Hukuk ve adalete inanç zayıfladıkça şiddet artıyor!

Gündem

Türkiye’de her gün onlarca hekim ve sağlık çalışanı şiddete uğruyor. Sağlık alanında şiddet azalmak bir yana, giderek artıyor ve yaygınlaşıyor. Ölümle sonuçlanan şiddet olaylarında dikkat çekici bir artış söz konusu.

Tıp Dünyası olarak, gerek sağlık alanındaki şiddet olaylarının artışı, gerekse toplumda giderek yükseldiği gözlenen şiddet kültürü dolayısıyla, sağlıkta şiddetin artış nedenlerini araştırırken toplumsal arka plana da bakma gereksinimi duyarak konunun uzmanlarına yöneldik ve önemli yanıtlar aldık:

– Toplumda genel olarak şiddet kültürü körükleniyor.
– Sağlık hizmetinde niceliği hedefleyen “performans sistemi” ve günlük siyasette kullanılan “elitten intikam alma” duygusu, sağlıkta şiddete zemin hazırlayan, sağlık alanına özgü koşullar olarak karşımıza çıkıyor.
– Sağlık hizmetinden duyulan memnuniyetsizlik, “günah keçisi” durumundaki doktora, memnuniyet ise siyasete atfediliyor.
– Hukuk ve adalete olan inanç zayıfladıkça şiddet yükseliyor.
– Hekim ve hasta ilişkisindeki bölünme gözden kaçırılmamalı. Bir arada olduklarında büyük bir etki gücü oluşturabilecek bir kitle olan hekimler ve hastaları arasındaki ilişki onarılmalı.

Önceki dönem TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu üyesi Doç. Dr. Serap Erdoğan Taycan, Sosyal Psikolog Prof. Dr. Melek Göregenli ve Psikiyatri Uzmanı Dr. İlker Küçükparlak, Tıp Dünyası’nın sorularını yanıtladı. Yanıtlar, siyasilerin bu konunun çözümünde neden isteksiz oldukları konusuna da ışık tutuyor.

Av. Özgür Erbaş
Mutlu Sereli Kaan

——-

‘Sorunların sağlık sisteminden kaynaklandığı görülmüyor’

Prof. Dr. Raşit Tükel
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

– Sağlık alanında şiddet ve ölümle sonuçlanan şiddet olayları son yıllarda neden hızla artıyor?

Sağlık ortamındaki şiddet olaylarında hedefin çoğu zaman sağlık sistemi olduğu, sistemden kaynaklanan aksaklıkların, ihmallerin şiddet olaylarına zemin hazırladığı görülüyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte, sağlık hizmetinde temel çalışma biçimi olarak uygulanmakta olan ve niceliği ön plana çıkartan performans sistemi, sağlık hizmet sunumunda niteliğin düşmesinin önde gelen nedenlerinden biridir. Bu sistemde sağlık hizmetinin niteliği düşerken, hastalar ve yakınları, müşteri memnuniyeti anlayışı ön plana çıkarıltılarak, tıbbi bir gereklilik olup olmadığına bakılmaksızın, talep ettikleri her şeyin istedikleri anda ve istedikleri şekilde karşılanması yönünde bir beklentiye sokulmaktadırlar. Vaat edilen ile karşılaşılan arasındaki fark açıldıkça, fatura sağlık çalışanlarına çıkartılmaktadır.

Uygulanan sağlık politikalarının bir sonucu olarak sağlık çalışanlarının değersizleştirilmesi ve hedef gösterilmesi, şiddetin ortaya çıkmasının koşullarını hazırlayan etkenler arasında yer alıyor. Sağlık çalışanları mesleki değersizleştirme, itibarsızlaştırma ile hedef haline getirilip sağlık ortamındaki her türlü aksaklığın ve karşılanmayan isteklerinin sorumlusu olarak gösterilirlerken, sorunların oluşumunda sağlık sisteminin payı göz ardı ediliyor.

– Hekime yönelik şiddet, bu şiddete başvuranlarca bir “hak arama” yöntemi olarak mı görülüyor?

