Öykü: Bermuda Aşk Üçgeni – Gönül Malat

Kültür-Sanat

Gönül MALAT
17. 05. 2019

“Aşk ve bağlılık” hormonu diye bilinen Oksitosin hormonunun etkileri gün yüzüne çıkıp Eros’un Okları’nın hikmeti anlaşılmaya başlayınca, iki cins fare üzerinde deneyler yapılmış. Genetik olarak birbirine çok benzeyen iki tarla faresi türünün neden birbirlerinden çok farklı (eşe) bağlanma ve sosyal davranış şekilleri gösterdikleri araştırılmış. İki tür arasındaki farklılığın oksitosin reseptörlerinin beyindeki dağılımının ve yoğunluğunun birbirlerinden değişik olmasından kaynaklandığı bulunmuş.* Tek eşli olan ve yavrularına uzun süre bakım veren türün, beyindeki oksitosin reseptör sayısının, uzun süreli bağlar kuramayan çok eşli türe göre daha fazla olduğu gösterilmiş.**

İhtisasımı yapmak için İstanbul’a tayin olduğumda Bahçelievler’de yedi katlı on dört daireli apartmanın birinci katından daire kiraladım. Evin kirası ve giderlerinin toplamı, maaşımın üçte ikisini alıp götürecekti ama trafiğe çok yakalanmadan işyerime tek araçla gidebileceğim, nezih bir mahalleydi. Ev sahibim Trabzonlu bir müteahhitti. Aynı apartmanın en üst katında oturuyordu. Israrla karısı Dudu’ ya kiramı her ay elden vermemi istiyordu. Kirayı düzenli ödediğimi kanıtlayamama olasılığı beni biraz endişelendirmişti. Dudu Hanım, her ödememde bir tutanak tutarak karşılıklı imzalamak koşulunu kabul edince evi kiraladım.

Dudu Hanım, kemerli burnu, kolundaki bilezikleri ve “p, ç, t, k” harflerindeki başarısız telaffuzuyla tam bir Laz uşağıydı. Her ay kirayı vermek için uğradığımda beni kahve içmeye davet eder, kabul etmezsem kolumdan tuttuğu gibi içeriye sürüklerdi.

-Cir bi kahvesinu iç da, Dudu Abla’nun. Darilirum bak. Hem içi laf ederuz. Gözün gönlün açılur. Ne o koca şeherde yalnuz yalnuz?

-Abla sağ ol. İşten geldim evde dinlensem sanki daha iyi olacak.

-Vallahi de olmaz billahi de olmaz da. Cel sen hele. Hem faluna da bakıverurum kısmetunu söyleyiverurum.

Girip bir kahve içmeden asla kurtulamazdım elinden. Altı ay sonra fark ettim ki benim kirayı ödemeye her uğradığımda Dudu Abla’nın koluna bir burma bilezik daha eklenmiş oluyordu. Sonrasında kiramı vermek için gittiğim seferlerde kahveyi içip evime gidene kadar burma bilezikleri sayar oldum. İçim yana yana! Merdivenleri inerken kendime küfrede küfrede! “Bir ay köpekler gibi burma bilezik için çalışıyorsun. Yazık sana be, yazık! Kahve falı falan bahane! Burmaları göstermek asıl derdi, o şişko domuzun.”

Zaman su gibi akarken, ben tıkır tıkır burma bilezikleri almaya, Dudu Abla da koluna gururla takmaya devam ediyordu. “Doktor parasıyla alındı bunlar başka bir şeye benzemez,” der gibiydi. İki yıl boyunca tam yirmi dört bilezik takmışım Dudu Abla’nın koluna.

Evdeki üçüncü yılıma ve yeni burma bilezikler almaya hazırlandığım bir gün kirayı vermek için uğradığımda, Dudu Abla iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Bu sefer ben daldım içeriye.

-Ne oldu Abla sana? Nedir bu halin?

-Ünzile gene hamileymuş! Püs kaltak, bu yeduncu da!

-Ünzile de kim be abla?

-Kumam karşu daireda oturır da.

