Kurumsal ve Toplumsal Hafızanın Ortadan Kaldırılmasına Cumhuriyetin 100. Yılında Bir Örnek: Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü

Makale

Cumhuriyet’in ilk Sağlık Bakanı Doktor Refik Saydam tarafından 1928’de kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü, 1930’lu yıllardan itibaren aşı üretme konusunda çok başarılı çalışmalar yapmış ve yıllarca ülkemiz aşı ihtiyacını dış sermayeye bağlı kalmadan sağlamıştır. Enstitü, kuruluşundan itibaren ülkemizde toplumu kıran birçok bulaşıcı enfeksiyon hastalıklarıyla çok başarılı olarak mücadele etmiş, tifüs, dizanteri, kolera, veba, meningokok, stafilokok, boğmaca, brusella, oral BCG, intradermal BCG, difteri, tetanoz, kızıl, alimunyum presipiteli karma aşılar, lekeli humma, kuduz, çiçek ve grip aşısı, serum, akrep, yılan sokmalarına ve gazlı kangren anti serumları, fibrinojen, albumin ve gamma globulin üretmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında oldukça olumsuz koşullara rağmen Saydam yönetimindeki Sağlık Bakanlığı, sıtma, frengi, trahom, tüberküloz ile mücadele için taşra örgütlenmelerini gerçekleştirmiş, gezici ekipler oluşturmuş ve ücretsiz ilaç dağıtımı gibi müdahalelerle bulaşıcı hastalıklar konusunda çok ciddi bir başarı elde etmiştir.

Dr. Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü sadece bunlarla kalmamış, ürettiği aşıları gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelere ücretsiz olarak bağış yaparak sadece kendi ülkesinin değil dünyada ki bazı ülkelerin toplum ve koruyucu sağlığına önemli katkılarda bulunmuştur. Örneğin; 1938 yılında ciddi bir kolera salgınıyla başa çıkmaya çalışan Çin’e 1 milyon doz kolera aşısı hibe etmiş, Yunanistan, Suriye, Irak gibi ülkelere tetanos ve difteri serumları göndermiştir. 1950 yılında, Enflüanza Laboratuvarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel Enflüanza Merkezi olarak tanınmış ve enflüanza aşısı üretimine başlanmıştır. Kurumun diğer önemi ise, halk sağlığı ve bulaşıcı hastalıkların yönetimi konusunda veri toplama, derleme, analiz teknikleri, haritalama çalışmaları gibi istatistik ve metodoloji alanında yaptığı çalışmalardır.

Arapça hfz kökünden gelen hifz sözcüğünün anlamı “koruma, saklama, muhafaza etme”, yine Arapça shh kökünden gelen sihha(t) ise “sağ olma, sağlıklı olma, sağlık” demektir. Bu iki sözcüğün birleşiminden oluşan “hıfzıssıhha”, sağlığın korunması, daha geniş ifadeyle “insan sağlığını korumak için bedenin ve içinde yaşanan çevrenin sağlık şartlarını inceleyen, buna göre tedbirler alan ve bu çalışmalardan bahseden bir hekimlik kolu” yani bugünkü deyimle “halk sağlığı” anlamındadır.

AKP iktidarının 2002 yılından itibaren “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” ile birlikte olan sağlıkta yıkıcı etkisinin sonucu olarak 100 yıldan daha fazla tarihi geçmişleri olan Ankara ve İstanbul’da yıllardır eğitim veren ve toplumun sağlığına hizmet eden birçok köklü kurum ve hastaneler şehir-şirket hastaneleri ile birlikte Hıfzıssıhha Enstitüsü de ranta kurban edilerek kapatılmıştır. Herhangi bir gerekçe gösterilmeden kapatılması sonucu ulusal aşı politikamız veya aşı ve aşı ürünleri üretimimiz ortadan kalkmış, tamamen dışa bağımlı bir duruma dönüşmüştür. Ülke olarak Covid-19 salgınında koruyucu sağlık hizmetlerinin ve aşının ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. Daha sonradan gelişen kızamık salgını ve yıllarca sonra kuduz ve çeşitli bulaşıcı hastalıklardan ölümler nedeniyle Hıfzıssıhha Enstitüsü ve aşıların önemi daha da fazla artmıştır.

Çağımız salgın hastalıklar çağıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren her türlü salgına karşı toplumu korumuş ve salgın hastalıklar konusunda çok büyük başarılar elde etmiş bir kurumu ortadan kaldırmak sağlık alanında yapılan en büyük hatalardan biridir. Cumhuriyetin 100. yılında Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatılmak yerine modernize edilip daha iyi bir konuma getirilebilirdi. Ancak iktidar sağlıkta her adımı yıkmak üzerine yaptığı için şehir hastaneleri uğruna şehir merkezlerinde kapattığı birçok hastane gibi Hıfzıssıhha Enstitüsünü de kapatmıştır. Ülkemiz aşı konusunda geçmiş tecrübeleri olan bir ülke konumundan dışa bağımlı aşı ithal eden bir ülke konumuna getirilmiştir. Covid-19 salgınında Hıfzıssıhha Enstitüsünün kapatılması nedeniyle aşı çalışmalarına geç başlanmış ve uluslararası kabul edilebilirliği olan bir aşı da üretilememiştir. Hıfzıssıhha gibi bir kuruluşun değişim ve dönüşümle görev, yetki ve sorumluluklarının özerk ve bilimsel kurumsallaşması yaşatılmış olsaydı, Covid-19 salgını ortaya çıktığında ilk aşıyı bulan, üreten ve insanlığın hizmetine sunan ülke belki de Türkiye olabilirdi.

