Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın siyasi linç ve hukuksuz uygulamalar sonucu tutuklanmasının ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, TTB Merkez Konseyi’nin ‘kuruluş amaçlarına aykırı faaliyette bulundukları’ gerekçesiyle görevlerine son verilmesi talebiyle davaname hazırlamıştı. Davayı gören Ankara 31. Asliye Hukuk Mahkemesi, TTB Merkez Konseyi’nin görevden alınmasına karar verdi. Henüz kesinleşmemiş olan kararı ve hukuksuz uygulamalarla dolu olan siyasi yargılama sürecini TTB Hukuk Bürosu ile konuştuk. TTB avukatları, TTB Merkez Konseyi’nin yapmadığı bir açıklamanın “amaç dışı” olduğunun iddia edilmesindeki çarpıklığa dikkati çekti.
TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın yaptığı bir bilimsel ön değerlendirme ile ilgili adli ceza soruşturmasından TTB Merkez Konseyi’nin görevden alınması kararına giden yol hukuki olarak nasıl mümkün oldu?
Elimizde hukukun yöntemine, akıl yürütme biçimine uymayan dört metin var. Bunlardan ikisini aynı kişi yazdı yani iddianameyi ve davanameyi yazan Cumhuriyet savcısı. İddianamesinde de davanamesinde de esasen sonuca götüren unsuru yani delillerini gösteremedi ve sonuçta talep ettiklerinin neden haklı olduğunu açıklayamadı. Kaldı ki iddianamede eylemi vasıflandırırken düştüğü hatayı TTB Merkez Konseyinin görevden alınmasını talep ederken sadece tekrar etmedi, hukukun temel ilkelerini hiçe sayarak eylemle kişi arasındaki bağı da kopardı. Böylelikle iddianamede bir beyanın neden suç olduğunu açıklayamamışken bu beyanın bir kurula ait olmamasına karşın Konseyin amaç dışı faaliyette bulunduğunu iddia etti. Ama bu amaç dışı faaliyetin ne olduğunu da açıklamadı. Nihayetinde aynı sakatlık yargı kararı haline geldi ve görevden alma kararı verildi.
Hukuk ile mantık arasında olması gereken bağ bu rahatlıkla koparılınca “hukuken nasıl mümkün olduğu” tartışması da bu nedenle zorlaşıyor.
Korur Fincancı’nın ifadesi alınmadan düzenlenen davanameden sonra Merkez Konsey üyelerinin savunmalarının alınmadığı bir dava süreci geçti. Yargılama sırasındaki usule dair sorunlar nelerdi?
Davanamenin saydığımız nitelik sorunları sadece esasa dair değildi. Hukukta usul esası belirler. Bu ilke bize yargılamada önemli bir çerçeve sunar. Taraflara sadece iddialarını ispatlama yükü yüklenmez, aynı zamanda bu ispat çabasının da hukukun ilkeleri ve metoduyla bağlı olmasının sağlanması amaçlanır. Davanamenin ekinde gösterilmesi gereken deliller yoktu. Dava yargılama hukukuna ve davanın türüne aykırı olarak kişilere değil tüzel kişiye açıldı. Bununla da yetinilmeyip başkanın görevden alınması istendi. Bu yanlışlar ve yanılgılar herhangi bir davada davanın esasına bile geçilmeden davanın reddedilmesinin nedenidir. İlk duruşmada biz de hakime nazarınızda hukuki hatalar yapma konusunda eşit miyiz değil miyiz bilmemiz lazım” diye sormuştuk. Davacı sıfatıyla savcının duruşmaya katılması gerekirken katılmadı, mazeret de bildirmedi. Buna itiraz ettik ve hakim savcının yani davacının yerine geçerek onun sunmadığı mazereti hukuku zorlayarak buldu.
Bu davada davacı salona teşrif etmedi, davalılar da salondaydılar ama hakimin önündeki dosyada yoktular bu nedenle onları dinlemedi. Bu iki taraf açısından da sorunlu yani davada kamu düzenine ilişkin bir husus olan taraf teşkili sağlanmadı ve bu sakatlıkla karar verildi. Merkez Konseyi üyelerinin doğrudan kendi hakları üzerinde etkili olan bir davada dinlenilme hakları ihlal edildi ve bu adil yargılama ilkesinin de çiğnenmesi demektir. Tüm bunların dışında salona teşrif etmeyen davacı, usul kurallarını çiğneyerek mahkemeye “gereği için” ibaresiyle kimi belgeler yollamaya devam etti. Oysa süresinde sunmadığı delillerin dosyaya girememesi, girse bile hükme esas alınmaması gerekir. Çünkü ceza yargılamasının aksine asliye hukuk mahkemesinde dilekçeyle ve dilekçede gösterdiğin delillerle bağlısındır. Bu yolla hukukta “silahların eşitliği” denilen ilke de çiğnendi ve davacının sözüne gerekçesiz olarak üstünlük tanındı. Bu sadece onun iddiasını haklı bulunması değil, onun iddiasına karşı bizim tezlerimizin değerlendirilmediği bir yargılama söz konusu oldu.
TTB Merkez Konseyi’nin “amaç dışı faaliyet” gerekçesiyle görevden alınması için 1985 yılında idam cezasının kaldırılması ile ilgili açıklamaların, 2001 yılında hapishanelerde yapılan açlık grevleri ve ölüm oruçlarına karşı başlatılan operasyon ile açıklamanın, 2018 yılında TSK’nın Suriye’nin Afrin İlçesine düzenlediği harekâta karşı “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlığı ile yapılan açıklamanın ardından davanameler hazırlanmış; ancak yargılamaların neticesinde Merkez Konseyler aklanmıştı. Geride kalan bu yargılamalar, mevcut TTB Merkez Konseyi’nin görevden alınması ile ilgili devam eden yargı sürecinde ve ileriki zamanlarda yeniden ortaya çıkabilecek yargı süreçleri için emsal kabul edilemiyor mu?
