6 Şubat Yaklaşırken Antakya 

Makale

“Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah…dedim sonra
Ah!”

Depremler, büyük tayfunlar ve kasırgalarla birlikte en büyük can kayıplarının ve yıkımların olduğu doğa olaylarından olsa da, tarihsel süreç 20. yy ile birlikte büyük can kayıplarının yalnızca az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde olduğunu net bir şekilde gösteriyor (1). Bu bağlamda Japonya, bilimin ve teknolojinin olanaklarının kullanıldığı, iyi organize edilmiş bir toplumda depremin afete dönüşmesinin önüne geçilebildiğinin en güzel örneği olsa gerek.

Türkiye’de ise bu ülkenin bir deprem ülkesi olduğu yok sayılarak, her an beklenilen depremlere yönelik önlemlerin yalnızca kağıt üzerinde ve toplantı salonlarının duvarlarında kaldığı yıllar, depreme dirençli kentler inşa etmenin aksine dikey yapılaşmalarla, imar aflarıyla betona boğularak geçti. 6 Şubat’ta yaşanılan depremde, bu kabul edilemez yönetim ihmalinin, kamunun değil sermayenin çıkarlarını önceleyen neoliberal politikaların bedeli, Antakya başta olmak üzere 11 ilde çok ağır oldu.

Deprem sonrası Antakya’ya gittiğimde gördüğüm yıkımın bende yarattığı etki, yakınlarımızı kaybetmenin acısının üstüne binen yoğun bir korkuydu; kadim şehrimizi, onunla birlikte geçmişimizi ve geleceğimizi kaybettiğimiz duygusuydu. İlk aylarda Varşova ve Berlin gibi ikinci dünya savaşı sonrası tümüyle yıkılmalarına rağmen eski halleriyle onarılabilen şehirleri düşününce gelişen teknolojinin olanaklarıyla bizim de şehrimize tarihi ve kültürel özellikleri korunarak yeniden kavuşacağımız umudunu birçok Antakyalı gibi yaşıyordum. Konunun uzmanı mimarların, şehir planlamacıların yaklaşımları, önerileri bu umudumuzu besliyordu. 

Ancak merkezi ve yerel yönetimlerin bir yıla yaklaşan zaman diliminde yaptıklarına ve yapmadıklarına baktıkça, 526 yılında yaşanan deprem sonrasında olduğu gibi Antakya eski günlerine dönme şansını kaybedebilir düşüncesi ağırlık kazanmaya başladı. Rezerv alan ilanıyla şhirde belirsizlik ve kaygının iyice arttığını, Antakya-Defne, Dikmece, Samandağ, Yeşilköy, Narlıca halklarının ihtiyaçlarına, isteklerine iktidarın kulaklarını tıkadığını, bilimsel uyarıların aksine kalıcı konut yapımında ısrarlı yanlış uygulamalara devam edildiğini gördükçe endişem, endişemiz artıyor. 

Antakya üç fay hattının keşişim noktasında. Deprem sonrası en fazla yıkımın olduğu şehir olmasına rağmen süreç ne jeologların ne şehir planlamacılarının ve konunun diğer uzmanlarının uyarıları doğrultusunda, ne de nesiller boyu bu şehirde yaşayanların ihtiyaçları, istekleri dikkate alınarak ilerliyor. Şeffaflık ve katılım yerine, cep telefonlarına veya e-devlet’e gelen mesajlarla mülkiyet haklarını ihlal eden bir karmaşa ve belirsizlik hüküm sürüyor. Dikmece’de Dikmecelilerin yaşam alanlarını korumaya yönelik tüm haklı itirazlarına, hukuksal mücadelelerine rağmen tarım alanlarının ve zeytinliklerin, özellikle zeminin en kötü olduğu bölgede acele kamulaştırılarak TOKİ konutları için imara açılması bu keyfiliğin, daha doğru deyişle sermayeyi önceleyen politik tercihin en çarpıcı örneklerinden. 

Başlanması için erken olduğu bilinen kalıcı konutlar dışında kentin toparlanmasına, onarılmasına, deprem sonrası Antakya dışına göç etmiş olanların geri dönmesine yönelik çalışmalar yapılmıyor. Devletin olanakları, katkısı olmaksızın çözülemeyecek sağlık, eğitim, ulaşım, güvenlik, alt yapı ve tarımsal üretim gibi gündelik yaşamın devamı için gerekli olan yaşamsal ihtiyaçlar merkezi yönetim ve yerel yönetim tarafından görmezden geliniyor.

Deprem yıkıntılarının, molozların halen devam etmekte olan kaldırılma süreçlerinin TOKİ inşaatlarına bir an önce başlama aceleciliği nedeniyle, yasa ve yönetmelikler (3) yok sayılarak yapılmasının ekoloji ve halk sağlığı problemlerine neden olduğu, olmaya devam ettiği depremin ilk günlerinden itibaren hem TTB hem de Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) raporlarında, basın toplantılarında defalarca bildirildi. En son ÇMO’nın Hatay bölgesinde yaptığı bilimsel çalışmada deprem yıkıntılarında ve havada asbest varlığının ve havadaki partikül madde yoğunluğunun, molozlardaki seksen beş bin toksik maddenin yarattığı ve yaratacağı sorunlar açıklıkla ortaya konulmuş, alınması gereken önlemlere bir kez daha dikkat çekilmiş olmasına rağmen ne yazık ki değişen bir şey yok (2) 