Ülkemizde 345 sağlık çalışanı üzerinde yapılan bir çalışmada, şiddeti uygulayanlar açısından şiddete başvurmanın nedenleri sorgulanmış ve şiddeti kendine hak görme (%53) ilk sırada, uygulanan sağlık politikaları (%43.6) ise ikinci sırada yer almıştır.* Şiddeti hak görme, kişinin, sağlık sistemindeki aksaklığın sorumlusu olarak sağlık çalışanını, hekimi gördüğü anlamına geldiği kadar, aynı zamanda da, sorunun çözümü için benimsediği yolun şiddet uygulamaktan geçtiğini göstermektedir. Bu sonuçlar, en azından şiddet uygulayan kişilerin önemli bir bölümünde, şiddetin, bir anlık kızgınlıkla ya da öfkeyi kontrol edememe nedeniyle ortaya çıkmadığını, benimsenen bir tutumu yansıttığını göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Diğer yandan, sağlık alanında yaşanan şiddetin toplumsal ilişkilerde yaşanan şiddetten ayrı düşünülemeyeceğini de belirtelim. Sağlıkta şiddetin ortaya çıkmasını kolaylaştıran önemli etkenlerden birinin, toplumda sorunu şiddetle çözme anlayışının giderek yerleşmesi olduğunu söyleyebiliriz. Şiddetin çözüm yolu olarak görüldüğü bir ortamda, şiddete eğilim, silah edinmenin kolaylaştırılması ve özendirilmesinin de etkisiyle, insan hayatını tehdit eden bir boyuta ulaşmıştır.

– “Kader” inancı ve “tevekkül” duygusunun bu kadar kuvvetli olduğu düşünülen bir toplumda, bu çeşit bir “hesap sorma mekanizmasının” hekimlere yönelik olarak işletilmesini nasıl değerlendirirsiniz?

Burada kutuplaştırıcı politikaların ve adalet duygusunun zedelenmesinin rolünden söz edebiliriz. Sorunların nedenlerine eğilmek, çözüm yolları üzerinde düşünmek yerine, karşıdaki düşmanlaştırılarak bir hesap sorma mekanizması devreye sokuluyor. Bir önceki soruya yanıtta geçen “kendine hak görme” de aynı zeminde gelişiyor. Peki, niye şiddet? Adalet duygusunun zedelenmesi tam da bu noktada devreye giriyor. Adalete güvenin, toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde ve bu ilişkilerin sınırlarını belirlemede önemli rol oynadığı bir gerçek. Bu duygu zedelendiğinde ya da ortadan kalktığında, düşmanlaştırılarak sorunların nedeni olarak gösterilene “hak ettiği” cezanın verilmesi bir çözüm yolu olarak gündeme gelebiliyor. Bu zeminde gelişen bir hesap sorma mekanizmasının şiddetten beslenmemesi ise mümkün değil. Daha önce sözünü ettiğimiz iktidarın değersizleştirmeye yönelik tutumları da, işte böyle bir zeminde sağlık çalışanlarını, hekimleri hedef haline getiriyor.

– Torba Yasa’da yer alan şiddet düzenlemesini nasıl değerlendirirsiniz? Asıl yapılması gerekenler neler?

Torba yasada, sağlık personeline yönelik kasten suç işleyen kişilerin polis tarafından yakalanacağı, savcılığa sevk edileceği, şiddete uğrayan veya tanık olanların ifadelerinin işyerinde alınacağı yönünde bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme, suçun önlenmesine ya da caydırılıcığa yönelik bir içerik taşımamaktadır. Bunlar zaten güvenlik güçlerinin ve Cumhuriyet Savcılığının görevleri arasında yer almaktadır. 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunun 12. maddesine bu doğrultuda konan ek paragraf, sorunun özüne yönelik olmayan, çözüm getirmekten uzak bir değişiklik içermektedir.

