Demet Parlar
“Antakya’nın şantiye alanına dönüşmüş sokaklarında, tanımadığımız binalar birer birer gökyüzüne yükseliyor. Her biri, kentin geçmişine meydan okuyan birer yeni hatıra gibi. Eski taşların sessizliği, betonun soğuk yüzüne bırakmış yerini. İnsan bakarken düşünüyor: Bu yükselen yapılar mı, yoksa kentle birlikte büyüyen hüzün mü daha ağır?”
@antakyapedia, Ocak 2025
“Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması için yeterli yaşama standartlarına hakkı vardır; bu hak, beslenme, giyim, konut, tıbbi bakım ile gerekli toplumsal hizmetleri ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi denetiminin dışındaki koşullardan kaynaklanan başka geçimini sağlayamama durumlarında güvenlik hakkını da kapsar.”
(İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25/1 maddesi)
Tıp Dünyası Yayın Kurulu’ndaki arkadaşlarım yeni sayı için benden bir Antakya yazısı istediklerinden bu yana “Ne yazabilirim? Tekrara düşmeden nasıl anlatabilirim?” diye düşünüyorum. Tekrara düşme riskim büyük, çünkü baştan beri kentsel iyilik hâline, insan ve insan dışı canlıların sağlığına, yaşam alanlarına ve doğaya özensizlik, aynı hoyratlıkla devam ediyor. Kentte gündelik yaşamı sürdürmeye dair eğitim, sağlığa erişim, ulaşım, güvenlik, elektrik ve temiz su ihtiyaçlarında sıklıkla görülen sorunlar çözülebilmiş değil, kentsel hizmetlerin tamamı hala eğreti bir biçimde ve büyük eksikliklerle devam ediyor.
İkinci yıla çok az kaldı, işte 23 ay geçti bile o büyük yıkımın ardından. Telafisi mümkün olmayan, kaybettiğimiz canlarımızı bağrımıza bastık, Antakya ile hep birlikte iyileşeceğimiz umudunu hiç kaybetmeden, bu umuda ve birbirimizin yaralarına sarılarak yaşamayı öğrendik.
Ancak iki yıldır yaşadıklarımız; iyileşmenin Antakya ile birlikte, Antakya’ya özgü kadim değerlerin, geçmişin korunarak, kentin geleceğinin ve iyilik hâlinin, doğasının gözetilerek olacağına dair inancımızı, umudumuzu zayıflatıyor. Deyiş yerindeyse yaşamsal sorunlar kronikleşmiş durumda, tedavi tek yönlü ve çok hızlı uygulanıyor, zamanlama kentte yaşayanların ihtiyacına göre belirlenmiyor, uygulanan tedavi başka sorunlara, komplikasyonlara, yan etkilere yol açıyor.
Depremin ilk günlerinden itibaren kalıcı konutlara geçme hazırlıkları başladı, bu nedenle %85’i yıkılmış olan Antakya’da deprem yıkıntıları, molozların büyük kısmı altı ay gibi çok kısa bir sürede kaldırıldı (1) Bu hızı sağlamak için Hatay’da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı görevlisi olarak çalışan bir yetkilinin verdiği bilgiye göre, enkaz alanlarının çevresinde 25 km’lik bir alan içinde tespit edilen ve sayıları 26 olarak açıklanan bütün “boş” alanlara, her gün 14 bin 733 kamyonun hafriyat dökümü yapmasıyla, deprem yıkıntıları ve molozlar, yasa ve yönetmelikler dikkate alınmaksızın boşaltıldı (2, 3).
1995 Japonya-Kobe depreminde toplamda 15 milyon ton ağırlığında olan molozların 4 yılda ancak temizlendiği düşünülürse, literatürde 1 m3 enkaz ağırlığının 1,4-1,8 ton aralığında değiştiği dikkate alınarak, Hatay’da 43 milyon m3 (4) hacmindeki deprem atıklarının nasıl bir “özenle” kaldırıldığı daha iyi anlaşılabilir. Bu hızın bedeli; zeytinliklerin, binlerce zeytin ağacının, vadilerin yok olması, havanın, sulak alanların, Asi nehrinin ve yeraltı su kaynaklarının deprem yıkıntılarındaki asbest ve binlerce toksik madde ile kirlenmesi, eski şehirdeki tescilli binaların ve hafıza mekânlarının yok olması, şehrin geçmişiyle birlikte geleceğinin de yaralanması oldu. Kalıcı konutların “hızla” yapılması ve tamamlanması için, Antakya gerçek anlamda bir “ekokırım” ve kültürel kırım yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.