Mileyha Kuş Cennetinin ve Karetta karetta kaplumbağaların uluslararası düzeyde korunan üreme alanının yakınlarına, biyoçeşitlilikte ve doğanın yapısında yaratacağı zararlar hiç düşünülmeden su varlıklarına çok yakın bölgelere, dere yataklarına, Samandağ’da orman arazilerine, Narlıca’da doğrudan zeytinliklerin üzerine, tarım arazilerine dökülmesi bölge halkının tüm uyarılarına, çığlıklarına, seslerini duyurmak için yaptıkları basın toplantılarına, eylemlere rağmen devam etti. Şimdilerde yerinde ayrıştırma yapılıyor, gene toz duman içinde çalışılarak şehrin havası zehirleniyor, işçilerin ve bölgede yaşayan insanların, hayvanların sağlıkları riske ediliyor. Antakya diğer deprem bölgelerinde de olduğu gibi bir ekokırım* alanına dönüştürülüyor. Bu durumun gelecekte yaratacağı biyoçeşitlilik kaybı ve gıda krizi sorunu bölgesel olmaktan çıkarıp ulusal ve uluslararası düzeye taşıyor.

Depremin yarattığı yıkımdan çok daha ağır ve hoyrat bir şekilde kadim şehrin sokakları evleriyle birlikte kepçeler ve ağır iş makinalarıyla dümdüz inşaat alanlarına, büyük boşluklara dönüştürülüyor, nerede olduğunuzu anlamak giderek zorlaşıyor. Deprem yıkıntılarının, molozların hoyrat bir acelecilikle kaldırılması Antakya’nın tarihi ve kültürel yapısının da yok olma riskini yaratıyor, onarımı güç yaralar açıyor. 

Kadim bir kentin, “Çan, Ezan, Hazzan” sözcükleriyle kültürel renkliliği simgeleştirilen 2300 yıllık bir emanetin depremden çok, kör ve sağır bir aldırmazlıkla rant için, politik çıkarlar için günden güne yok edilmesini anlatabilmek çok güç. Yaşanılan gerçek can yakıcı olduğu ölçüde aktarabilmek zorlaşıyor. Neyse ki “aklın kötümserliğine”, Antakyalıların memleketlerini bırakmama, geri dönme iradesinin iyimserliği eşlik ediyor; 6 Şubat’ın yıldönümünde farklılıklarımızla bir araya gelerek bu ortak mücadelenin, birlikteliğin, Antakya’nın küllerinden yeniden doğmasının umudunu tazeliyor.

Demet Parlar

Fotoğraflar: Demet Parlar
Şiir: Didem Madak – Ah’lar Ağacı

* Ekokırım; çevreye ciddi ve yaygın veya uzun erimli zarar verme olasılığı büyük olduğu bilinen eylemlerin yasadışı veya olası kastla gerçekleştirilmesi

1- Listede 526 Antakya Depremi de Var: Dünya Tarihinde En Çok Can Kaybının Yaşandığı 10 Büyük Doğal Afet

2- Teknik İnceleme Raporu: Deprem Sonrası İnşaat ve Yıkıntı Atıklarında Asbestin İncelenmesi: Hatay Örneği

3- Atık Yönetimi Yönetmeliği gereğince idare doğal afet yıkıntı atıklarının depolanmasında; 

  • Su, hava, toprak, bitki, hayvan ve insan sağlığı için risk yaratmayacak çevre ve insan sağlığına zarar vermeyecek yöntem ve işlemlerin kullanılmasını sağlamakla yükümlüdür.
  • Atıkların toprağa, denizlere, göllere, akarsulara ve benzeri alıcı ortamlara depolanmaması yönünde işlem tesis etmek ve eylemde bulunmak zorundadır.

5043 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunun 10. Maddesi gereğince;

  • Tarım arazileri, bu Kanunda belirtilen istisnalar hariç olmak üzere, arazi kullanım plânlarında belirtilen amaçları dışında kullanılamaz. Tarım topraklarının atık depolama alanı olarak belirlenmesine ilişkin işlem açıkça hukuka aykırıdır.
  • Doğal afet yıkıntı atığı ve tehlikeli yıkıntı atığı döküm ve depolama alanı olarak belirlenen Altınözü, Koçören ve Samandağ’daki döküm alanları mutlak tarım arazilerinde bulunmaktadır.

Çevre Kanunun 9/a. Maddesinde; “Doğal çevreyi oluşturan biyolojik çeşitlilik ile bu çeşitliliği barındıran ekosistemin korunması esastır” denilmiştir. Ülkemizin taraf olduğu Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar Sözleşmesi) hükümleri gereğince sulak alanların korunması zorunludur.

Çevre Kanunu’nun 9. Maddesi ve RAMSAR Sözleşmesi istinaden hazırlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliğinin 16. Maddesinde; “Bu Yönetmelik kapsamına giren alanlarda Katı atık, moloz, hafriyat, proses atığı çamurları dökülmesi yasaktır.” denilmiştir.

3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunun 20. Maddesi hükümlerine açıkça aykırı bir şekilde Narlıca’da doğrudan zeytinliklerin üzerine, Samandağ Yeşilköy’de zeytinliklerin hemen yanına döküm yapılmaktadır.

Doğal afet yıkıntı atıklarını, alıcı ortama verilmeden önce atıkların kaynağında ayrılması, doğal afet yıkıntı atıkları içerisinde bulunan asbest, boya, florasan, civa, asit ve benzeri tehlikeli atıkların diğer atıklardan ayrı olarak toplanması, tehlikeli yıkıntı atıklarının alıcı ortama verilmeyerek bu atıkların Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği hükümlerine göre bertarafı yönünde işlem tesis etmek ve eylemde bulunmak zorunluluğuna ve Çevre Kanunun 8. Maddesi hükümleri ile Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği hükümlerine aykırı olarak, içerisinde 85 bin toksik madde olduğu düşünülen deprem yıkıntılarında ayrıştıma işlemleri yapılmaktadır.