Toplumsal İyilik Halinde TTB’nin Rolü

Gündem

Mehmet Zencir

Geç kapitalist döneme özgü neoliberal politikalar yanı sıra üretici güç olarak dijitalleşmenin üretim ilişkilerini ve tüm toplumsal yaşamı etkilediği bir dönemdeyiz. Uzun süredir adım adım devreye sokulan neoliberal politikaların sağlık hizmetlerinin birey ve toplum yararına tüm niteliklerini giderek yok ettiğine tanıklık ediyoruz. Ne yazık ki dijitalleşme de hastalıklı bir toplum yaratma ve hastalıklardan kar etmeye odaklanan anlayışın egemen olduğu bir dönemde sağlık hizmet üretim sürecine dahil olmuştur. Sermaye yararına bu kullanımın sağlık emek sürecini ve sağlık alanının örgütlerini de etkilemesi kaçınılmazdır. Nitekim sağlık hizmetlerini alt üst eden bu dönüşüm kendiliğinden bir süreç değildir. TTB’nin toplumcu birikimlerinin saldırıya uğradığı ve TTB’nin sermayenin ve iktidarın kolayca manipüle edebileceği bir aparat hale getirilme çabalarının eşlik ettiği sistematik bir müdahale sürecidir. Bu kaotik ortam, TTB mücadele hattının tehdit ve olanakları gören bir şekilde gözden geçirilmesini öncelikli sorumluluk olarak önümüze koymaktadır.

Bilindiği gibi TTB, ikinci dünya savaşı sonrası refah devleti anlayışının Türkiye’deki yansıması olarak kamu tüzel kişiliğinde kurulan bir meslek örgütüdür. TTB yasasının amaç kısmı da dönemin toplumsal gerçekliğine uyumlu bir şekilde yazılmıştır. Bu amaçların nasıl yaşama geçirileceği hekim hareketine öncülük eden yapılara göre farklılık göstermiştir. Bununla birlikte çeşitli çevrelerden “siyaset yaptığı” eleştirisi baki kalmıştır. Gerek siyasi iktidarın gerekse de merkezi muhalif yapıların resmi ideoloji kapsamında kabul edilebilir bulunan siyasi çizgileri savunmak siyaset sayılmazken emek hareketinden, toplumsal barıştan, demokrasiden, insan haklarından yana savunular siyaset sayılmıştır. Anti-demokratik siyasal atmosferden beslenen bu tavırlar egemen siyasal anlayışlara daralmanın yanında, meslek örgütlerinin kurucu işlevlerini ıskalayan ya da yok sayan bir kavrayışın sonucudur.

Bu kavrayış ikircikli olmanın yanında iki temel açıdan daha problemlidir: Birincisi, “iktisadi olanla”, “siyasi olanın” düşünsel ayrımı mücadeleye bütünlüklü bir bakışı olanaksız kılmaktadır. İkincisi, “İktisadi olan” sadece ekonomik ve mesleki taleplere daraltılarak ele alınınca emek rejiminin temeli olan ve baştan aşağı siyasi olan “sömürü ilişkisi” görünmez hale gelmektedir.

Özlük haklarını iyi mesleki pratiğin koşullarına, mesleki sürekli gelişime ve deontolojiye kadar daraltan anlayış ise demokratik meslek örgütü anlayışından çok lonca tipi elitist bir yapıya öykünme halini ifade etmektedir. Buradan yola çıkarak toplum sağlığı sorumlulukları da ağırlıklı olarak sağlık hizmetleri üzerinden tanımlanmakta ve hekimlerin mücadelesiyle toplum sağlığı ilişkisi nitelikli sağlık hizmetleri üzerinden kurulmaktadır. Bu da toplumsal sağlığa bakışı son derece tıbbileştirmektedir.

Daha ileri bir hattı dile getiren anlayışların bir kısmı da toplumsal sağlığı “sağlığın sosyal belirleyicileri” çerçevesinde ele almakta ve eşitsizliği belirleyen sınıfsal pozisyonları yok saymakta ya da ikincilleştirmektedir. Tüm bu yaklaşımlar herhangi bir meslek grubunun veya o mesleğin uygulanma biçimlerinin içinde yaşanılan toplumun üretim tarzı ve toplumsal yeniden üretim mekanizmaları ile bağını kurmayı da zorlaştırarak sömürü ilişkilerinin maskelenmesine yol açmaktadır.