2014 yılı Ocak ayında da benzeri bir düzenleme yapılmış; sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu, tutuklama nedeni varsayılan suçlardan sayılmıştır. Aynı düzenlemede, özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personel, bu görevleriyle bağlantılı olarak kendilerine karşı işlenen suçlar bakımından kamu görevlisi kabul edilmişlerdir. Ancak, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi uyarınca, tutuklama tedbiri hâkimin takdirinde olup üst sınırı iki yılı geçmeyen yaralama suçlarında tutuklamaya karar verilmemektedir. Sonuçta, bu düzenlemeler sağlıkta şiddetin toplum açısından ciddi bir tehdit oluşturduğuna ve sona erdirilmesi gerektiğine ilişkin toplumsal bilincin oluşmasına ve dolayısıyla sağlıkta şiddetin azaltılmasına bir katkı sağlamamıştır.

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti artıran unsurlardan birisi de, şiddeti uygulayan kişilerin cezalandırılmayacakları ya da ciddi bir yaptırımla karşılaşmayacakları düşüncesidir. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddete hoşgörü gösterilmeyeceği, şiddet suçlarının mutlak cezalandırılacağı düşüncesinin yerleştirilmesi önleyicilik açısından önemlidir. Önleyicilik ve koruyuculuk işlevinin sağlanabilmesi, sağlık çalışanlarının canlarının korunması, kamu sağlığının ve sağlık hakkının güvence altına alınması için, Türk Tabipleri Birliği tarafından oluşturulan sağlık çalışanlarına yönelik şiddetle ilgili yasa önerisi acilen Meclis gündemine alınmalıdır.

* Milet, M., Yanık, A. (2017) Sağlık Çalışanlarına Karşı Işyeri Şiddeti. Uluslararası Sağlık Yönetimi ve Stratejileri Araştırma Dergisi, 3 (2): 25-36.

—————

‘Sağlıkta şiddetin farklı dinamikleri var’

Prof. Dr. Melek Göregenli
Sosyal Psikolog

– Sağlık alanında şiddet ve ölümle sonuçlanan şiddet olayları son yıllarda neden hızla artıyor? Toplumsal arka planı hakkında neler söylersiniz?

Şiddet, güç gösterme, hizaya sokma, cezalandırma, öç alma vb. amaç ve niyetle ortaya çıkan, bireysel ve toplumsal düzlemde nedenleri çok değişmeyen bir davranış. Toplumsal koşullara bağlı olarak, hukuka, dolayısıyla adaletin sağlanacağına dair inanç zayıfladıkça; sorunları çözmek, düzeni sağlamak hatta bir öç alma yöntemi olarak şiddet, okulda, evde, her türden iktidarlar tarafından kullanılırsa, meşrulaşır ve bir sorun çözme yöntemi olarak sıradanlaşır. Şiddetin en sıradan günlük ilişkilerden iktidar politikalarına kadar çok yaygın olduğu bir coğrafya burası, hep böyleydi bence giderek artmasının en önemli nedenlerinden biri adalete güvenin büyük ölçüde gerilemesi ve “iyi” ve “doğru”ya dair, üzerinde hep birlikte sözbirliğine varılan değerlerden giderek uzaklaşmamız.. neredeyse bir toplum olmaktan uzaklaşmamız; popüler toplumsal modellerimize bakın, içlerinde bir tane yumuşacık, sorunlarını konuşarak, sukünetle çözmeye çalışan biri var mı? Eskiden de mutlaka birileri mesela hayvanlara işkence yaparlardı ama bunu kaydedip başkalarına gösterme arzusu duymazlardı. Özel olarak da sağlık politikalarından kaynaklanan, sağlık çalışanlarıyla, sağlık hizmeti alanları karşı karşıya getiren neoliberal politikalar, sağlık ortamını sanırım bütün taraflar açısından daha da zor hale getirdi.

– Hekime yönelik şiddet, bu şiddete başvuranlarca bir “hak arama” yöntemi olarak mı görülüyor? Hak kavramı, hak ve hak arama bilinci bağlamında değerlendirir misiniz?