Elbette daha önceki davalar ve bu davalarda verilen kararlar bir değerlendirme ölçütü olarak kullanılabilir ki biz de davaya cevap dilekçemizin ekinde bunu sunduk. Ama her bir dava bir yandan da kendi iç tartışmasına sahiptir. 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu ve diğer tüm meslek örgütlerinin kanunlarına “amaç dışı faaliyet” ve buna bağlı yaptırım düzenlemeleri 1983 yılında toplu bir kanun hükmünde kararname ile getirildi. Sonrasında bunlar kanunlaştırıldı. Böylelikle “darbeye neden olarak gösterilen eylemler” ile uzak yakın ilgisi olmayan meslek örgütleri üzerinde bir tehdit olarak bu düzenlemelerin neden yapıldığına dair bir sorumuz da olabilir. Kaldı ki biz bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğunu açıklayarak mahkemeden Anayasa Mahkemesine başvurmasını da talep ettik. Saydığınız davalarda bir Merkez Konseyi açıklaması vardı ve bu açıklamanın “amaç dışı faaliyet” olduğu iddia ediliyordu. Oysa bu davada bir Merkez Konseyi açıklaması yok, ama bu olmayan açıklamanın “amaç dışı faaliyet” olduğu iddia edildi. Bu yönüyle de önceki davalarda maddi vakıa olarak da ayrışıyor. Öte yandan diğer davalarda da hekim meslek örgütünün iktidarların hoşuna gitmeyen sözleri söylemekle neden yükümlü olduğu, bunun hekimlik mesleğinin ve bu mesleğin örgütünün neden sorumluluğunda olduğu tartışıldı. Bugünkü dava için olduğu gibi olursa başka davalarda da emsal olacak hekimlik meslek kurallarından doğan ve geliştirilen ilkeler uyarınca kurulan sözün kendisinin korunmasıdır. Bir de şunu hatırlamak önemli tabii 2018 yılında benzeri açıklamaları pek çok kişi ve kurum yapmasına karşın neden TTB Merkez Konseyi üyelerine ceza verdiklerini açıklarken kararın gerekçesinde “Çünkü TTB çok etkili” yazılmıştı.
Türkiye’deki meslek örgütlerinin tarihinde benzer bir yargı süreci var mı?
Tümünü bilemeyebiliriz ama benzer davaların çoğunun tabip odaları ve TTB Merkez Konseyi için açıldığını söylemek yanlış olmaz. Yakın zamanda Kimya Mühendisleri Odasına açılan bir davada görevden alma kararı verilmiş, ancak orada da taraf teşkili sağlanmadığı için karar bozulmuş.
Bundan sonra ne olacak? İstinaf süreci nasıl işleyecek? Haziran 2024’de yapılacak Seçimli Büyük Kongre’ye kadar görev yapacak olan Merkez Konsey’in belirlenmesi için TTB seçime gider ve sonrasında görevden alma kararı iptal edilirse ne gibi sorunlar ortaya çıkabilir?
Yargılama hukukunda temel kural bir mahkeme kararının icrasının hemen yapılmasıdır yani o karara itiraz edilmesi kararın icrasını engellemez. Bu kuralın da istisnası var; Kanun diyor ki kişi hukukuna, aile hukukuna ve ayni haklara yani mülkiyetle bağı olan davalara ilişkin kararlarsa kesinleşmeden uygulanmaz. Bu davada bir tüzel kişi olan Türk Tabipleri Birliğinin hem de tüzel kişinin yönetim organı olan Merkez Konseyini oluşturan hekimlerin kişi hukuku etkilendi. Yargılamanın usul kuralları çiğnenerek yürütülmesi kararın esasını da etkiledi ve hukuka aykırı hale getirdi. Bunun dışında Merkez Konseyi üyesi olan hekimler, kendi meslek örgütlerinin yönetiminde amaç dışı faaliyette bulunmakla itham edildiler ama bu iddiaya karşı sözleri dinlenilmedi. Böylelikle lekelenmeme hakları da ihlal edildi, kendi hukuklarına etki eden ve doğrudan kendileri hakkındaki bir davanın dışında tutuldular. Aynı zamanda demokratik bir seçimle göreve gelmişken bir yargı kararıyla görevden alındılar ve seçilme hakları ihlal edildi. Tabii onları seçen delegelerin de seçme hakları da ihlal edilmiş oldu.
Bu davada hem tüzel kişiliğin hem de Merkez Konseyi üyesi hekimlerin kişi hukuku doğrudan etkilendi ve bu nedenle Kanundaki istisna hükmü uyarınca kararın kesinleşmeden icra edilemez. Aksi durumda herhangi bir giderimle telafi edilemez, eski hale getirmenin mümkün olmadığı bir hukuki sapma oluşur. Bu hukuki sapmaya neden olunmaması için yapılacak en kestirme yol kesinleşmeyi beklemektir.
TTB adına yapılan istinaf başvurusuna, Merkez Konseyi üyeleri de kişi olarak davalı yanında müdahale talepli olarak katıldı. İstinafta değerlendirmenin ne kadar süreceğini öngörmemiz mümkün değil elbette. Ama beklentimiz saydığımız tüm hukuka aykırılıkların değerlendirilerek bu kararın bozulmasına karar verilmesi.