İşçi Sınıfı ve Tüm Ötekileştirilenler Seni Unutmayacak
Ali İhsan Ökten
50 yılı aşkındır başta işçi sınıfı olmak üzere ötekileştirilenlerin yaşamını ve dertlerini beyaz perdeye taşıyan İngiliz yönetmen Ken Loach, 2023’ün sonlarında gösterime giren filmi “The Old Oak”un (Umudunu Kaybetme) kariyerinin son filmi olduğunu, yaşlandığı için artık film çekemeyeceğini duyurmuştu. 87 yıllık uzun yaşamı ve 50 yıldan fazla yönetmenlik kariyeri boyunca toplumun alt sınıf insanları, işçileri, işsizleri, evsizleri, sistemle sorunu olanları ve onların yaşadığı yoksulluk, gelir adaletsizliği, sosyal güvencesizlik, eğitim ve sağlık sorunları gibi kapitalizmin ve neoliberal ekonomi politikalarının yarattığı tahribatı, grevler, sosyal hareketler, sendikal haklar ve sınıf çatışması gibi toplumsal konuları kendine has bir hassasiyetle anlatarak “işçi sınıfının yönetmeni” olarak zihinlere kazınmıştı. Ken Loach, son filminde de bildiği yoldan şaşmıyor.
“İnsani bir temas, bir şeyleri paylaşarak birbirinden destek almak… İşte bu yardımlaşma duygusu uyanmaya değer yapar sabahları. Size umut veren de budur” diyen Loach, son filmi The Old Oak’ta yine siyasi bir olayı işliyor: Mülteciler ve yaşadıkları sorunlar.
Ken Loach’un senarist arkadaşı Paul Laverty ile çalıştığı 15’inci film olan The Old Oak, 2016 yılında savaştan çeşitli yollardan kaçarak İngiltere’nin kuzeydoğusunda eski bir maden kasabasına gelen Suriyeli mültecilerle yerel halk arasındaki gerilimi, çatışmayı ve sonrasında gelişen dayanışmayı anlatıyor. Ken Loach-Paul Laverty ikilisi 1979’da iktidara gelen Margaret Thatcher hükümetinin yöneldiği ve tüm dünyada hissedilen neoliberal ekonomi düzeninin sonucunda İngiliz işçi sınıfının kanını emen kemer sıkma politikalarını ve törpülenen sendikal hakları filmlerinde sık sık işlemişler ve Thatcher politikalarını öfkeli bir dille beyazperdeye taşımışlardı. Özellikle 1980 yılından sonra uygulanmaya konulan neoliberal politikalar başta çalışma alanı olmak üzere, sağlık, eğitim ve tüm alanları kapsayan özelleştirmeleri de beraberinde getirmişti. Ken Loach, günümüzde yaşadığımız sorunların temellerini oluşturan bu politikalara sinemasıyla en fazla eleştirel yaklaşan bir sinemacıydı.
Ken Loach’ın sinemasına baktığımızda Hollywood’un cazibesine direndiği, alışılmadık tarzlarda, amatör oyuncularla ve yerel lehçelerle ve politik filmler yapmayı seçerek kendi sinema dilini yarattığını söyleyebiliriz. Yıldız oyuncuları ve yüksek bütçeli filmleri elinin tersiyle itmesi, genellikle işçi sınıfının, sistemle sorunu olanların, ötekilerin yaşamına odaklanması onun sinemasını var eden en önemli durumlardı. Loach’un bu filmi de bir kasabada geçiyor. Amatör oyuncularla çalışmayı tercih etmiş. Öyle ki başrollerde eski bir itfaiyeci Dave Turner ve beyazperdedeki ilk rolüne soyunan Suriyeli Ebla Mari oynuyor.