Sağlık alanında yaşanan saldırıların özel dinamikleri olduğunu düşünüyorum, diğer şiddet olaylarından farklı ve benzer yanları var. Şiddet, genel olarak ayrımcılığın bir sonucu olarak ortaya çıkar ve güçlü olan güçsüz -gerçek ya da algılanan güçsüzlük- olana şiddet kullanır. Sağlık alanında ortaya çıkan şiddet olgusunu anlamaya çalışırken tersine bir süreç işlediğini görüyoruz ve bu süreci anlamaya çalışırken kişisel, bağlamsal koşullara dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sağlık ortamı, genellikle, saldırıya uğrayanların hiç bir şekilde nedeni olmadığı; sağlık hizmeti alanların, yeterli ve uygun hizmet almadıkları vb. biçimde düşünmeye ve eğer arzu ettikleri -sağaltım, iyileşme vb.- gerçekleşmezse daha da çaresiz ve öfkeli hissetmelerine neden olan koşullarda. Şiddet kullanan kendisini güçsüz, çaresiz ve haksızlığa uğramış hissediyor sanırım, dolayısıyla diğer şiddet davranışlarından farklı dinamikleri var. Öç alma ve adaleti gerçekleştirme motivasyonu yönlendiriyor bence, hak aramaktan daha çok. Ayrıca, sağlık çalışanlarının, sembolik bir güce sahip olsalar da, olası şiddet karşısında savunmasız olduklarına dair bir algı olduğunu ve bu algının da onlara yönelik şiddet kullanmayı kolaylaştırdığını düşünüyorum. Bu düşüncelerim, kesinlikle sağlık alanında ortaya çıkan şiddeti meşrulaştırma sonucuna götürmemeli; giderek artan sağlık alanındaki şiddetle mücadele edebilmek için, bunun bir grup dengesiz, psikopatalojik sorunları olan, öfke kontrolü olmayan insanlar tarafından gerçekleştirdiğini düşünmekten -kuşkusuz bu da mümkün- daha öteye gidebilmeliyiz: Sağlık sistemi sağlık çalışanlarını ve sağlık hizmeti alanları aynı anda güçsüzleştiriyor ve bunun sonucunda ortaya çıkan bütün olumsuzlukların sorumlusunun sağlık çalışanları olmadığının anlatılması ve bu koşulların değişmesi için çabalamak gerekiyor.

– “Kader” inancı ve “tevekkül” duygusunun bu kadar kuvvetli olduğu düşünülen bir toplumda, bu çeşit bir hesap sorma mekanizmasının hekimlere yönelik olarak işletilmesini nasıl değerlendirirsiniz?

Bu, üzerinde hep beraber düşünmemiz gereken, hatta araştırmalar yapmamız gereken bir konu. İlk aklıma gelen şu: Sanırım, “kader” inancı ve bu inancın sonucu olarak ortaya çıkan, olumsuz olaylar konusunda “tevekkül” le davranmak, karşılaşılan olumsuz olayların nedenleri, belirli, somut bir aktöre atfedilmediğinde daha çok ortaya çıkıyor. Örneğin “Neden ben kanser oldum?” ya da “Neden benim çocuğum trafik kazasında öldü?” sorularına cevap ararken, kadere inanmak, bir sakinleştirme işlevi görüyor. Ama eğer bir yakınınız hastaysa ve onun iyileşmesi konusunda bütün sorumluluğu atfettiğiniz somut aktörler varsa ve onların ellerinden geleni yapmadığını düşünüyorsanız, bunu dünyevi bir sonuç olarak algılıyorsunuz ve tevekkül değil öfke ve isyan, sonuç olarak da şiddetle, uğradığınızı düşündüğünüz adaletsizliği gidermeye çalışıyorsunuz. Aklımızdan çıkarmamamız gereken bir şey var bütün bu süreci anlamaya çalışırken: Kültürel, sınıfsal vb. bütün koşullar toplumsal ortamın bütün düzeylerini sürekli adaletsiz sonuçlarla karşılaşılan bir hale getiriyor giderek ve çoğunlukla bu adaletsizlik ve eşitsizliklerin nedenleri, aktörleri insanların zihninde belirsiz; dolayısıyla şiddet, potansiyel olarak bütün kötülüklerin sorumlusunu arıyor ve bütün yaralarının sorumlusu gibi, en korunaksız, en mümkün hedeflerden biri de sağlık çalışanları oluyor belki de.

