekte ya da diğer bir ifadeyle cepten ödeme yapılmaktadır. GSS sisteminde prim ödeyemediği için sigorta kapsamı dışı kalanların sayısı her geçen gün artmaktadır.

SDP’nin ikinci ayağında, bölge tabanlı, koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin birlikte verildiği, ekip çalışması üzerine kurulu sağlık ocağı sistemi yerini aile hekimliği sistemine bırakmıştır. 15 Eylül 2005 yılında Düzce’de başlatılan aile hekimliği pilot uygulamasına 13 Aralık 2010 tarihinde tüm Türkiye’de geçilmiştir. Birinci basamak sağlık hizmetlerini parçalı hale getiren, aile hekimine kayıtlı nüfusa dayalı sağlık hizmetinin verildiği, performans sistemi üzerinden sözleşmeli çalışmanın dayatıldığı, aile hekimlerinin koruyucu sağlık hizmetlerinden uzaklaşılıp polikliniklere hapsedildiği bu sistemde, sorunlar giderek artmaktadır.

SDP’nin temel ayaklarından bir diğerini, döner sermayeli sağlık işletmeleri modeli üzerinden sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılması oluşturuyor. 2004 yılında Sağlık Bakanlığı hastanelerinde “performansa dayalı ek ödeme sistemi”ne geçilmesiyle başlayan bu süreçte, 2 Kasım 2011 tarihinde yayımlanan 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile, Sağlık Bakanlığı teşkilat yapısında, merkezinde ayrı tüzel kişiliğe sahip ve idari yönden özerk olan olan Kamu Hastane Birliklerinin yer aldığı yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Ancak, Sayıştay raporlarında iflasın eşiğinde olduğu belirtilen Kamu Hastane Birliklerinin ömrü uzun olmamış; 25 Ağustos 2017 tarihinde yayımlanan 694 sayılı KHK ile bu yapılanmaya son verilmiştir.

SDP’nin üzerinden geçen 15 yılda Türkiye’de sağlık ortamı ve sağlık sistemi birçok açıdan etkilenmiş ve sorun çözme iddiasındaki bu programın yol açtığı birçok yeni sorun ortaya çıkmıştır. 2018 yılı 14 Mart sürecinde, Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak SDP’nin yarattığı tahribata ve piyasacı anlayışla düzenlenen sağlık ortamının sorunlarına bir kez daha dikkati çekmek istiyoruz. 14 Mart sürecinde hazırlayacağımız dokümanlarla AKP Hükümetlerinin ve SDP’nin iddialarını hatırlatıyor ve gelinen noktayı gözler önüne sermek istiyoruz.

Acil Olarak Karşılanması Gereken 14 Mart Taleplerimiz

14 Mart sürecinde acil olarak karşılanması gereken 14 Mart taleplerimizi 4 başlık altında topladık.

1. Emekli Hekim ve Hekim Ücretleri Artırılsın!
Hekimler, uzun yıllardır düşük ve emekliliğe yansımayan bir ücretlendirmeyle çalıştırılmaktadırlar. Hekimlere ücret talebimiz; mesleki bağımsızlık, iyi hekimlik için olumlu çalışma koşulları ve nitelikli çalışma için gerekli olanaklardan ayrı düşünülemez.
Performansa dayalı ek ödeme sisteminden vazgeçilmelidir. Hekimler emeklerinin karşılığı olan, emekliliğe yansıyacak, güvenceli, görev tanımına ve liyakata uygun, tek işte çalışarak insanca yaşamaya yetecek bir ücret elde etmelidirler.
Kamudan emekli hekimlerin ücretleri açlık sınırının biraz üzerinde yoksulluk sınırının ise oldukça altındadır. SSK ve Bağkur’dan emekli hekim maaşlarının ortalaması ise daha da düşüktür.
Bugüne kadar Sağlık Bakanlığı ve hükümet yetkilileri tarafından özellikle de 14 Mart dönemlerinde verilen sözler tutulmamıştır.
En düşük emekli hekim ücretleri, yoksulluk sınırının üzerinde, en düşük hekim ücretleri yoksulluk sınırının iki mislinden fazla olmalıdır. Türk-İş’in araştırmasına göre, 2018 Ocak ayında 4 kişilik ailenin açlık sınırı bin 615, yoksulluk sınırı 5 bin 262 lira olarak hesaplandığını da bu arada hatırlatalım.

2. Yıpranıyoruz, Hakkımızı İstiyoruz…

Gece, gündüz, hafta sonu, tatil demeden tüm yurttaşlarımıza kesintisiz bir hizmet sunuyoruz.
2014 yılından bu yana da yıpranma payımızı istiyoruz. Bugüne kadar Sağlık Bakanlığı ve hükümet tarafından özellikle de 14 Mart dönemlerinde verilen sözler tutulmamıştır. Basit bir medya taraması, 14 Mayıs 2014 ile 2 Şubat 2018 tarihleri arasında Cumhurbaşkanı, Başbakan, Sağlık Bakanı ve Sağlık Bakanlığı Müşteşarı tarafından “Hekimlere müjde” başlığı altında toplam 10 açıklamanın yapıldığı görülmektedir.