“Karşı dairende kocanın metresi mi oturuyor?” dememek için kendimi zor tuttum.

-Ah sana anlatsam hayatum roman dohtorcum, hayatum roman. Ben penum tarafumdaki altu dairenun kirasinu alirum, Ünzile de onun tarafindaku altu kirayu alur.

“Vay Temel pezevengi vay! Demek bir de metresin var ha? Ben feleğin şu çarkına çomak sokayım emi? Olsa başka şeylerimi de! Ahh ya, dellendim yine! Kira diye ilkokul mezunu herifin uçkuruna, her ay para ödüyormuşum da haberim yokmuş. Çıkcam lan bu evden, çıkcam anasını satayım!” Belli ki sinirimden kıpkırmızı olmuşum, kendi kendime sövüp sayarken… Dudu Abla ağlamayı bırakıp benimle ilgilenmek zorunda hissetti kendisini.

-Aman kizum ne oldi saa hastalandun mi? Adet ağrun falan mi vardur yonusa?

-Yok Abla, yok bir şey, hadi ben kalkayım, evde dinlenirim.

-Olmaaazz hem kahve içeğuz, hem dertleşecağuz! Hem penum saa anlatcaklarum, sorcaklarum var daa.

-Yapma Abla, gözünü seveyim nöbet sonrasıyım, otuz altı saattir gözüme uyku girmedi. Tabanlarım zonkluyor vallahi!

-Çıkar çoraplaruni, uzat koltuğa ayaklaruni. Ayaklarinun altına yastuk vereyum tinlen sen. Hazur yemeğumda var yiyup iniverursun aşağiya daa? Temel Abün yok bugün.

Temel Abi lafını duyunca kısacık saçlarım elektrik çarpmış gibi dikildi. Gene kızardım içimden binbir küfür savurarak.

-Kizum, rahat ol! Bugün sira Ünzile de.

-Anlamadım vallahi yorgunluktan Dudu Abla, sırası mı var bu işin yani?

-He ya! Pazartesi, Çarşamba ve Cuma’lari benuimla kalur, öbür günler Ünzile ile.

Bunu duyunca ağzımdaki mercimek çorbasını hızla etrafa püskürttüm.

-Helal, helal! Aman kizum, iyisun değil mi daa?

Başımla onayladım hiçbir şeyim yok der gibi ama sinirden elim titriyor, kaşığı ağzıma zor götürüyordum. Kendime sakinleşmem konusunda telkinde bulunuyordum. Dinlemeye daha fazla dayanamayacaktım, fakat Dudu’nun elinden de bir türlü kurtulamıyordum.

-Abla ya nasıl dayanıyorsun buna? Adamın metresi karşında, günleri paylaşmışsın falan?

-Tövbe de! Ne metresu? Kuma o kuma! Hem Ünzile pek hürmetlidur baa karşu. Onun kiracilaru Ünzileye ikincui hanum derler. Ben resmi nikâhlı, Ünzile imam nikâhlı!

“Neee, bu kadın kafayı sıyırmış, imam nikâhlı diyor yahu? Lan nerden girdik şu muhabbete Allah’ım? Kurtar beni şu uçkur meselesinden. Yalvarırım kurtar!”

-Neyse be Abla, içim ferahladı biraz. Kiramı iyi ki Ünzile’ye değil de sana veriyorum! Hiç olmazsa kanuni bir şeye yataklık ediyorum.

-Ne deyisun heeç anlamadum be cüzel kizum!

-Boş ver be Abla! Sen diyeceğini de de; ben gideyim artık geç oldu.

-On yedumda penu everdiler Temel’ nen, daha körpecudum. Penum hiç çocuğum olmadu.

-E bu üç kız üç oğlan kimin?

Kafam durmuştu artık. Soruyu sorduktan sonra anladım salaklık ettiğimi.

-Ünzile’den olma onlar. Ünzile doğurur pen analaru gibu nüfusuma alirum. Hepsinin ana adi Dudu.

-Abla ne yaptın sen ya? Olur mu hiç öyle şey? Allahım ya!

