Tıp Dünyası’nın bu sayısı yüz yıllık bir cumhuriyet deneyiminin son sayısı. Bu yüzyıllık deneyimin tartışılması gereken çok boyutu var, ancak son yirmi yılın onu taşıdığı yer ve varlığını sürdürmesini olanaklı kılan kurumların birer birer yok edildiği koşullarda varlığını ikinci bir yüzyılda sürdürebilecek mi sorusu aklımızı kurcalıyor ister istemez. Bir meslek örgütü olarak TTB bu yüzyılın 70’ine tanıklık edip, önümüzdeki yüzyılda da yapılan hataların tekrarı olmasın diye kurumsal kimliğini koruyarak var olma ısrarını sürdürecek elbet. Umalım ki bir sonraki yüzyılın sonunda bir meslektaşım Tıp Dünyası’nın başyazısında hatalarımızla yüzleştiğimizi, hakikat ile buluştuğumuzu, sağlığın yeniden bir hak olarak teslim edildiğini ve hak öznesi olmanın kıvancını dile getirebilsin. Sevgili Mehmet Uhri’nin öyküsündeki çiy damlası ile yaprağın kuş seslerine yansıyan sevincini paylaşırız belki topraktan dünyaya bıraktığımız RNA bellekleriyle, kim bilir… “ve hekimlerin düş’üyle/ reçete edilen…” dediği gibi sevgili Veysi Ülgen’in, bizler de umudu reçete etmeliyiz değiştirmek için sürdürdüğümüz mücadelede.
Sevgili Cavit Işık Yavuz’un bu yüzyılın başına, sağlık alanındaki olanaksızlıklara işaret ederken aktardığı rakamlar hepimizi şaşırtacaktır muhakkak. Cumhuriyet ilan edildiğinde ülkede yalnız 554 hekim olduğuna, yaklaşık 20 bin kişiye bir hekim düştüğüne, ebe sayısının 136, 1930 yılına gelindiğinde ise hemşire sayısının sadece 202’ye ulaştığına inanmak zor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 1923 yılında Cumhuriyet’in elinde yalnızca 3 devlet hastanesi var ama daha işgal altındayken, 1920 yılında çiçek, kolera, veba, tifo ve kuduz aşıları üretiyorduk. İhtiyacı olan ülkelere salgınlarda aşı gönderebilen bir cumhuriyetten o aşıları üreten Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünü kapatıp yerine işlevsiz yapılar ile başka ülkelerden aldıklarımızın denetimini dahi yapamayan bir cumhuriyete dönüştürdükleri bu yüzyılın sonu kurumların, beraberinde değerlerimizin de tüketilmesine tanıklık ettiğimiz bir döneme denk geldi, ne yazık ki!
Son birkaç yıl içinde sağlık alanında gözlenen çöküşün ve sağlığımızın, en çok da bizlerin tüketim nesnesine dönüştürülmemizin göstergesi bazı rakamlar, nereden nereye geldiğimizin, bir gelişmenin hikayesi gibi sunulsa da, insanların hak öznesi olmaktan çıkarılması, tüketimin gelişme gibi gösterilmesi olduğunu, bu rakamların her gün şiddetle burun buruna çalışmak zorunda bırakılmamızın nedenlerinden birine işaret ettiğini hepimiz biliyoruz. Zarlar hileli. Hekim sayısı verisi içi boşaltılmış bir başka kurum, İstatistik Kurumu sayfasında 2021 yılında kalmış, o yıl 183 bin 569 hekim olduğu belirtiliyor. Yeni mezunlarla bu sayı 200 bini aşmış olmalı. Kişi başı hekim başvurusu nasıl olmuşsa güncel, ne de olsa bir başarı (!) hikayesi, 2022 yılında 10 olmuş. Ayda bir hekime gitmek zorunda kalan hasta bir toplum yaratmışız demek yüz yılda. Verilerin paylaşıldığı 1967 yılından 2021’e kadar kamu hastanelerinin yatak sayısı üç kat artarken, özel hastane yatak sayısının 15 kat artmış olması, her kasabaya bir tıp fakültesi kurma hezeyanı içinde üniversite hastaneleri yatak sayısının ise 20 kata varan artışı nasıl bir sağlık politikası kurgulandığını da ortaya seriyor. Hasta garantili şehir hastanelerinin, bizi birbirimizden yalıtan, tek başına bir poliklinik odasına hapseden sistemin nüfusun tamamını ayda bir hekime başvurmak zorunda bırakmak dışında seçeneği yok. Emeği ucuzlatan politikaların üzerimize salındığı, mücadele hattımızı birlikte kurma olanaklarının bizleri yalnızlaştırıp ayrıştırarak elimizden alındığı bu sağlık ortamında umutsuzluğu derinleştirenlere inat, dayanışmayı güçlendirmek, ikinci yüzyıla yan yana durma ısrarıyla girmek gerekiyor. Bu meslek örgütünün gelecek öngörüleri bir çeyrek yüzyıl boyunca bugünlere işaret etti, şimdi geleceğimiz için dayanışma zamanıdır.
Dr. Şebnem Korur Fincancı
TTB Merkez Konseyi Başkanı
https://data.tuik.gov.tr/Kategori/GetKategori?p=saglik-ve-sosyal-koruma-101&dil=1