————–

‘Şiddete yönelik davranış tarzı servis ediliyor, özendiriliyor’

Doç. Dr. Serap Erdoğan Taycan
Türkiye Pskiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu üyesi

– Sağlık alanında şiddet ve ölümle sonuçlanan şiddet olayları ne yazık ki son yıllarda hızla artıyor. Nedenlerine ilişkin neler söylersiniz?

Sağlıkta şiddetin artması ne yazık ki beklenen bir durum. Öyle tek bir etkenle açıklanamayacak kadar da katmanlı bir süreç. En geniş haliyle 2000’li yılların başından itibaren uygulamaya konan Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın getirdiği değişimlere baktığımızda, biz bu gidişatı yıllar önce öngörmüştük diyebiliriz. Hastalardan gelen neredeyse tüm taleplerin karşılanacağını vaat eden bir programın, sağlık olgusunu sadece arz-talep ilişkisi içinde bir tüketim nesnesine dönüştürmesinin sonuçlarını yaşıyoruz. Burada eksik vurgulanan ya da belki yeterince tartışılmayan bir konu, şiddetin yarattığı bölünme. Hekimler ve hastaları bir arada olduklarında büyük bir etki gücü oluşturabilecek bir kitle aslında. Ama savrulduğumuz şiddet sarmalında herkes kendini düşünmek, kendini kollamak zorunda kalıyor tam da istenildiği haliyle. Şiddetin kendini üretme özelliği de bu duruma eklenince, çözüm aramak ya da uygulamaktan çok kendimizi savunmanın derdine düşüyoruz kaçınılmaz olarak. Eskilerin, inatlaşma çağında küçük çocuğu olan annelere verdiği bir öğüt vardır, ‘Aman evladım elini vurmaya alıştırma!’ derler. Atılan bir tokadın devamı illa ki gelir çünkü. Öfkeyi dışa vurma yolu olarak şiddet uygulayabileceğinizi, uyguladığınızda bunun size yönelik bir karşılığı olmadığı gibi, bir rahatlama aracı olarak kullanabildiğinizi fark ettiğinizde zincir makaradan boşalmaya başlamıştır artık. Bu manasız ve tehlikeli gidişi fark etmenizi sağlayacak düşünce sistemlerinden ve durduracak sezgiden de yoksunsanız, bir bakışın küfre, küfrün fırlatılan kaldırım taşına, oradan bir bıçağın keskin ucuna ya da tabancanın ucuna sürülmüş mermiye dönüşmesi an meselesidir. Toplumumuza bu bakışı kazandıracak yaklaşımlardan yoksun olduğumuz gibi, bu davranış tarzı servis ediliyor, özendiriliyor.

– Hekime yönelik şiddet, bu şiddete başvuranlarca bir “hak arama” yöntemi olarak görülüyorsa eğer, bu algının bu şekilde yerleşmesinin nedenleri nelerdir?