-Yapcak bir şey yok kizum. Pöyle gelmiş pöyle cidar. Pen iyiyum, meraklanma sen. Dur, bak saa ne diyecağum. Sen dohtorsun. Saa ayup olmaz. Temel Abi’nin işerken canu acırmış, kesik kesik işerimuş. “Bi soruver” tedu.

“Beter olsun inşallah! Hiç işeyemesin,” demek geliyor içimden ama zihnim “Sus sana yakışmıyor,” diye kafamı ütülüyor bir yandan.

-Tamam, abla, ben hocadan randevu alıvereyim size, gidersiniz. Haber ederim ben sana olur mu? Hadi ben kalkayım artık, iyice geç oldu.

-Sanki uzak yola gidecuk! Hadi tamam cüle cüle cit. Eyu geçeler.

Merdivenleri nasıl indim, ne ara kendimi yatağa attım hiç hatırlamıyorum. Sinirimden uyuyamam sanmıştım ama nöbetin yorgunluğu ağır basmış, dalmışım. Sabah gözümü açtığımda “Temel pezevengi üç gün birinde, dört gün birinde; prostatının basket topu gibi olmadığına dua etsin. Lanet herif!” derken buldum kendimi. Ilık duş biraz sakinleştirdi beni fakat hala dişlerimi sıkıyordum sinirimden.

Üroloji hocasından randevu alıverdim. Dudu Abla’ya randevunun gününü saatini bildirdim. Randevu gününde gelmişler, muayene olmuşlar. Tetkiklerini istemiş Hoca. “Tetkik sonuçları üç gün sonra çıkacakmış, bi aluver dohtorcum olmaz mi?” dedi Dudu Abla. Ben de safça kabul ettim.

Uçkur düşkünü Temel’in tetkik sonuçlarının çıkacağı gün Kadın Hastalıkları ve Doğum rotasyonuna başlayalı henüz bir hafta olmuştu. Rotasyonda da bir seminer görevi üstlenmiştim. Erkenden sunumumu yapacaktım. Sabah acil ameliyat çıkınca öğleden sonra

15: 30’a erteledi Hoca toplantıyı. Seminerimin konusu “Oksitosin hormonu.” Yani bağlılık hormonunu anlatacağım. “Temel domuzunun sonuçlarını alayım da öyle seminere başlarım,” diye düşündüm. Elimdeki kâğıdı görünce beynimden vurulmuşa döndüm! Temelin hiç spermi yok, iyi mi? Bildiğin kısır adam! Birazdan eşlerin bir hormonla birbirlerine nasıl bağlandıklarını anlatacaktım. Elimdeki tetkik sonucu ise bana Dudu, Temel ve Ünzile’ nin birbirlerini nasıl boynuzladıklarını gösteriyordu. Hem de ayan beyan! “Bermuda aşk üçgeni mi? Dörtgeni mi? Belki de beşgeni…” Kafam karıştı. Sonra bir titreme aldı beni korkudan. “Öldürür bu Temel denilen pezevenk beni. Vallahi de billahi de öldürür. Önce Ünzile’yi sonra beni öldürür.”

Tetkikleri geri teslim etmeyi akıl edebildim neyse ki. Dudu Abla’ya “Bana teslim etmediler, ya hastanın kendisi ya da birinci derece yakını alabilirmiş,” diyecektim.

Titreye titreye seminerimi anlattım. Dinleyenler heyecandan sandılar titrememi. İş çıkışı “Taşınmalıyım başka bir yere, uzak bir yere taşınmalıyım,” diye yürürken otobüs durağının hemen karşısındaki evde kiralık ilanını gördüm.

Ev sahibi Eleni adında yaşlı, tatlı bir teyzeydi. İçime düşen korkunun beni şaşkına çevirmesiyle titrek titrek Eleni Teyze’ye, evi kiralamak için ilk sorumu sordum.

-Eleni Hanım, kocanız var mı?

-Yok, vre evladım, olsa dükkân senin!

*Lucht ve ark. 2009
**Bartz ve McInnes 2007