Hatırlanacağı gibi depremin ilk aylarında barınma sorununun “hızla” çözümü için konteynır yerleşkeler hiç olmayacak yerlere, tarım alanlarına beton dökülerek, geri dönüşsüz bir şekilde verimli topraklar yok edilerek yapıldı.
Sayıları Hatay genelinde 206, Antakya’da 75’i bulan, görünümü ve koşullarıyla tecrit kamplarına benzeyen konteynır yerleşkelerde yaşam 21 m2’ye sıkıştırılmış durumda. Bir konteynır yerleşkede yaşayan hekim arkadaşlarımdan birinin deyişiyle, yan konteynırdaki insanların değil konuşmasının, neredeyse nefes alışlarının bile işitildiği bir ortamda, aileler temiz suya erişim sıkıntısı çekerek, çamaşır yıkama ve hijyen sorunlarıyla baş etmeye çalışarak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Özel alan yokluğu eşler arasında ciddi sorunlara, her yaşta şiddet eğiliminin artmasına yol açarken, çocukların çalışma alanlarının olmaması, eğitim ve ders başarılarını olumsuz etkilemekte.
Konteynır yerleşkelerde yeşil alanların ve sosyalleşme ortamlarının olmaması, çocuklar için yapılan oyun parklarının yetersizliği gibi olağan, temel ihtiyaçlardan yoksun yaşamaya çalışan insanlar üst üste binen, giderek ağırlaşan sorunlardan yorgun ve öfkeli… Yanlış yer seçimi nedeniyle yoğun yağışlarda yaşanan su baskınlarıyla, -tüm ısınma, mutfak, su sistemlerinin bağlı olması nedeniyle- elektriğin çok kullanılması zorunluluğunun yol açtığı yangınlar ve sık elektrik kesintileriyle devam ediyor, konteynır yerleşkelerde yaşam.
Beklenilen; kalıcı konutlara geçilme çalışmalarıyla birlikte, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yeterli ve nitelikli hâle getirilmesi, ulaşım, altyapı ve güvenlik sorunlarının çözülmesi, sosyal ihtiyaçları karşılayacak çalışmaların da yapılmasıydı. Aksine, kentsel iyilik hâlinin hiç dikkate alınmaması, kalıcı konutlara hızla geçilmesinin, bu hız nedeniyle kente, doğaya ve canlı sağlığına gösterilen hoyratlığın, özensiz ve plansız yaklaşımın en güçlü gerekçesi oldu.
Örneğin, TOKİ konutlarının ya da yollarının yapılması için zeytin ağaçlarının kesilmesini önleyin dediğimizde, “Mecburuz, siz de konteynırda, bu koşullarda yaşasanız böyle düşünmezsiniz, burada yaşayanların bir an önce kalıcı konutlara geçmesi, bu sıkıntılı yaşamdan kurtulması için çalışıyoruz” denildi. İnşaat malzemelerini hızla sağlamak için Ağustos ayında maden faaliyeti için Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu’nun zorunluluğu kaldırılınca (“ÇED gerekli değildir” kararı), şirketlerin yanı sıra Hatay Valiliği, Altınözü Belediyesi, Karayolları gibi kurumlar da madencilik yapmaya başladı (5). Konunun uzmanlarının yaptığı hesaplamaya göre Antakya-Defne’deki inşaatlar için 6 adet taş ocağı yeterli olabilecekken, 60 taş ocağına ruhsat verilmiş ve bunların büyük kısmı faaliyete geçmiş durumda.
Oysa BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi; “konut hakkı nasıl olursa olsun bir barınak olmayıp, kullanım hakkının yasal güvenliği olan, hizmet, malzeme, tesis ve alt yapılarının kullanılabilirliği olan, karşılanabilir, oturulabilir, erişilebilir ve kültürel yeterliliği olan iskân alanlarıdır” der. Komiteye göre yeterli standartta konut: “İçinde yaşayanların yeterli alana sahip olduğu, yaşayanları rutubetten, sıcaktan ve soğuktan, yağmurdan, rüzgârdan ve sağlığa yönelik diğer tehditlerden, yapısal tehlikelerden, salgın hastalıklardan korumaya elverişli olmalıdır.