TTB, 06.01.2021 tarihinde yaptığı açıklamada konunun önemine değinmiş ve Hıfzısıhha Enstitüsünün modernize edilerek acilen işlevsel hale getirilmesini istemiştir; “Yabancı sermayeye muhtaç olmadan kendi aşımızı kendimiz üretmeliyiz. Çünkü dünya tarihi aynı zamanda salgın hastalık tarihidir. Önümüzdeki yıllarda kapitalizmin ve ülke yönetimlerinin salgın hastalıklardan ders çıkarmayacağı bugüne kadar gelinen noktada aşikar bir sonuçtur. Dünyada biyolojik ve ekolojik tahribatın önü alınmadığı sürece salgınlar devam edecektir. Bu salgınlardan korunmak için toplumcu kamusal koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik vermek bir zorunluluk halidir. Koruyucu sağlık ve her şeye rağmen sağlıklı bir gelecek için aşı önceliğimiz olmalıdır. Bunun için de ulusal bir aşı politikamızın olması ve kendi aşımızı kendimiz üretmemiz konusu bir zorunluluktur. Tüm bu gerekçelerle ülkemizin yıllarca aşı ihtiyacını karşılamış olan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü tekrar açılmalıdır.”

Covid-19 pandemisinde yaşadıklarımız, aşının en önemli koruyucu olması, aşı üreten zengin ve gelişmiş ülkelerin öncelikle kendi ülke vatandaşlarını ön planda tutmaları, aşıya erişemeyen milyarlarca insan, paranız olsa dahi aşıya ulaşmada çekilen sıkıntılar hep aklımıza ülkemizin aşı üreten ve kendine yeten Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün neden korunamadığını ve aşının ne kadar stratejik bir ürün, bir güvenlik sorunu olduğunu ortaya koymuştur.

1980’lere kadar yürütülen sağlık politikalarında devlet-kamu ve koruyucu sağlık hizmetleri ön plandayken, 1980’li yıllardan itibaren sağlık alanında yürütülen politikalar genel olarak sağlığın devlet tarafından denetlenmesi ve planlanması, özel sektörün teşvik edilerek alanda daha aktif yer almasının sağlanması doğrultusunda şekillenmiştir. Yine 1980’lere kadar Devlet’in gözü gibi baktığı kurumlardan biri olan Hıfzıssıhha Enstitüsü, özellikle 1980 askeri yönetimi ve sonraki iktidarlar tarafından uygulanan neoliberal politikalar ve sağlık alanında özelleştirme politikalarının artması ile görev, yetki ve sorumlulukları başta olmak üzere, stratejik hedeflerinde önemli değişimler yapılmış ve gerekli destek verilmediği için kurumun verdiği hizmetlerin özel sektör aracılığı ile de yapılabileceğine karar verilerek işlevi sona erdirilmiştir.

Özellikle 1983 yılında ismi Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı olarak değiştirilen Enstitüye bağlı aşı üretim tesisleri 1998 yılında faaliyetlerini durdurmuş, 1999 yılında ise aşı üretim tesisleri kapatılmıştır. Kuruluşundan itibaren doğrudan Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir kuruluş olan Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, 2011 yılında ismi dahil olmak üzere değişime uğratılarak kapatılmıştır.

1891 yılında Almanya’da kurulan Robert Koch Enstitüsü ve 1887 yılında Fransa’da kurulan Pasteur Enstitüsü örneklerinde olduğu gibi kamu desteğiyle teşvik edilen, özerk ve bilimsel açıdan özgür, uzun vadeli araştırmaların gerçekleştirilebildiği bir kurum ve kurum ortamının Hıfzıssıhha Enstitüsü için Cumhuriyetin 100. yılında neden sağlanamadığı ve devam ettirilemediği sorusu önemlidir. Bunun yanıtı aslında iktidarın 21 yılda yaptığı uygulamalara ve nasıl bir yönetim tarzı uyguluyor sorularında bulunabilir. Oysaki böylesine önemli, stratejik ve koruyucu sağlık hizmetlerinin mabedi sayılan bu kuruluş ve hafıza mutlaka yaşatılmalıydı.

İktidarın en önemli özelliği kurumsal hafıza ve toplumsal hafızayı ortadan kaldırmak olduğunu söyleyebiliriz. Cumhuriyetin 100. yılında Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kapatılmasını konuşuyor olmak hem kurumsal hafıza açısından hem de toplumsal hafıza açısından olumsuz bir örnek teşkil etmesi nedeniyle önemlidir.

KAYNAKLAR:

  1. Fatih Artvinli. Sahi Hıfzıssıhha Neydi?
  2. Bekir Metin. Covid-19 Salgını Süresince, Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün Yokluğu Yöneticilere ve Halka Neleri Düşündürdü?
  3. TTB’den Refik Saydam Hıfzıssıhha Kurumu’nun Yenide Açılması Çağrısı.

Ali İhsan ÖKTEN