Umuda Yolculuk filminde 1984-1985 madenci grevlerinin devlet güçleri tarafından acımasızca bastırılması ve madenlerin kapatılmasıyla yoksulluğa terk edilen kasaba halkı ile en az onlar kadar yoksul ve çaresiz olan Suriyeli mülteciler arasındaki ilişki hikayenin ana eksenini oluşturuyor. O dönemde ülkemizdeki maden işçilerinin direnişi ve sonrasında Suriyeli göçmenlerin yaşadıkları sorunları hatırladığımızda yaşanılanlar arasında paralellikler kurabiliriz. Ancak bu sorunlar daha derin yaşandığı halde bunları işleyen bir yönetmenimiz veya bir filmimiz olduğunu söyleyemeyiz.
Suriye’deki savaştan kaçan mültecilerin İngiltere’nin yoksul eski sanayii bölgelerine getirildiğini anlatan Loach şöyle diyor: “Böylece kaderine terk edilmiş topluluklar ile savaştan kaçanlar bir anda beraber yaşamaya başladı. Filme başlarken şu soruyu sordum: Bu iki topluluk beraber yaşamanın bir yolunu bulabilir mi?”
Film madenlerin kapatılması ile terk edilmiş bir kasaba görüntüsü veren ve kasabanın tek barı olan “The Old Oak” (Eski Meşe) isimli barda geçiyor. Barın sahibi TJ Ballantyne ve mülteci Yara, kasaba halkının mültecilere karşı olan olumsuz bakış açılarını değiştirmek için oldukça mücadele ediyorlar.
Loach’un senaristi Paul Laverty, filmdeki The Old Oak adlı barı şöyle anlatıyor: “Bu barı insanların birlikte sorgulayabildiği ve dünyadaki öfkenin kaynağını aradığı halka açık son yer diye düşündük. Barın bir geçmişi, bir karakteri vardı. İnsanları şeytanlaştırmak yerine ayrımcılığın tohumlarının nasıl ekildiğini ve umudun nasıl tükendiğini anlamaya çalıştık.”
Filmin ana karakteri TJ Ballantyne, bir yandan eski karısı ve görüşemediği oğluyla uğraşırken bir yandan da işlettiği barı ayakta tutmaya çalışıyor. Suriyeli göçmen Yara’nın gelişiyle eski madenci kasabasının bir zamanlar övündüğü dayanışma duygusunu hatırlıyor. Benzer şekilde Yara, kasabadaki eski madencilerin zorlukları ile kendi topluluğunun başına gelenler arasında benzerlikler buluyor. Aralarındaki bu bağ sonucunda barın arka odasını arkadaşlarına açmayan Ballantyne, mültecilere ve zor durumdaki yerellere açıyor. Ancak bu durum kasaba halkı veya bar müşterilerinin mültecilere karşı ırkçı ve düşmanca tavır almalarını arttırıyor. Sonunda barın arkasındaki odada asılı 1984-1985 madenci grevinden kalma siyah-beyaz fotoğraflardan ilhamla 2023’de aynı yerde İngiliz ve mülteci göçmenler arasında dayanışma kültürü filizleniyor.
Umuda Yolculuk filmi Ken Loach’ın en iyi filmlerinden biri değil. Ancak diğer filmlerinde olduğu gibi herkesin uzak durduğu netameli bir konuyu ele alması ve işlemesi açısından önemli.
Kariyerinin 60’ıncı yılını tamamlayan Loach, “Umudun siyasi olduğunu düşünüyorum. Eğer hüsnükuruntu yerine umudunuz varsa ilerleyecek özgüveniniz de vardır. İnsani bir temas, bir şeyleri paylaşarak birbirinden destek almak… İşte bu yardımlaşma duygusu uyanmaya değer yapar sabahları. Size umut veren de budur” diyor.
Umuda Yolculuk filmi bizlere; “Asıl düşman mülteciler değil, sermaye sınıfıdır” diyor.
MÜCADELE VE DAYANIŞMA YAŞATIR…
UMUDUNU KAYBETME…
Kaynaklar