En temelinde kendi eylemlerinin sorumluluğunu alma bilincine sahip olmayan bir topluluğa ‘hak arama’ kültürünü yerleştirmeniz çok zor. Sınavdan düşük not almasını ‘Hoca bana taktı’ diye açıklayan çocukların, ‘Sizin düşünmenize gerek yok, benim dediğimi yapın yeter!’ vurgusunun her an göze sokulduğu bir rejimde büyüdüğünü ve önlerine hekimleri her konuda şikâyet edebilecekleri araçların sunulduğunu düşünün. Ve bu arada rejimi oylarıyla sürdürecek olan bu kitle olduğu için, sürekli ‘Siz isteyin yeter; şimdiye kadar ezildiniz artık ezen siz olacaksınız; herkes size hizmet etmek zorunda’ gibi telkinlerle yönlendirilsinler. Hekimlerin de giderek yoksul ve mağdur halkı ezip sömüren, varlık içinde yüzen bir topluluk olarak görülmesi sağlandığında, öfkenin hekimlere yönelmesi kaçınılmaz olur. Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı şikâyet hatlarına hekimlere ilişkin gelen ihbarlara bakıyoruz mesela. Hekimin savunma yazması beklenen şikâyetlerden örnek verelim, çok bekletildiği için kızan bir hastanın olayını inceliyoruz, hekim gazilere ve ağır hastalara öncelik verdiği için sırası gelmemiş bir türlü hastanın. Hastaya bilgi verilmiş ama o yine de hekimi şikâyet etmeyi tercih ediyor. Çünkü daha önce de bahsettiğim bu ‘taraf haline getirme’ durumu ile hekimler halkın gözünde hesap sorulması, bedel ödetilmesi gereken; geçmişten bu yana sistem tarafından ezilen ve bir sınıf bilincine sahip olmayan insanların her şeyin acısını çıkarabilecekleri, deyim yerindeyse en ufak bir anlaşmazlıkta linç edilebilecek bir topluluğa dönüştü. Bu duygularla yapılacak hak arama girişimi elbette ki şiddet içerecektir. Şiddet uygulamayı bir hak olarak görmenin ötesinde, hukuk sistemine duyulan güvensizliklerin insanları kendi çözümlerini üretmeye yönelttiği gerçeğini de göz ardı etmemek gerek.

– Sağlık alanında şiddetin önlenmesi yapılması gerekenler neler?

Öncelikle doğrudan sağlık sistemindeki sorunların üzerine gidilmeli. Bu konuda söyleyebileceğimiz hiçbir şey yeni olmayacak çünkü, yıllardır başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere çeşitli meslek örgütleri pek çok çalışma yaptı ve pek çok plan ortaya koydu. Sağlık Bakanlığı’nın da zaman zaman, özellikle de sağlık camiasında haklı olarak büyük tepkiler yaratan şiddet olaylarının ardından bazı tedbirlerle ilgili açıklamalar yaptığını biliyoruz. Ama bunların hiç biri sorunun temeline inen, kalıcılığı ve uygulanabilirliği olan önlemeler değiller. Öyle olsaydı en azından şiddet olaylarının seyrinde bir azalma olurdu ama olmuyor. Sağlıkta Şiddet Yasa Tasarısı’nın yıllardır samimi bir şekilde ele alınmasını beklerken karşımıza, şiddetin özüne dokunmadığı gibi hekimlerin talep ve ihtiyaçlarına karşılık vermek bir kenara, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının en temel haklarına saldırı niteliği taşıyan bir tasarı ile çıkılıyor. Yıllardır söylendi yine söyleyelim, performans sisteminin yeniden gözden geçirilmesi, hekimlerin hastalarına gerektiği kadar muayene süresi ayırabilmelerine imkan tanınması, başta toplumun gözü önündeki kişiler olmak üzere, sağlıkta şiddeti körükleyen söylem ve tutumlardan kaçınılması, sağlık hizmeti veren kurumlarda şiddet eylemlerine yönelik risk değerlendirmelerinin düzenli bir şekilde yapılması ve gereken tedbirlerin zaman kaybetmeden uygulanması, sağlık alanında yaşanan şiddet olaylarına en azından kısmi bir çözüm getirilmesini sağlayacaktır.

– Eklemek istedikleriniz var mı?

Şiddetin kendinde bulunan bir özellik, başlangıçta sanki kabul edilebilir, katlanılabilir bir düzeydeymiş hissi vermesi. Hani şu alttan yavaş yavaş ısıtılan bir suyun içindeki kurbağaların durumu gibi. Artık katlanılamaz bir hale geldiğinde kimi zaman önlem almak ya da çözüm üretmek için çok geç kalınmış olabiliyor. Burada konuşmaya çalıştığımız bazı sorunlar ne yazık ki o boyutta ama kendi kendini ürettiğini de düşünecek olursak, ipuçlarına karşı uyanık olmak gerekiyor. Dilimize, gündelik hayatımızın hiç fark etmediğimiz anlarına sinen bir şiddet var mesela görmezden gelinen. Bu boyuttaki şiddeti hem uygulayan hem de maruz kalan konumunda olabiliriz. Kimseye yumruk atmamışsınızdır ve asla atmayacağınızı bilirsiniz ama çocuğunuza öfkeyle fırlattığınız bakışlarınız, elinden tutup sertçe çektiğiniz an, o yumruğun ağırlığını taşıyor olabilir. Odanızın kapısında ‘Bunların hepsi öldürülmeyi hak ediyor!’ diye bağıran hastayı muayeneye aldığınızdaki suskunluğunuz onun kendinde gördüğü o hakkı doğruluyor olabilir. Konuşulması, tartışılması gereken ve hemen bir çırpıda çözüm bulunması zor konular bunlar. Ve toplumun her alanında, hekiminden öğretmenine, sosyoloğundan politikacısına çözümü birlikte üretmek ve herkes için ulaşılabilir ve uygulanabilir olmasına dikkat etmek gerekiyor.