TTB ve sağlık emek ve meslek örgütleri tarafından hazırlanan 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Fiili hizmet Süresi Zammı” başlıklı 40. Maddesinde Değişiklik Yapılmasını İçeren Yasa Değişikliği önerimizin bir an önce gerçekleşmesini talep ediyoruz. Önerimiz; başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanı ve sağlık işyerlerinde çalışanlar için, çalışılan süreye, sağlık ve sosyal hizmet verilen işyerlerinin özellikleri ve hizmet sınıfı göz önüne alınarak, yılda 90 gün ile 180 gün arasında değişen bir sürenin eklenmesini içermektedir.

3. TTB Sağlıkta Şiddet Yasa Tasarısı Yasalaşsın!

Sağlık hizmetinin gereği gibi yürütülebilmesi ise, ancak güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarıyla mümkün olacaktır. Güvenli ve sağlıklı çalışma ortamı; sağlık hizmetinin sunulabilmesinin, bireylerin tedaviye ulaşma haklarını kullanabilmesinin bir diğer deyişle hasta haklarının korunmasının da ön koşulunu oluşturmaktadır.

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti artıran unsurlardan birisi de, şiddeti uygulayan kişilerin cezalandırılmayacakları ya da ciddi bir yaptırımla karşılaşmayacakları düşüncesidir. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddete hoşgörü gösterilmeyeceği, şiddet suçlarının mutlak cezalandırılacağı düşüncesinin yerleştirilmesi önleyicilik açısından önemlidir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. Maddesi uyarınca, tutuklama tedbiri hâkimin takdirinde olup, kasten yaralama suçları dışında bırakılsa da, üst sınırı iki yılı geçmeyen yaralama suçlarında tutuklamaya karar verilememektedir. Türk Ceza Kanunu’nun birinci maddesinde belirtilen önleyicilik ve koruyuculuk işlevinin sağlanabilmesi ve kamu sağlığının korunması amacıyla sağlık çalışanlarına yönelik şiddetle ilgili olarak yeni bir düzenleme yapılmasına acil ihtiyaç bulunmaktadır.

Bu ihtiyaçtan hareketle, TTB’nin Türk Ceza Kanunu için önerdiği ek madde; “1) Sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık personeline karşı, sağlık hizmeti sunumu esnasında veya verilen sağlık hizmetinden kaynaklanan nedenlerle cebir, şiddet veya tehdit kullanan kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 2) Bu fiiller sonucu sağlık hizmeti kesintiye uğramış ise yukarıdaki fıkraya göre belirlenen ceza yarı oranında artırılır.” hükümlerini içermektedir.
Hazırlanan maddeyle, sağlık çalışanlarının mesleki bağımsızlık ve güvenlik içinde çalışmalarının hukuksal koruma altına alınması amaçlanmıştır.

4. Güvenlik soruşturmaları nedeniyle bekletilen ya da ataması yapılmayan tüm hekimler görevlerine başlatılsın!

15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL uygulaması birçok demokratik hakkımızın kısıtlanmasına yol açmıştır. Bilindiği gibi, bu süreçte 3 binden fazla hekim kamu görevinden hukuksuz olarak ihraç edilmişlerdir.

OHAL öncesinde gizlilik dereceli birimlerde çalıştırılacak personel yönünden güvenlik soruşturması yapılması gerekliliği var iken, 29 Ekim 2016 tarihli ve 676 sayılı KHK ile, 657 sayılı Yasa’nın 48. Maddesine ek yapılarak devlet memurluğuna alınacaklarda “güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak” koşuluna da yer verilmiştir. Mecburi hizmet yapmak üzere sağlık kuruluşlarına ataması yapılan çok sayıda hekim, haklarında yapılan güvenlik soruşturması tamamlanmadığı gerekçesiyle aylarca göreve başlatılmamaktadır. Giderek artan sayıda meslektaşlarımızın ise, güvenlik soruşturmalarının olumsuz olduğu gerekçesiyle atamaları yapılmamıştır.

OHAL uyarınca alınan tedbirler kapsamındaki KHK’larla kamu görevinden ihraç edilenler arasında, eğitim açısından gerekli koşullara sahip olan tıpta uzmanlık eğitimi öğrencisi olan asistan hekimler de yer almaktadır.

İhraç edilme nedeniyle uzmanlık eğitimi engellenen asistan hekimlerin eğitimlerini tamamlamalarını, güvenlik soruşturmaları ile bekletilen ya da ataması yapılmayan hekimlerin görevlerine bir an önce başlatılmalarını talep ediyoruz.

14 Mart’ta artık vaat dinlemek istemiyoruz. Taleplerimiz acil olarak yerine getirilmelidir!

Prof. Dr. Raşit Tükel
TTB Merkez Konseyi Başkanı