Barınma / konut hakkı için, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25/1 maddesi: “Herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyi yaşaması için yeterli yaşama standartlarına hakkı vardır; bu hak, beslenme, giyim, konut, tıbbi bakım ile gerekli toplumsal hizmetleri ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ya da kendi denetiminin dışındaki koşullardan kaynaklanan başka geçimini sağlayamama durumlarında güvenlik hakkını da kapsar. Taraf olan devletler herkese, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam standardına sahip olmayı sağlarlar. Bu standart, yeterli beslenmeyi, giyinmeyi, barınmayı ve yaşama koşullarının sürekli olarak geliştirilmesini de içerir” der. Ancak ne yazık ki süreç, barınma hakkı gibi, uluslararası sözleşmelerle ve Anayasa ile güvence altında olan sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, eğitim hakkı gibi temel yurttaşlık haklarımız dikkate alınmaksızın sürdürülüyor.
Barınma sorununun BM kriterlerinden çok uzak bir şekilde, barınak sorunu anlayışıyla, bilimsel uyarılar dikkate alınmaksızın, inşaat sektörünün, sermayenin beklentilerine göre hızla çözülmek istenmesinin bedelini konuşamıyorsunuz bile. Bu hızın yarattığı hem küresel hem bölgesel ölçekte etkisi olabilecek sağlık sorunları ve ekonomik sorunlar düşünülmüyor. Ekolojik sorunların ve yoğun hava kirliliğinin ilerde yol açabileceği, başta kanser gibi ciddi sağlık sorunları, gıda ve su krizi olasılıkları yok sayılıyor. Tıpkı üç fay hattının kesiştiği bir ilde “imar afları”nın uygulanması ve deprem öncesi yapılan imar planlarının depremden sonra hiçbir değişiklik yapılmadan uygulanmasına izin verilmesi gibi. “Şimdi”ye sıkışarak yaşamanın bedelini, daha kaç felaketle yaşamamız gerekiyor acaba?
Geçen iki yılda, 23 ayda Antakya’nın yeniden ayağa kaldırılmasında, iyileşmesinde beklentimiz; %85’i yıkılmış olan kentte gündelik yaşam ihtiyaçlarının öncelikle sağlanması ve barınma sorununun konunun uzmanlarının, bilim insanlarının önerileri doğrultusunda bir takvime bağlı olarak, Antakyalılar, hak sahipleri bilgilendirilerek, dinlenerek, diyalog içinde müzakerelerle sürdürülmesiydi. Her yeni güne bu umutla uyandık, ama süreç ne yazık ki çok farklı devam etti ve ediyor. Kalıcı konutlar inanılmaz bir hızda yapılırken sağlık, eğitim, ulaşım, güvenlik, altyapı sorunları büyük ölçüde devam ediyor. Bunların değişmediğini, örneğin TTB’nin 6. ay ve 18. ay raporlarındaki verilerinde, Kadın Koalisyonu’nın Şubat 2024’te yayımlanan raporunun sonuçlarında görmek mümkün; hayata dair, sağlıklı yaşama dair sorunlar devam ediyor (6,7). Hatay Tabip Odası Başkanı Dr. Sevdar Yılmaz’ın dünkü konuşmamızda anlattıkları TTB raporlarında dile getirilen sorunlarla ilgili hala hiçbir şey yapılmadığını, çözüm önerilerinin dikkate alınmadığını ne yazık ki can yakıcı bir şekilde gösteriyor; Hatay’da 50 aile hekimliği kadrosu yanı sıra 75 aile hekimi çalışanı kadrosunun halen boş olduğunu, bunun 75 bin kişinin sağlık hizmeti almaktan yoksun olduğu anlamına geldiğinin altını çiziyor sevgili Sevdar. Mustafa Kemal Üniversitesi’nde de yeni doğan yoğun bakım dahil yoğun bakımların kapalı olduğunu, plastik cerrahi ve göğüs cerrahi bölümleri hoca olmadığından kapalı olduğunu söylüyor; kamuda radyasyon onkoloji uzmanının olmadığını anlatıyor. TÜİK 2023 verilerine göre Türkiye’de genelde %10 olan yenidoğan ölüm oranının Hatay’da %20 olduğuna dikkat çekiyor. Ve daha detaylarını TTB ikinci raporunda göreceğimiz birçok sorunu anlatıyor.
Temiz Hava Hakkı Platformu’nun TTB ve SES ile birlikte yaptıkları hava kalitesi ölçüm sonuçlarının ilk verileri de hava kirliliğinin artarak sürdüğü şeklinde. Net değerlendirme sonuçlarını TTB 2. yıl raporunda görebileceğiz.