————

‘Memnuniyet siyasete, memnuniyetsizlik doktora atfediliyor’

Dr. İlker Küçükparlak
Psikiyatri Uzmanı

– Sağlık alanında şiddet ve ölümle sonuçlanan şiddet olayları neden giderek artıyor?

Bu konuda atlanılmaması gereken en önemli unsurun durumun sağlık alanına özgü olmadığı sanırım. Prototipi Kurtlar Vadisi olan dizilerle şiddet kültürü giderek köklendi. Halen bu dizilerde gerek kadına gerek sağlık çalışanlarına şiddeti barındıran temalar işleniyor. Ayrıca ölümle sonuçlanan şiddet ülkenin her alanında artıyor ne yazık ki. Terör saldırılarının tırmanması, Sur’da savaşın bizzat sivillerin yaşam alanının içine taşınması, kadına yönelik şiddetin tırmanması, iş cinayetlerindeki korkunç artış gibi pek çok ayrı boyutuyla ölüm ve şiddetin yoğunlaştığı bir dönemdeyiz.

Ancak sağlık alanına ayrı bir parantez açılması gerekebilir. Şiddetin sağlık alanına özgü boyutunda iki unsurun öne çıktığını düşünüyorum. Birincisi sağlıkta performans sistemi hasta ile hekim arasındaki eşsiz ilişkiyi deforme etmiştir, adını koyalım. Bir insanın hasta olası, bedeninde bazı duyumsamalarla bu şikâyetini dile getirmesi (“Yan taraflarım ağrıyor”), bu duyumsamaların anlamlandırılarak kişiye geri sunulması (“Böbreğinizde taş var”) aslında anne-çocuk ilişkisini andırır. Çocuk duyumsamalara sahip ama bunu -başta kendisine- ifade edebilecek sözlükten yoksun olduğu dönemde, ancak annesi dolayımıyla yaşadıklarını anlamlandırabilecektir. O yüzden hasta-hekim ilişkisi hastanın infantil pozisyonda kendisini emanet etmesiyle sürdürülebilen bir ilişki biçimi. Performans sisteminin ise hastanın bu pozisyondaki güvenini sarsmaması mümkün değildi. Hastalar hekimleriyle kurdukları ilişkide o arketipal konfor yerine performans geliri nedeniyle kötüye kullanılıp kullanılmadıklarının tereddütünü hissedeceklerdi artık. Evet, performans sisteminde hastaya daha güler yüzlü davranılıyor muhtemelen, yine de hastanın öncelikli ihtiyacının güler yüzden ziyade kendisini güvende hissetmek olduğunu bir kez daha gördük.

İkinci önemli unsur ise günlük siyasette kurulan “elitten intikam alma” diskurunda hekimlerin intikam alınacak elit olarak sunulması oldu. Aslında bu elit imgesini karşılayan hemen her unsura yönelik bir değersizleştirme kültürü oluştu bile. Miting alanlarında hekimler yuhalatıldı. Şehirliler, sekülerler, sanatçılar, bürokratlar ve genel olarak eğitimliler neredeyse sistematik bir değersizleştirilme, ötekileştirilme ve şeytanlaştırılma propagandasına maruz bırakıldı. Değersizleştirilmeme parantezi ise “yerli ve milli” sıfatıyla karşılandı. Sanatçı, akademisyen, hekim ya da sermayedar yerli ve milli olursa makbul olacaktı artık. Üniversitelere, kamu kuruluşlarına ve hatta TÜBİTAK’a liyakat açısından tartışmalı atamaların yapılması da bu bölme mekanizması sayesinde kabul görebildi. Bu bölme makbul olanı çok kıymetli, makbul olmayanı ise tamamen kötücül bir pozisyona konumlandırarak şiddet eğilimini arttırdı.