Güncelde TTB mücadelesine en ciddi karşıtlık çizgisi ise özlük hakları mücadelesini hekim emeğinin haklarını en üst düzeye çıkarmaya ve bunu siyaset yapmadan hekimlerin mesleğinden gelen gücü harekete geçirmeden yaşama geçirmeye öykünmektedir. Bu hedef hukuk mücadelesi yanında, sosyal medyayı aktif kullanma, sağlık otoriteleri ile diyaloğu, gerektiğinde iş bırakmalara kadar varan eylemliliklerle hükümetin, sağlık patronlarının politikalarını karşısına almadan bir mücadele ile elde edileceği düşünülmektedir. Sağlık emekçileri ile gerektiğinde ilişkiye de geçebilen ama önceliği hekimlere veren meslekçi bir çizgide ısrar edilmektedir. Oysa hekim emeği tüm sağlık emekçilerinden, dahası tüm emekçileri etkileyen çalışma rejiminden bağımsız ele alınmamalıdır. Zira sağlık hizmet üretimine yapılan müdahale sağlığı alınır satılır bir mal haline getirmiş, talebi kışkırtarak tüketiciliği artırmış, hizmette belirleyiciliği piyasa koşullarına devrederek hekimin karar gücünü zayıflatmıştır. Mesleki özerklik, klinik özerklik, meslek yitimi, emeğin kontrol gücü, emeğin yabancılaşması kavramları ile yürütülen tartışmalarda ortak olan sağlık hizmet üretiminde hekimlerin karar gücünün ele geçirildiğine dairdir. Metalaşan sağlık hizmeti adı konulmamış emek sömürüsünü de gündeme getirmiştir. Uzun ve emek yoğun çalışmayı koşullayan düzenlemeler yanında mevcut otoriter yönetim anlayışının sağlık hizmetlerine yansıyan halleri de sağlıkta despotik emek rejimini öne çıkarmıştır. Bu tabloya artan tıp fakültesi ve tıp öğrenci kontenjanlarını, uzmanlık sınavlarında kontenjanın da artırılması eşlik etmektedir. Dahası göçmen sağlık emeği de özellikle metropoller başta olmak üzere kısa sürede hızla artan hekim sayısı gerçekliği ile karşı karşıya kaldığımızı göstermektedir. Despotik emek rejimi aynı zamanda milliyetçi ve muhafazakar ideolojik kodlarla da sağlık hizmetlerinde kendini göstermektedir. Dolayısıyla sağlık alanında hem ekonomik hem de siyasal anlamda çift yönlü baskı sağlık ortamının hakim kılındığı aşikardır.

Mevcut iktidarın sağlıkta yarattığı bu sömürü ve baskı ortamının yaşama geçmesi sağlık muhalefetinin baskılanmasından geçmektedir. AKP-MHP blokunun bunu çok yönlü yaşama geçirdiğine dair sayısız örneklere her geçen gün tanık oluyoruz. TTB’nin yasasında da yer alan halk sağlığını koruma ve geliştirme yükümlülüğü adına yapılan her faaliyet saldırıya kaynaklık etmektedir. Bu pandemi döneminde olduğu gibi doğrudan sağlıkla ilgili gündeme getirilen taleplere, bazen de sağlıkla ilişkili olarak barış, demokrasi ve insan hakkı ihlalleri, antidemokratik uygulamalar, nefret suçları, ekolojik tahribatlar, işçi cinayetlerine yol açan emek rejimi, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, yoksulluk, kent yağması-çarpık kentleşme, barınma sorunları, özelleşen ve gericileşen eğitim, gıda güvencesizliği ve güvensizliği, kamuda istihdam ve yöneticilerde liyakatsizlikler, geleceksizlik, intiharlar vb. çok sayıda örnekte TTB’nin öne çıkan taleplerinde karşılık bulmaktadır. TTB, tüm bu gündemlerin sağlık hakkı ve toplumsal sağlıkla ilişkisi konusunda oldukça zengin birikime sahiptir. Erdal Atabek, Nusret Fişek, Ata Soyer gibi öne çıkan isimleri yanında hemen her TTB başkanı, Merkez Konseyi ve tabip odası yöneticileri ve aktivistleri bu birikime katkı sağlamıştır.

TTB mücadelesi işte bu iki hatta devam etmektedir. “Emek Bizim Söz Bizim” mottosunda kendini bulan sağlık hizmet üretimi ve sağlık emek rejimine yönelik mücadele, hekim emeğini sağlık emekçilerinden ayırmayan bir emek mücadelesi ve bunun yanında “Toplumsal Sağlık” mücadelesi eş zamanlı olarak yürütülmektedir. AKP-MHP blokunun saldırısı tam da bu ikili hattın parçalanması yönündedir. “Emek Bizim Söz Bizim” mücadele hattını görünmez kılma yanında “Toplumsal Sağlık” mücadelesini de kriminalize etme yönlüdür. Son yıllarda TTB’nin kapatılma tehditleri, TTB yasasını değiştirme girişimleri, yöneticilerinin cezalandırılması vb. saldırıların yoğunlaşmasının nedeni sağlık hizmet üretiminde birey, toplum ve doğa yararına olmayan politikaların (neoliberal reformların) ve sağlıksızlık üreten tüm AKP-MHP politikalarının TTB tarafından deşifre edilerek sağlık ortamı ve toplumla buluşturması ve toplumsal meşruiyet sağlayabilmesindedir. Bu politikaların kriz içinde olması ve alternatiflerinin de TTB ve toplumsal muhalif güçlerce gündemleştirilmesi AKP-MHP blokunu daha da kızdırmaktadır. TTB’ye bugünden sonra düşen de toplumcu sağlık hizmeti ve toplumsal sağlık için mücadeleyi büyüterek devam etmek olacaktır.