Nitelikli eğitim ve beslenme olanağından, sağlıklı bir sosyal çevreden, spor yapma, kültürel ihtiyaçlarını giderecekleri ortamlardan yoksun büyüyen çocukların gençlerin durumu ise başlı başına ağır bir sorun; uyuşturucu bağımlılığının şiddet eğiliminin arttığını söylüyor bölgede çalışan bir psikiyatrist arkadaşım ve ekliyor böyle giderse “Bir nesli kaybedeceğiz.”
Eğitim Sen Hatay İl Başkanı Özgür Tıraş’ın anlattıkları iki yıl sonra eğitimin durumunu gözler önüne seriyor; “Okullar açılmadan Valiliğin 2024 yazında basınla paylaştığı bilgiler her şeyin normalleştiği konusunda bir algı veriyor, açıkladıkları sayıdaki okulların yarısının eğitim öğretime kazandırılamadığı belli oluyor. 99 okulun çoğu prefabrik kentlerde hayırseverlerin yaptığı konteyner okullar. Antakya ve Defne ilçelerinde orta ve az hasarlı onlarca okulun ihalesini 1 Ağustos tarihinde yapıldı, tadilat ve güçlendirme devam ettiği için okulların çoğunda eğitim öğretim yapılamıyor. 9 Eylül tarihinde okulların açılacağını aylar öncesinden MEB açıklamış olmasına rağmen ihalelerin geç yapılmasının sonucu bu durum. Hatay’da alanında tek olan Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi daha konteynırlardan yapılma yerde eğitime devam ediyor. Depremde yıkılmayan okullardan Selim Nevzat Şahin Anadolu Lisesi Emniyet Müdürlüğü tarafından kullanılıyor. Çocukların, gençlerin servis yetersizliği nedeniyle okullarına hala otostop yaparak gitmek zorunda kalmaları başka ciddi bir sorun.
Kadınların, engellilerin, yaşlıların, mültecilerin sorunları ayrı bir yazı konusu, rezerv alan, yerinde dönüşüm sorunları da öyle.
Kamuoyuna yapılan genel açıklamalar dışında yapılanlarla ilgili bilgilendirme neredeyse hiç yok, belirsizliğin yarattığı puslu hava, dikkatsizce devam eden yıkımların, olur olmaz yerlerde pıtrak gibi açılan taş ocaklarının, beton santrallerinin hava kirliliğini daha da artıran dumanlarıyla, toprağı ve suyu kirleten atıklarıyla, çamurlu bozuk yollarda aşırı hızda seyreden ağır tonajlı inşaat araçlarının yarattığı trafik ve toz dumanla karışarak, şehrin ve şehirde yaşayanların, yaşamaya çalışanların üzerine bir kabus gibi, bir hüzün bulutu hâlinde çökse de Antakyalıların doğal neşesi, güler yüzlü direngenlikleri, dayanışma kararlılıkları hüzün bulutlarını dağıtıyor.
Kaynaklar
- http://www.hatay.gov.tr/hatay-ilimizde-enkaz-kaldirma-calismalarinin-tamamlandigi-ve-agir-hasarli-yapilarin-yikimina-baslanildigina-dair-aciklama
- Hatay’ın bitmeyen sorunu; Moloz döküm sahaları https://youtu.be/gfz5CYTLhEA?si=XGpNVhpgBqbiSshL
- Eda Özdener,|12.04.2023, https://www.aa.com.tr/tr/asrin-felaketi/hatayda-gunde-yaklasik- 15-bin-kamyon-moloz-tasiniyor/2870027
- https://www.ttb.org.tr/userfiles/files/6ayraporu.pdf
- Burcu Özkaya Günaydın, 29.03.2024, https://yesilgazete.org/santiyeye-cevrilen-hatayda-valilik-ve-belediye-de-madencilik-yapacak/#google_vignette
- https://kadinkoalisyonu.org/wp-content/uploads/2024/02/6-Subat-Depremi-Sonrasinda-Afet-Bolgesinde-Kadinlar_Kadin-Koalisyonu-Raporu.pdf
- https://www.ttb.org.tr/userfiles/files/6ayraporu.pdf
- https://www.ttb.org.tr/userfiles/files/TTB_SES_Deprem_1Yil_Raporu.pdf
- https://www.ttb.org.tr/userfiles/files/ttb_ses_subat_depremleri_18ay_rapor.pdf