– Siyasi iktidarın son yıllardaki ana propaganda malzemelerinden birini “sağlık hizmetlerinden vatandaşların duyduğu memnuniyet” iddiası oluşturdu. Memnuniyet artıyorsa, şiddetin azalması gerekmez mi? Buradaki tezata ilişkin neler söylersiniz?

Vatandaşların sağlık hizmetlerine duyduğu memnuniyetten çok memnuniyeti ve memnuniyetsizliği neye atfettiğine odaklanmak iyi fikir olabilir. Kamuoyu oluşturmada medya organları elbette oldukça etkin. Başta medya organları vasıtasıyla ülkede yaşanılan sistematik problemlerin siyasi sorumluluğunu kamufle etmek amacıyla günah keçisi propagandası yürütülüyor. Trajik tren kazasının günah keçisi kondüktör, hayat pahalılığının günah keçisi semtteki pazarcı, sağlık sistemindeki sorunların günah keçisi ise ya somurtkan ya da ihmalkâr doktor olunca öfke siyasi sorumlulara değil, günah keçilerine yöneliyor. Memnuniyetin ise siyasete atfedilmesinde beis görülmediğini söylemeye gerek yok sanırım.

– Neler yapılmalı sağlıkta şiddetin önlenmesi için?

Önce niyet edilmeli. Siyasi aktörlerin samimi niyeti olmadan sağlıkta şiddetin dizginlenebileceğini düşünmüyorum çünkü yukarıda belirttiğim gibi sağlıkta şiddetin başlıca sorumlusunun siyaset olduğunu düşünüyorum. Niyetlendikten sonra performans sistemi derhal terk edilmeli. Sağlık çalışanlarına ilişkin söylemlerde, artık dezavantajlı gruplara benzer biçimde titizlik gösterilmeli. Art niyetsiz biçimde, torba şeklinde değil, sadece sağlık çalışanlarına şiddete yönelik yasa çıkarılmalı.
Hastanelerde güvenlik önlemlerinin arttırılması tam anlamıyla çözüm oluşturmayacaktır ve öncelenmemesi gereken bir talep olmalıdır. Şiddeti doğuran bağlamı hedef almak, şiddetin oluşmasını güvenlik önlemleriyle engellemeye göre yapısal bir çözüm vaat edebilir.

– Eklemek istedikleriniz var mı?

Hekimlerin elit olarak lanse edilmesinin ötekileştirme ve şiddeti tırmandıran bir unsur olduğundan bahsetmiştim. Bu doğrultuda hekimlerin 6 yıl üniversite okudukları, ömürlerinin okumakla geçtiği gibi gerekçelerle sağlıkta şiddetin eleştirilmesini oldukça sağlıksız buluyorum. Öncelikle elit imgesini kuvvetlendirerek amacına ters etki göstermesi gayet muhtemel. Belki daha da önemlisi, sadece hekimlerin değil tüm sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti hedef almanın daha ilkeli olduğunu ve bir insanın maruz kaldığı şiddetin meşruiyetinin tahsil süresiyle alakalı olmadığını düşünüyorum.
Son olarak ülkemizi kuşatan şiddet sarmalına topyekün cephe almadan, salt hekimler olarak şiddetle baş edebileceğimizi düşünmüyorum. Bu konuda şiddete karşı olanların sanıldığından daha kalabalık olduğunu, ancak bir araya gelerek kendi kalabalığından güç alınabileceğini ve bu minvalde tüm meslektaşlara tabip odalarına daha sık uğramalarını hatırlatmak isterim.